TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Sezer Öztürk: "Türkiye'de hatalar yüze karşı söylenmiyor!" 1.07.2010
Sezer Öztürk: "Türkiyede hatalar yüze karşı söylenmiyor!"

Bayer Leverkusen'de yetişti ve henüz 18 yaşındayken A takımda oynama başarısını gösterdi. 15 yaşından bu yana Genç Millî Takımlarımızda oynamaya başladı. 4 yıl önce Manisaspor'a transfer olarak ligimizle tanıştı. Geçtiğimiz sezonun ikinci yarısında Eskişehirspor'daki yüksek performansı onu A Millî Takım'ın geniş kadrosuna taşıdı. Alman ve Türk futbolunun karşılaştırmasını yaparken son derece çarpıcı noktalara parmak basıyor, çok sert eleştirilerde bulunuyor. Sözlerini dinledikçe sadece ayaklarını değil, kafasını da fazlasıyla çalıştıran birisiyle karşı karşıya olduğunuzu anlıyorsunuz.

Röportaj: Türker Tozar / TamSaha

Almanya'dayken keşfedilip Genç Millî Takımlara kazandırılan bir oyuncusun. 1999-2005 arasında Genç Millî Takımlarda defalarca oynayıp bugün de A Millî Takım'ın geniş kadrosunda yer alan Sezer Öztürk'ü daha yakından tanımak istiyoruz.

Dedem, Almanya'ya gelen birinci kuşak Türklerden. Çok geniş bir ailemiz var. Aslen Karslıyız. Araba yedek parçaları üreten küçük bir şirketimiz var. 1983 doğumlu bir ablam, biri 1994 doğumlu, diğeri üç yaşında iki de kardeşim var. 1994 doğumlu kardeşim de futbolla ilgili ama üst düzey oynayacağını zannetmiyorum. Millî formayla 14 yaşında tanıştım. Sabri Sarıoğlu daha o zamandan takım arkadaşımdı. U15'ten itibaren millî formayı tüm yaş kategorilerinde giydim. Bir tek A millî olamadım.

Futbolla tanışman nasıl oldu, ailen futbolcu olmanı nasıl karşıladı?

Bence insan futbolcu olmaya karar veremez. "Ben doktor olacağım" diyebilirsiniz ama "Ben futbolcu olacağım" diyemezsiniz. Bu size doğuştan verilen bir yetenektir, insanın kanında vardır. Eğer doğuştan yetenekliyseniz, futbol dönüp dolaşıp sizi buluyor zaten. Ben kendimi bildim bileli futbol topuyla birlikteyim. Futbola öncelikle yaşadığımız kasabanın takımında başladım. Çok golcü bir oyuncu olduğumdan kasabada oldukça şöhretliydim. Kısa süre sonra Leverkusen'in yetenek avcıları tarafından keşfedildim. Babam da futbolu çok seven bir kişi. Kendisi de 16-17 yaşlarındayken Almanya'da amatör liglerde top oynamış. Futbola devam ederken en büyük desteği babamdan ve amcamdan gördüm. Oturduğumuz yerle Leverkusen'in antrenman tesisleri arasında 60km. mesafe vardı. Babam, amcam ve dedem, her gün beni Leverkusen'deki idmanlara getirip götürdü. Onların hakkını hiçbir şekilde ödeyemem. Yıllar geçtikçe daha da olgunlaşıyorum ve nasıl bir fedakârlık yaptıklarını daha iyi anlıyorum. 10 yılı aşkın süre Bayer Leverkusen'in altyapısında oynadıktan sonra 17 yaşında A takıma çıktım. 1 yıl sonra ise profesyonel sözleşme imzaladım. Hatta bu sayede profesyonel sözleşmeyle oynayan en genç Türk oyuncusu oldum. Altyapıdayken her zaman kendimden büyüklerle aynı kategoride oynadım.

Almanya'da futbolla eğitimi bir arada sürdürmen kolay oldu mu?

Almanlar, oyuncunun futbolla ilgili yeteneklerini geliştirmenin yanında eğitimini de sürdürmesi için çok hassas davranıyor. Aslında tüm Avrupa için durum böyle diyebilirim. Her işin zorluğu olduğu gibi futbol-eğitim ikilisini birlikte götürmek de çok güç. 14-15 yaşından itibaren Millî Takımlara seçilmeye başladığımdan, bu dönemlerde okuldan 1-2 hafta süreli ayrılıklar oluyordu. Almanların eğitim sistemi de ağır olmasına rağmen, oranın standartlarına göre okulumu iyi bir yerde bitirdim. Yükseköğretime devam etmek gibi bir planım ise yok.

Futbola başladığın dönemde idolün kimdi?

Benim idolüm Lothar Mattheaus'tu. Savaşçı ruhu ve lider kişiliği beni çok etkilemişti. Elde ettiği başarılar, kazandığı kupalar, katıldığı Dünya Kupaları, Bayern Münih'in o zamanki en iyi futbolcusu olması benim gözümdeki değerini çok yükseltti. Mattheaus'un isminin yazılı olduğu formayı üstümden hiç çıkarmazdım. Bir de Zinedine Zidane'a karşı bir hayranlığım vardı. Sadece futbol yetenekleri anlamında değil, başta sahadaki duruşu ve arkadaşlarıyla iletişimi olmak üzere her yönüyle örnek alınacak bir kişiydi.

Nerede mutluysan orada oynayacaksın

2006'da Manisaspor'a gelmeden önce Germinal Beerschot ve Nürnberg takımlarında forma giydin. Bu takımlardaki deneyimlerini bizlerle paylaşır mısın?

Bu takımlarda oynadığım için hiçbir pişmanlık duymuyorum ama şimdiki aklım olsa o kulüplerle sözleşme imzalamazdım. 18 yaşında profesyonel olduğum Leverkusen'de her maç kadroda yer alıyordum. İlk sezonumda 10-11 maç oynadım ve bu Bundesliga için gerçekten iyi bir rakamdı. Germinal'e kiralık gittiğim sezon, Şampiyonlar Ligi'nde Liverpool'a elenmiştik ve daha sonra İngiliz ekibi bu kupayı müzesine götürmüştü. Önümde Berbatov, Voronin, Schneider gibi futbolcular oynuyordu. Bu kadar kaliteli oyuncuların arasından sıyrılıp takımda forma şansı bulabiliyordum. Tüm bunlara rağmen, nasıl oldu bilemiyorum, "Takımdan gideceğim" diye tutturdum. Herhalde rahat battı. Başka bir ortamı da görmek, dış dünya ile tanışmak istedim. "Demek ki olması gerekiyormuş. Hayırlısı buymuş" diyorum. 6 ay kiralık oynadığım Nürnberg'de ise iki maçta forma giydikten sonra 3.5 ay sakatlıkla mücadele ettim. Kendimi toparlayamadan lig bitti. Bu deneyimler bana şunu öğretti; nerede mutluysan, nerede sevilip sayılıyorsan orada oynayacaksın. Çünkü yıllar içinde kendini kanıtlıyor ve belli bir statü ediniyorsun. İnsan bundan vazgeçmemeli. Leverkusen'den ayrıldıktan sonra Michael Skibbe göreve geldi. Skibbe göreve gelmeden önce, kulüp başkanımıza, "Sizin takımda Sezer Öztürk diye bir futbolcu var. Onu çok beğeniyorum, ona çok dikkat edin" demiş. Bunu Germinal'e kiralık gittikten sonra öğrendim. Bir hafta sonu, önce Leverkusen'le Dortmund'a karşı A takımla maça çıkmıştım. Ertesi gün de Leverkusen'in rezerv takımı ile başka bir maç oynamıştım. Skibbe bu iki maçı da izlemiş ve "İkinci maç daha alt seviyede olsa da Sezer hiç havaya girmeden oynadı. Onda Alman mantalitesi var" diye yorumlamış benim performansımı.

Bayer Leverkusen artık eski gücünde değil sanırım. Sen ne düşünüyorsun?

Leverkusen'in ilginç bir alışkanlığı vardır. Lige müthiş başlangıç yaparlar. 20'li haftalara kadar ligi ilk sırada götürürler ama ondan sonra bir düşüş yaşarlar. Geçen sezon da aynısı oldu. 11. haftaya kadar liderdiler ama sonra koltuktan indiler. Neden böyle derseniz, kulüp prensip gereği yıldız futbolculara fazla yatırım yapmıyor. Büyük paralar harcayıp bir kadro kurmak gibi bir felsefeleri yok. 2-4 milyon euro bonservis bedeliyle genç futbolcuları alıp, bunları daha sonra 10-15 milyon eurolara satan bir kulüp.

Manisaspor'a Ersun Hoca için gittim

Türkiye'deki kariyerin Manisaspor'la başladı. Futbol hayatını Almanya'da sürdürme fırsatın yok muydu? Neden Türkiye'ye gelmeyi tercih ettin?

Vestel'in Manisaspor'u desteklediği dönemde gelmiş, çok iyi bir teklifti. Ersun Yanal, Millî Takım'ı yeni bırakmış, takımın başına geçmişti ve beni kadrosunda görmeyi çok istiyordu. Bazı günler, onunla 7-8 kere telefonla görüştüğüm oluyordu. Bence Ersun Hoca, Türk futbolunda kendisini kanıtlamış, büyük bir teknik direktör. Manisaspor'a sırf Ersun Yanal orada olduğu için gittiğimi açık yüreklilikle söyleyebilirim.

O dönemde başka kulüplerden de transfer teklifleri almış mıydın?

Beşiktaş ve Galatasaray beni çok istiyordu. Her yıl büyük takımlardan teklif almış bir oyuncu oldum ama şimdilik gitmek kısmet olmadı. Her seferinde bir pürüz çıktı.

Gurbetçi oyuncuların Türkiye'ye alışmakta bazı zorluklar çektiğini biliyoruz. Neden yaşanıyor bu adaptasyon sorunu?

Bu soru çok yerinde oldu çünkü bu sıkıntıların nedenini açıkça ortaya koymak lâzım. Bu konuyu Hamit ve Halil ağabeylerle de konuşuyoruz. Almanya ile Türkiye'de futbol birbirinden farklı şekilde yürütülüyor. Türkiye'de insanlar senin gözlerinin içine bakıp hatalarını söyleyemiyor. Yüzüne "Sen iyisin, sen güzelsin" deyip sonradan arkandan çevirdikleri işlerle farklı niyetlerini belli ediyorlar. Almanya'da ise adam senin gözlerinin içine bakar, yumruğunu masaya vurur ve hatalarını bir bir sayar. Ondan sonra da el sıkışılır ve odayı terk edersin. Tüm konuşulanlar da orada kalır. Diğer bir konu ise futbolda erişmek istenen hedefler. Türkiye'de her şey sonuca endeksli. Almanya'da ise oyuncunun eğitimi ve kişiliğinin gelişimi en önde geliyor. Futbol becerisinin geliştirilmesi neredeyse en son sırada yer alıyor. Futbolcuyu bilgili, ağırbaşlı, zeki, dürüst, güçlü karakterli ve kolay yılmayan bir birey haline getirebilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Türk futbolunda ise tek hedef bir sonraki hafta oynanacak maçta başarı elde edebilmek. Türkiye'de o kadar teknik direktörle çalıştım; gerçekten futbolcuya bir şeyler katan, onları geliştirmek isteyen hocaların çok nadir olduğunu gördüm. Teknik adamların amacı günü kurtarmak, alınacak birkaç fazla puanla takımın başında kaldıkları süreyi mümkün olduğunca uzatabilmek. Futbolunun kişiliğini ve taktiksel bilgisini geliştirmeye yönelik bir çaba göremedim. İşte böyle olunca da Türkiye'de futbolcunun ilerleme kaydetmesi sadece kendi yeteneğine kalıyor. Burada teknik adamlara çok yüklenmiş gibi oldum ama bunun bir sistem sorunu olduğunun altını da çizmek istiyorum.

Peki, futbolcusunu geliştirmek için çaba sarf eden nadir hocalara kimleri örnek gösterebilirsin?

İlk sırada Levent Eriş'i sayarım. Ben bu kadar kaliteli bir teknik direktörün yıllardır Bank Asya 1. Lig'de başarılı olup, Turkcell Süper Lig'de uzun vadeli görevler alamamasına inanamıyorum. Almanya'da kendisini ispatlamış, deneyimli hocalarla çalıştım. Yıllardır bu işin içinde olan biri olarak, teknik adamlar arasında bir karşılaştırma yapabiliyorum. Levent Hoca dürüstlüğü, oyunculara yaklaşımı ve elde ettiği başarılarla örnek bir kişi. Kendisinin Süper Lig'de çalışamamasını düşündürücü buluyorum. Teknik adamların iş bulması esnasında başka işler döndüğüne inanıyorum. Türkiye'de geçirdiğim dört senede kimlerin ne şekilde takımlarda göreve getirildiğini öğrendim. Çok çirkin şeyler. Almanya'da bu tür olayların meydana gelmesi mümkün değil. Böylece bir önceki sorunuzun da cevabını vermiş oldum. Almanya'dan gelen oyuncular Türk futbolundaki bu ortamı gördükleri için adapte olmakta zorlanıyor. Futbol camiasında dışarıdaki aktörler rol oynuyor. Bakanı devreye sokarak göreve gelen kişi, benim gözümde teknik adam falan değildir. Çünkü oraya hak ederek gelmiyor. Oyuncusunu düşünen bir diğer teknik adam örneği de Rıza Çalımbay. Kendisinin bize olan yaklaşımı kazansak da kaybetsek de değişmiyor. Bu gerçekten çok önemli çünkü Türkiye'deki ortama alışmayı etkileyen bir faktör de bu. Sadece bir maçta galip geldiğimizde sanki Şampiyonlar Ligi'ni kazanmışız gibi bir hava yaratılıyor, mağlubiyette ise yerin dibine sokuluyoruz. Almanya'da başarı abartılmıyor, yenilgi ise dünyanın sonu olarak görülmüyor. Bu işin içinde kazanmak da var kaybetmek de.

Manisaspor'da hem küme düşme hem de şampiyonluk sevinçlerini yaşadın. Küme düşmek ve şampiyon olmak oyuncuya neler hissettiriyor?

İşler kötü gittiğinde, bu durum ister istemez bir güven kaybına yol açıyor. Maçlara çıktığında kafanda küme düşme riskini kuruyorsun ve pas hataları yapıyorsun. İşler iyi olunca ise hatadan korkmuyorsun, kendine güvenin geliyor ve daha güzel oynuyorsun.

Bugüne kadar çalıştığın teknik adamlar arasında sana en fazla katkı yapanı hangisiydi?

Yine Levent Eriş diyeceğim. Çünkü yeteneklerimi görüp, beni becerilerim doğrultusunda kullandı. Bana yapabileceğimden çok farklı görevler vermeye çalışmadı. Nasıl Alex'ten Mehmet Aurelio gibi oynamasını isteyemezseniz, futbolcunuzun becerilerini tartıp ona göre roller vereceksiniz. Hocalık da zaten burada başlıyor. Elinizdeki değerin zayıf ve kuvvetli yanlarını tespit edip oyunu ona göre kurgulamak. Daha da önemlisi, futbolcunun iyi yaptığı şeyleri daha da iyi yapmasını sağlamak.

Ben kulübü kadro dışı bırakabiliyor muyum?

Manisaspor'dan ayrılışın biraz sancılı olmuştu. Sözleşmeni uzatmak istemeyince kadro dışı bırakıldın. Türk kulüplerinde giderek yaygınlaşan bu durumu nasıl değerlendiriyorsun? Sence Türkiye'deki kulüp-futbolcu ilişkileri nasıl?

Madem Türkiye-Almana ekseninde kıyaslama yapıyoruz, yine aynı şekilde devam edelim. 30 milyon euroya yakın bonservis bedelli Michael Ballack'ın sözleşmesi bitiyor ve kendisi bedavaya Chelsea'ye gidiyor. Böylesine bir dünya yıldızı Bayern Münih ile Chelsea kulüpleri arasında bu şekilde bir transfer yapıyorsa, Sezer Öztürk, Manisaspor'la aynısını niye yapamasın? Sözleşmemin bitmesine bir yıl kala sözleşmemi zorla bir sene daha uzatmak istediler. Beni 27 gün kadro dışı bıraktılar ve zoraki mukavele imzalamak durumunda kaldım. Bundan iki aya yakın süre sonra da Mesut Bakkal göreve gelince ve ben de kendisiyle anlaşamayınca bir kez daha kadro dışı kaldım. İki ay önce istendiğim için, iki ay sonra ise istenmediğim için kadro dışı bırakıldım. Türkiye'de futbolu ne kadar yanlış insanların yönettiğini anlıyorsunuz değil mi? İki ayda bana sihirli değnek mi değdi de değiştim? Bu konular anlatmakla bitmez. Türk kulüplerinde giderek yaygınlaşan bu durum bir "hastalık"tır ve kesinlikle önüne geçilmelidir. Bir de işe şöyle bakalım; ben bir kulüple iki yıllık sözleşme imzaladım. İki yıl boyunca kötü oynadım ve kontratım bitti. Kulübüm beni istemiyor ama ben takımda kalmak istiyorum. Kulüp benden memnun değil, daha çok verim alabileceği futbolculara yönelmek için benimle yollarını ayırıyor. Benim kulübe karşı herhangi bir yaptırımım olabiliyor mu? Zorla sözleşme imzalattırıp onu kadro dışı bırakabiliyor muyum? Hayır. Peki, iyi olduğumda kulüp beni nasıl zorlayabiliyor o zaman? Bu durum insan haklarına uygun bir durum mu? Ya da âdil mi? Sözleşme uzatmak futbolcuya kalmış bir durumdur. Oyuncunun ücretini artırırsın, futbolcu da kendisine orada bir gelecek görüyorsa mukaveleye imza atar. Sen teklifini yaparsın, kabul etmezse bir yıl daha oynar ve yoluna gider. Neden zoraki iş yapılıyor, anlayabilmiş değilim. Avrupa'da böyle bir örnek ne gördüm ne de duydum. Benim yaşadığım bu sözleşme problemi olmasaydı, 1 sene önce Millî Takım'a gelmiş olacaktım. Bu olaylar benim bir yılımı aldı.

Manisaspor'da oynadığın dönemde pek çok takımın transfer gündemindeydin. Sezonun ikinci yarısında da seni Eskişehirspor'da gördük. Bu tercihte hangi faktörler rol oynadı?

Eskişehirspor yıllarca Süper Lig'de mücadele etmiş köklü bir kulüptü. Psikolojik olarak iyi olmadığım bir dönemdeyim. Başkan Halil Ünal benimle yakından ilgilendi, elimden tuttu, ciddi sayılabilecek bir bonservis parası ödedi ve takımına aldı. Bilirsiniz, iyi zamanlarda çok kişi etrafınızdadır ama kötü zamanda yanınızda pek adam bulamazsınız. Ben de Eskişehirspor'la çıktığım 15 maçta iyi bir performans sergileyerek, kendisine bir nevi teşekkür etmiş oldum.

Bugün Millî Takım'a seçilmene bakarak Eskişehirspor tercihinin doğru olduğunu söyleyebilir miyiz?

Şimdi buradaysam, bu Eskişehirspor'da başarılı olduğum içindir. Gerçekten de sezonun ikinci yarısıda çok güzel bir grafik yakaladık. Fenerbahçe, Galatasaray ve Trabzonspor gibi takımları yendik. Eskişehirspor'da oynamak gerçekten keyifli. Coşkulu taraftar da bir diğer olumlu taraf. Halil Ünal da dürüst ve babacan bir başkan. Eskişehir'de rahatım ve keyfim yerinde ama kulübüm menfaatler doğrultusunda beni satmak isterlerse bunu da anlayışla karşılarım.

Barça'nın almadığı kupa, Real'in almadığı oyuncu kalmadı

Altyapı eğitimini Almanya'da almış ve 4 yıldır da Türkiye'de futbol oynayan bir oyuncu olarak, iki ülkenin altyapı sistemlerini nasıl karşılaştırırsın?

Almanya'da genç takımlarda çalışan hocalar, duruşları ve futbol bilgileriyle, Turkcell Süper Lig'de takım takım dolaşan bazı teknik adamlarımızdan daha üst düzeyde. Size bunları anlatırken aklıma eski hocalarım geliyor... Dürüstlüklerini ve kendilerini konumlandırış tarzlarını hatırlıyorum. Oyuncuların kişiliğini ve karakterini geliştirmek için ne kadar çok uğraşıyorlarmış. Gerçekten çok iyilermiş. Turkcell Süper Lig'de böyle bir şey yok. Arada kalite farkı var. Türkiye'de altyapıya çok fazla önem verilmediğini düşünüyorum. Hâlbuki futbolda en önemli kısım burası zaten. Bugün baktığımızda, Barcelona'nın almadığı kupa, Real Madrid'in ise almadığı futbolcu kalmadı. Aradaki fark belli değil mi? Barcelona'da jenerasyonlar değişiyor ama sürekli olarak yetenekli genç futbolcular geliyor. Altyapıyı iyileştirmek için yatırım yapmazsan futbolcu da yetiştiremezsin. Bunun yanında, futboldan doğru dürüst anlamayan kişilerin Türkiye'de bazı altyapıların başına getirildiğini biliyorum. Oraya iyi hocalar koyacaksın ki sana iyi futbolcular yetiştirebilsin.

Bundesliga ile Türkiye Ligi'ni kıyaslarsak ortaya nasıl sonuçlar çıkar?

Türkiye Ligi, Bundesliga'ya göre daha mücadeleci, sert ve zor bir lig. Alman takımları kompakt yapıda olup, her oyuncunun yeri ve bölgesi bellidir. Oyun buna göre oynanır. Maçta oyuncular çok fazla yorulmaz. Türkiye'de ise futbol çok kopuk oynandığı için defansla forvet hattı arasında uçurumlar var. Bu da futbolcuların daha çok yorulmasına neden oluyor. Dolayısıyla, Türkiye'de taktiksel anlayış bakımından zaaflar olduğu söylenebilir. Ben Türkiye'de zekice taktik kurgulayan bir takım göremedim. Stoperle forvet arasında yeri geliyor 60-70 metre mesafe oluyor. Almanya'da bunu göremezsiniz. Aradaki fark azami 30 metredir.

2006'nın Mart ayından bu yana Millî Takımlardan uzak kalmıştın. Tekrar ay-yıldızlı formayla buluşmak sana neler hissettiriyor?

En son A2 Millî olmuştum. Bu forma kutsal. Takımdaki herkes de bunun farkında. Müthiş bir duygu tabii ki. Kelimelerle anlatılması zor, yaşanması gereken bir mutluluk bu. Her futbolcuya nasip olacak bir şey değil. Buradan Oğuz Hocaya beni düşünüp kadrosuna dâhil ettiği için çok teşekkür etmek istiyorum. Birçok futbolcunun arasından sıyrılıp Millî Takım'a gelmek insanı daha iyi olmaya teşvik ediyor.

Alman Millî Takımı'nda oynamayı seçen Türk oyuncuların sayısı artıyor. Bu konuda bir şey söylemek ister misin?

Geçmişte bana da Almanya'yı seçmem için telkin yapılmıştı. Ama ben vatanımı çok seven birisi olduğum için Türkiye'yi seçtim. Yeri gelir belki hiç millî olmazdım ama başka takımın formasını da giymezdim. Hiçbir zaman Alman Millî Takım formasını giyip Türkiye'ye karşı oynayamazdım.

Millî Takımımızın 2012 Avrupa Şampiyonası elemelerindeki rakiplerinden birisi de Almanya. Grubumuzu ve Almanya maçlarımızı nasıl yorumlarsın?

Artık futbolda büyük-küçük takım ayrımı kalktı. Herkesin herkesi yenebileceği bir dönemdeyiz. Biz ve Almanya grubun favorisiyiz. Türkiye, kendi futbol kimliğini sahaya yansıttığında, bizi hiçbir takımın yenemeyeceğini düşünüyorum. Çok yetenekli, güçlü ve karakterli bir takımımız var.

ABD kampında yakından tanıma fırsatı bulduğun Hiddink hakkında neler söylersin? Bugüne kadar çalıştığın teknik adamlarla en belirgin farkı ne sence?

Bize ilk söylediği, takım halinde hareket etmemiz ve birbirimize yakın oynamamız gerektiği. Aralarda uçurum olmayacak. Sorunlarımızı görmüş. Bu da futbolumuzu ne kadar yakından takip ettiğini gösteriyor. Türk futbolcusunun topla yaratıcı olduğunu, bu yüzden topun bizde kalmasını sağlamamızın gerektiğini söylüyor. Rakibi paslarla yormamızı istiyor. Onunla tanışmak ve çalışmak bizim için büyük bir şans.

Bursaspor'un şampiyonluğu Türk futbolunda neleri değiştirir?

Değişim, Bursaspor şampiyon olmadan önce başlamıştı. Sivasspor'un iki sezon arka arkaya üst düzey performans sergilemesi, peşinden de Bursaspor'un şampiyon olması bunun bir göstergesi. Son yıllarda, büyük takımların eskisi gibi çok puan toplayamadığını da gözlemliyoruz. Futbolda artık büyük diye bir şey yok. Anadolu takımları da artık güçlendi ve hedeflerini büyüttü. Akıllı transferler yapmaya başladılar. Bursaspor, şampiyon olmak isteyen takımların sayısının artmasına yol açacak. "Bursaspor şampiyon oldu, biz niye olmayalım?" diyecekler. Bursaspor'dan aldıkları cesaretle herkes şampiyonluğu isteyecek ama bu kadar da uçmamak lâzım.

Eskişehir'in Bursaspor'dan nesi eksik? Senin takımın da şampiyonluk adayları arasında olabilir mi?

Bursaspor'dan sonra baktığımız zaman Eskişehirspor, taraftar, camia ve potansiyel olarak 3-5 takımdan bir tanesi. Geride kalanların başında geliyor. Şampiyonluk için birçok faktörün bir araya gelmesi lâzım. Bunu da konuşarak değil, çalışarak yaparsınız. Yabancılarınızın takıma iyi uyum sağlaması lâzım. Biraz da şans gerek. Bursaspor'u kutlamak istiyorum. O bütçeyle inanılmaz bir iş yaptılar. Sonuna kadar hak ettiler.

Ligimizde beğendiğin yerli ve yabancı oyuncular hangileri?

Emre Belözoğlu. Tam bir takım oyuncusu. Hem ileriye hem de geriye çalışıyor.

Bundan sonrası için hedeflerin neler?

A Millî Takım'a gelmem önemliydi ama daha da önemlisi burada kalıcı olabilmek. Biraz daha gelişim sağladığımda ve kulübüm de iyi sonuçlar aldığında Millî Takım'da da kendimi ispatlayacağımı düşünüyorum. Yakın zamanda Avrupa Ligi ve Şampiyonlar Ligi maçları oynamak istiyorum. 2-3 yıl sonra tekrar Avrupa'ya gidebilrim.

Bize biraz da özel hayatından ve hobilerinden söz eder misin?

Gezip tozmayı pek sevmem. Sakin bir kişiliğim vardır. Eşim ve 7 aylık çocuğumla vakit geçiriyorum. Onlarla olmaktan çok mutluluk duyuyorum. 22 yaşında evlendim. Eşimle evde film seyrederiz. Arkadaşlarla bir şeyler içmeyi severim ama bunu daha çok Almanya'daki çocukluk arkadaşlarımla yaparım. Yeri gelince de diskoya gider eğlenirim.