Eser Özaltındere, Adana Demirspor'un kalesini koruduğu yıllarda Milli Takım'a seçildi, sonrasında Galatasaray'ın efsane isimleri arasına girdi. Sarı-kırmızılı kulüpte başladığı kaleci antrenörlüğünü şimdilerde büyük bir idealizmle Milli Takım'da sürdürüyor. Türkiye'deki problemin "doğaçlama kalecilik" olduğu tespitinde bulunuyor. Kaleci antrenörlüğünün bir standarda kavuşturulması, yeni kalecilerin de bu standartta ve bir eğitim bütünlüğü içinde yetiştirilmesi gerektiğini savunuyor.
Röportaj: Mazlum Uluç
Öncelikle futbolu bıraktıktan sonra neden teknik direktörlüğü değil de kaleci antrenörlüğünü tercih ettiğinizi sorayım.
Tüm kalecilerin yaşadığı bir gerçek var, kalecilik sıkıntılı bir meslek. Son noktadasınız, saniyelerle yarışıyorsunuz ve yapacağınız en basit bir hata golle sonuçlanıyor. Teknik direktör ve oyuncu kendini kurtarmak için, medya da malzeme yakalayabilmek için kaleciye yükleniyor. Tüm kaleciler de bunu biliyor. Bu açıdan bakıldığında kalecilik gerçekten stresli ve insanı mutsuz edecek bir meslek.
Burada araya girip sorayım, yaygın bir sözdür ve şaka yollu da olsa "Kaleci deli olur" derler. Acaba deli oldukları için mi kaleci oluyorlar, yoksa bu şartlar altında kalecilik yaptıkları için mi deliriyorlar?
Sonradan delirmekten ziyade, zaten bu kadar riskli bir mesleği tercih etmek delilik. Kalecinin deliliği atlama, zıplama, ayaklara yatma anlamında söylenir ama esasında bu kadar zor ve insanı mutsuz edecek bir mesleği seçmeleri açısından da kaleci delilikle nitelendirilebilir. İşte böyle sıkıntıların yaşandığını görünce, her zaman daha huzur içinde kalecilik yapabileceğiniz ortamları özlüyorsunuz. Futbolu bıraktıktan sonra da "Sizden sonra gelecek gençler bu sıkıntıları nasıl yaşamaz?" diye düşünüyorsunuz ve onlara yardımcı olmak adına bu işe soyunuyorsunuz. En azından kalecilik yaparken karşılaşabilecekleri tehlikeleri anlatabilme ve ne tür tedbirler alabilecekleri konusunda öğütler verme anlamında kaleci antrenörlüğüne başlıyorsunuz. Öncelikle teknik ve taktikten ziyade bu atmosferin üstesinden nasıl gelebilecekleri konusunda yardımcı olmaya çalışıyorsunuz.
Peki, kaleci bu atmosferden nasıl sıyrılabilir?
Tabii bu tek başına öğüt vermekle olabilecek bir şey değil. İşin içerisine teknik ve taktik boyut da giriyor. O zaman kaleci antrenörlüğünü tercih etmenizin ikinci ana nedeni ortaya çıkıyor. Kalecilik mesleğini çok daha küçük yaşlardan itibaren benimsemiş insanlara doğru kaleciliğin nasıl yapılacağını göstereceksiniz. Zaten o zaman iki boyutu birleştirmiş oluyorsunuz. Bir yandan ona atmosferi tanıtıyorsunuz, yöneticinin, antrenörün, arkadaşlarının onun hakkında nasıl düşündüğünü anlatıyorsunuz, bir yandan da doğru kaleciliğin nasıl yapılacağını öğretiyorsunuz. O zaman ortaya tehlikelerle daha kolay baş edebilecek bir kaleci tipi çıkıyor.
Bu konuşmalarda dikkatimi bir şey çekti. Kaleci takımın içinde de yalnız adam mıdır? Takım arkadaşları onu farklı birisi olarak mı görür? Onu mu suçlar?
Onu suçlarlar, çünkü onu suçlamak kolaydır. Hata belki orta sahadan başlıyor ama bittiği yer kale. Sonuç olarak son akılda kalan kişi kaleci oluyor. Kaleci belki de o ezilmişliğin ve günah keçisi olmanın getirdiği baskıyla farklı bir psikoloji içine girebiliyor. Bunu kendisi de fark etmeyebilir. Hep yalnız kalıyor, hep eleştirilen kişi oluyor, bir türlü kendini anlatamıyor. Derdini anlatamaması, sıkıntılarını ortaya koyamaması, kendisini hiç kimsenin dinlememesi kalecinin psikolojisini bozuyor. Zaten kalecilik özel bir mevki. Belki formasının bile bunda etkisi var. Diğerlerinden ayrılıyor ve akılda kalan o oluyor. Bu malzemeyi kullanmak isteyenler de en iyi şekilde kullanıyor.
Kurslar çağa ayak uydurmalı
Kaleci antrenörlüğü Türkiye'de oturmuş bir meslek mi?
Bundan yıllar önce ben de kaleci antrenörlüğü kurslarına katıldım. Fatih Hocaların döneminde çok doğru bir girişimdi bu kurslar. O dönemde kaleci sıkıntısı vardı ve çözüm olarak da kaleci antrenörlüğü kurumunun oluşturulmasına karar verildi. O çerçevede kaleci antrenörlüğü kursları açıldı. Fakat zaman içerisinde bu kurslar kendilerini yenileyemedi. Belli bir noktadan sonra tıkandı. Bence bugün de tıkanıklık halen devam ediyor. Bu kursların da artık çağa uygun bir hale getirilmesi, kendini yenilemesi, son gelişmelere ve ülkenin koşullarına adapte olması gerekiyor. Yeni baştan bir reform sürecine girmesi gerekiyor. Tabii bu sadece kaleci antrenörlüğüyle ilgili değil, diğer kurslar için de söz konusu. Gerçi diğer kurslar şimdi UEFA'nın JIRA Projesi çerçevesinde bir düzene sokuluyor. Kaleci antrenörleri için böyle bir proje yok ama bu projeden hareketle kaleci antrenörlüğü kurslarının da yeni baştan ele alınmasında fayda var.
Kaleci antrenörünün teknik ekipler içindeki konumu nedir?
İstisnaları dışında çok iyi yerlerde olduklarını sanmıyorum. Bazı teknik direktörler, kaleci antrenörlüğünün önemini anlamış durumda. Gerçekten bu işe gönül vermiş kaleci antrenörleriyle bir ekip olarak çalışıyorlar. O zaman kaleci antrenörünün işi kolaylaşıyor. Ama bu anlayıştaki teknik direktörlerinin sayısının fazla olduğunu düşünmüyorum. Çoğunluk kaleci antrenörünü yardımcıları arasındaki en son kişi olarak görüyor. Bunda bizim de suçumuz var. Bizler de kendimizi geliştirme ve mesleğimizi en iyi şekilde icra etme konusunda fazla gayretli olmuyoruz belki de.
Türkiye'de doğaçlama kalecilik yapılıyor
Kaleci eğitiminin geliştirilmesi konusunda neleri eksik görüyorsunuz, neler yapılabilir?
Kaleci antrenörlük kurslarının formatı değiştirilmeli. Altyapı antrenörü ve yarışmacı performans antrenörü şeklinde bir ayrıma gidilmeli. Altyapı kaleci antrenörlüğü kurslarında kalecinin eğitilmesi ve yetiştirilmesi konusunda teknik-taktik bilgilerin kursiyer tarafından özümsenebilmesi için çok titiz davranılması, genç bir kalecinin nasıl eğitileceği konusunda temel tekniğin en ince ayrıntısına kadar verilmesi lazım. Bu eğitimin de standart ve bütünlüğü olan bir eğitim olması gerekiyor. Kursiyerlerin altyapıdan itibaren gençleri bu standart eğitim doğrultusunda yetiştirmeleri gerekiyor. Eğitimde boşluk olmamalı. Gelişigüzel ve birbirinden kopuk bir eğitim verildiğinde kursiyer çalışma ortamında ya kendi başına bulduğu bölük pörçük bilgilerle bir şeyler yapmaya çalışıyor ya da yetersiz eğitimiyle genç kaleciyi yetiştirmeye uğraşıyor. O zaman ortaya teknik ve taktik açıdan yetersiz, sadece kendi içinden geldiği gibi kalecilik yapan bir kaleci tipi çıkıyor. Doğaçlama kalecilik yani. Zaten bizim en büyük eksikliğimiz de bu. Halbuki o yaştaki çocukların standart bir eğitimle ve belli bir şekil alacak biçimde eğitilmesi lazım.
Dünyada bu tip standart yöntemlerle çalışan ülke örnekleri var mı?
Zaten batı dediğiniz zaman akla eğitim gelir. Batıyı batı yapan eğitimdir. Orada kaleciler eğitimcilerin elinden geliyor. Temel teknikleri bu iş konusunda eğitilmiş antrenörlerden alıyorlar. Ve o kalecilerin bir devamlılığı var. Doğaçlama kalecilik yapılmıyor orada. Bu konuyla ilgili bir örnek vermek gerekirse, Galatasaray'da çalıştığım dönemde Aykut Erçetin "Her Alman kalecisinin ısınma şekli aynıdır" demişti. Zaten bu standart Avrupa'yı Avrupa haline getiriyor. Herkesin kafasına göre gelişigüzel bir şey yapması mümkün değil. Toplumsal sistemlerinde de o standart var zaten. Bu standart olmadığı takdirde ortaya yamalı bohça gibi bir şey çıkıyor ve bu durum yukarıya da yansıyor.
Yukarıya yansımalarını hangi noktalarda görüyoruz?
Yer tutmasından yan topa çıkışına kadar teknik-taktik konularda yeterli eğitimi almadığı için umulmadık zamanlarda umulmadık hatalar yapabilen bir kaleci tipi var Türkiye'de. En büyük eksiklerden biri de bu işte. Doğaçlama kalecilik yapan kişinin en önemli eksikliği beklenmedik goller yemesidir.
"Güven vermeyen kaleci" sözünü bu nedenle çok sık duyuyoruz galiba.
Evet, bir bakarsınız mükemmel şeyler yapar ama bir bakarsınız olmayacak goller yer. Bu bana göre eğitimsiz kalecinin göstergesidir. Eğitim aynı zamanda istikrar sağlar ve kalecilikte istikrar çok önemlidir. Eğitimli bir kaleci standardın altına kolay kolay düşmez. Yapılması gerekeni yapar, basit gol yemez, inişleri çıkışları yoktur. Türkiye'de bu şekilde eğitilmiş, inişi çıkışı olmayan istikrarlı kalecileri kolay kolay bulamıyorsunuz. Oysa tabanı eğitimli kalecilerle genişletirsek yabancı kaleci getirmemize de gerek kalmaz. Yabancı yasağı getirmek yetmiyor, gelecek yabancı kadar yetenekli ve iyi oyuncu yetiştirmek gerekiyor. O zaman zaten yabancıya ihtiyaç kalmaz.
Yabancı kaleci modeli çözüm değil
Konu yabancıya gelmişken, ülkemize gelen yabancı kalecilerin günü kurtarmak dışında ülke futboluna bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz? Schumacher, Pfaff, Taffarel gibi çok önemli kaleciler de geldi ülkemize. Bunların en azından kaleciliğe olan ilgiyi artırma yönünde katkıları olmuş mudur?
Bir model oluşturmuşlardır. Herkes Schumacher'e, Mondragon'a, Taffarel'e özenmiştir. Bu isimler alttan gelen kalecilere örnek de olmuştur. Alttan gelen kaleciler mesela Taffarel'in ayak tekniğine özenmiş, onun gibi yapmak istemişlerdir. Ama bölük pörçük. Bu da bütünüyle ülke futbolunun kaleciliğini kurtaracak bir çözüm şekli değildir. Esas çözüm yapısal çözümdür ve altyapıdan itibaren standart eğitimdir. Bunun için de mutlaka Avrupa ne yapmış diye bakmaya gerek yok. Kendi başımıza da sorunları çözebilecek kafalara sahip insanlarız. Kendi ülkemizin koşullarına ve sorunlarımızın çözümüne uygun kaleci antrenörlüğü kursları hazırlayabiliriz. Zaten hazırladığınız modelin üç aşağı-beş yukarı Avrupa'daki ile aynı olduğunu görürsünüz. Çünkü aklın yolu bir.
Türk kaleciliğinin bugünkü durumunu "kalecilik geleneği" olan İtalya, İspanya, Almanya gibi ülkelerle kıyasladığımızda nerede konumlandırabiliriz?
Futbolumuz neresindeyse kaleciliğimiz de orasında. Bu söylediğiniz ülkelerde belirli bir sistemin oturduğunu görürsünüz. Her şey o sistemin üzerinde yükselir. Dolayısıyla sizin ülkenizde böyle oturmuş bir sistem yoksa daima onların altında bir yerde olacaksınız.
Yetiştirmek yetmez, oynatmak lazım
Yine de son dönemde yaşanan bir kaleci bolluğu var. Orkun, Hakan, Tolga, Serdar, Volkan, Serkan gibi…
Elbette bunlar iyi kaleciler. Ama ben idealinden bahsediyorum. Keşke bu saydığımız kaleciler sözünü ettiğim standart eğitimle yetiştirilmiş kaleciler olsalardı. O zaman bugün çok daha farklı bir durumda olurlardı. Bu arada sisteme sadece altyapıdan itibaren eğitim alma boyutuyla da bakmamak lazım. Siz istediğiniz kadar altyapıda iyi eğitim verin, eğer genç kalecilerin oynamasına fırsat tanımayan bir yapı varsa yine bir işe yaramaz. Önlemleri bir bütün olarak almak lazım.
Yani yetiştireceğiniz kaleciye aynı zamanda oynama fırsatı tanıyacaksınız. Peki, bunu nasıl sağlayabilirsiniz? Mecburiyet mi getireceksiniz?
Mecburiyet de getirebilirsiniz, Mesela 3. Lig takımlarına "Oynayacak kalecinin yaşını ben belirleyeceğim" diyebilirsiniz. Ya da belli bir yaşın altında yerli kaleci oynatan kulüplere Federasyon prim ödeyebilir. Bu primin bir kısmı yabancı kaleci oynatan kulüplerden yapılan kesintilerden karşılanabilir, bir kısmı sponsorlara yüklenebilir. Bunlar zor işler değil, yeter ki istenilsin.
Kalecilik sürekli gelişme gösteren bir meslek. Türk kalecilerin bu evrime ayak uydurduğunu düşünüyor musunuz?
Açık söylemek gerekirse Avrupa kaleciliğinin de belli bir noktada tıkandığına ve kendisini yenileyemediğine inanıyorum.
Kendini yenilemekten kastınız ne? Sizin idealinizdeki kalecilikle bugün Avrupa'nın tıkanan kaleciği arasındaki farkları anlatır mısınız?
Farklı bir kaleci tipi ortaya çıkmıyor. Almanya senelerce Oliver Kahn'la oynadı, şimdi Lehmann'la idare ediyor. Fransa'da hâlâ Barthez, Hollanda'da da Van der Sar oynuyor. Tamam, mevkiin özelliğinden dolayı olgun oyuncunun oynaması gerekiyor olabilir ama bu saydığım isimler de stil olarak beni tatmin etmiyor. Burada bir tıkanma var. Uzun zamandır dikkatimi çeken şey, Avrupalı kalecinin yan topa çıkma alışkanlığı yok. Belki bunun arkasında başka nedenler var. Görev paylaşımı içinde bütün yük stoperlere bindiriliyor ve kaleciye "Senin yan topa çıkmana gerek yok, sen sadece onlardan arta kalan topları al" deniyor. Ben burada büyük bir eksiklik görüyorum. Bu kalecilikte geriye gidiştir. Çünkü kalecinin elini kullanma avantajı var. Bu avantajı kullanmıyorsan eksik oynuyorsun demektir. Oysa yeni çalışma teknikleriyle yan topa çıkma özelliği geliştirilebilir. Ancak geliştirilmek yerine gerilediğini görüyoruz.
Ama biz Türkiye'de böyle bir anlayışı kabul etmiyoruz ve yan topa çıkmayan kaleciyi eksik görüyoruz.
Tabii, eksik görüyoruz. Bakın bir örnek vereyim. Mondragon ilk geldiğinde bayağı sıkıntı yaşadı. Çünkü Avrupa'dan gelmiş, oradaki adam "Çıkma" diyor. Burada topa çıkmıyor, bu sefer stoper kaleciye dönüp "Niye çıkmadın?" diye soruyor. O da stopere "Top senindi" cevabını veriyor. Kendisine bunu anlatmaya çalıştık ve bu doğrultuda çalışmalarımızı artırdık, sonuçta adapte oldu. Dolayısıyla Avrupa kaleciliği de eksikleri olan bir kalecilik. İşte biz kendi şartlarımızda, bu eksikleri de giderecek bir kaleci modeli oluşturabiliriz.
Rüştü kararı için çok kafa yorduk
Son Bosna-Hersek maçında 4 ay futboldan uzak kalan Rüştü'nün oynatılması çok tartışıldı. Bu kararı alırken uzun süre fikir jimnastiği yaptığınızı biliyoruz. Sonuçta Rüştü kararını verirken kriterleriniz neydi?
Ekip olarak bu konun üzerinde çok durduk. İyileşmeye başladığı andan itibaren sürekli Rüştü'nün durumu kontrol edildi. Üzerinde çok ayrıntılı düşünüldü. Hatta kadroya 4 kaleci alındı. Çünkü biz kendisini bizimle çalışırken de görmek istiyorduk. Rüştü'nün oynatılmasını engelleyecek birinci eksiklik sakatlığıydı. Bizimle çalışmaya başladıktan sonra fiziksel eksikliğinin olmadığını gördük. İkinci dezavantajı maç eksikliğiydi. Ama her şeye rağmen Rüştü gibi bir kalecinin bu eksikliği çok kısa sürede atabileceğine inandık. Bütün bunları yaparken, artıları ve eksileri ortaya koymamız gerekiyordu. Rüştü'nün artılarından birisi deneyimiydi. İkincisi, önündeki savunmayla uzun süre birlikte oynamıştı ve defansı arkadan yönetme konusunda önemli bir avantaja sahipti. Pozisyon bilgisi çok üst düzeydeydi. Öndeki oyuncuların arkalarında Rüştü'nün olduğunu bilmesi farklı bir güven getirecekti. Uzun zaman oynamamış olmasının getirdiği açlığı vardı. Sakatlıktan çıkmıştı ve kendisini göstermek zorundaydı. Bütün bunları alt alta getirdiğinizde ortaya önemli artılar çıkıyor. Buna rağmen çok düşünüldü, tartışıldı ve zaten Fatih Hoca da karar vermek için son güne kadar bekledi. Aslında en mükemmeli yakalayalım diye bu kadar kafa yormayabilirdik. Basit düşünür, riske girmez, kendimizi kurtarma yolunu seçebilirdik. Ama biz en iyisi ve doğrusu olsun diye düşündük. Tutmuştur, tutmamıştır bu ayrı konu. Ancak biz bu kararı vermek için çok kafa yorduk ve çok mesai harcadık.
Bu noktada insanın aklına şöyle bir soru da geliyor; diğer kaleciler 4 aydır oynamayan Rüştü'nün kendilerine tercih edilmesinden dolayı bir özgüven eksikliği, bir rahatsızlık yaşamış olabilir mi?
Sanmıyorum. Son konuşmamızda kendilerine teşekkür ettim zaten. Hepsi son derece iyi niyetli ve karakterli oyuncular. Belki içlerinde bir burukluk hissedenler olmuştur ve bu da son derece doğaldır. Ama ben bütün iyi niyetleriyle Rüştü'ye destek verdiklerine inanıyorum. Zaten Rüştü onların ağabeyidir ve bir semboldür.
Ortada mükemmel bir tablo var
Hakan Arıkan Beşiktaş'a, Orkun da Galatasaray'a geldi. Bu arada şöyle bir tablo ortaya çıktı. Fenerbahçe'de Serdar-Volkan, Galatasaray'da Orkun-Aykut ve Beşiktaş'ta da Rüştü-Hakan. Milli Takım için çok sevindirici bir tablo bu sanırım.
O kadar güzel bir ortam doğdu ki, Milli Takım'da 2 yıl boyunca izlediğimiz politikanın bu tablonun ortaya çıkmasına katkı sağladığını düşünüyorum. Böyle bir tabloyu uzun zamandır yaşamadık. Galatasaray'da yıllardır yerli kaleci yoktu. Şimdi bu kaleciler hem kulüplerindeki rekabetle birbirlerini daha iyi olmak için zorlayacak hem de Milli Takım kalesini korumak için yarışacak. Trabzonspor için de diğer takımlarımız için de aynı tablonun gerçekleşmesini temenni ediyorum. Dilerim Türk kaleciliği bu tabloyla birlikte kabuğunu kırar.
Aslında üst yapıya bakıldığında durum iyi görünüyor.
Durum iyi dahi olsa eğer sistemde eksiklik varsa bu görüntü her an bozulabilir. Kalıcı bir başarı istiyorsak mutlaka sistemi kurmalı ve sürdürmeliyiz. Eğer bu kalecilerin arkasından yeni bir kuşağın gelmesini istiyorsak sistemi kurmak zorundayız.