TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Johan Cruyff: Bir futbol devrimcisinin ardından 1.04.2016
Johan Cruyff: Bir futbol devrimcisinin ardından

Futbol dünyasının son büyük kaybı, Hollanda futbolunun medar-ı iftiharı Johan Cruyff oldu. Gerek futbolculuğu, gerek teknik adamlığıyla ardında unutulmaz bir miras bırakan efsane ismin anısının önünde saygıyla eğiliyoruz.

Yazı: Onur Erdem  / TamSaha 137. Sayı

24 Mart 2016 tarihi, futbol adına kara bir gün olarak kayıtlara geçti. Zira futbol tarihinin en önemli figürlerinden biri olan Johan Cruyff, o gün akciğer kanseriyle olan savaşını maalesef kaybetti. Cruyff birçok futbol otoritesine göre Avrupa'dan çıkmış, gelmiş-geçmiş en büyük futbolcuydu. Aynı zamanda hem futbolculuk hem teknik adamlık kariyerinde en yukarıya yükselmiş isim olarak da görülmekteydi. Ancak tüm bunların ötesinde, futbol tarihinin akışını değiştiren büyük bir devrimciydi. Jack Reynolds ve Vic Buckingham gibi Hollanda'da çalışmış İngiliz teknik adamların tohumlarını attığı ve Rinus Michels gibi bir futbol dehâsının da bu tohumları yeşerttiği "Total Futbol" anlayışının sahadaki beyni olarak futbolculuk kariyeri boyunca parıltılar saçan Cruyff, ardından teknik adamlığı süresince de bu anlayışın geliştirilmesi adına çalışmalarını sürdürmüştü. Teknik direktörlük hayatına noktayı koyduktan sonra bile hem Hollanda futbolu hem de Barcelona kulübü için en önemli akıl hocası olmaya devam eden Cruyff, iki taraf adına da pozitif tarihi kırılma noktalarında en çok ön plana çıkan isim haline gelmişti.

Johan Cruyff'un 68 yıllık yaşam öyküsü, 25 Nisan 1947'de Amsterdam'da başlamıştı. Doğduğu evin, Ajax'ın o zamanlar maçlarını oynadığı De Meer Stadyumu'na yürüyerek yaklaşık beş dakika mesafede olması ilahi bir işaret miydi bilinmez ama kulübe yakın oturuyor olmaları, 10'uncu yaş gününe geldiğinde Ajax altyapısına katılmasına vesile olmuştu. Cruyff, 12 yaşına geldiğindeyse babasını bir kalp krizi neticesinde kaybedecekti. Bu elim olay ise iki açıdan Cruyff'un hayatında kritik bir dönüm noktası olacaktı. Birincisi, babasının futbola çok meraklı olmasından dolayı, Cruyff da futbolcu olmayı iyice kafasına koyacaktı. İkincisiyse, o güne kadar küçük bir bakkal dükkânı işleten babasına bu işinde yardımcı olan annesi, dükkanı tek başına çekip çeviremeyeceğini düşünerek Ajax kulübünde temizlikçi olarak çalışmaya başlayacaktı. İlkinin etkisi, kulübe girdiğinde hem futbol hem de beyzbol bölümlerinde oynayan Cruyff'un tamamen futbola kanalize olmasını sağlarken, ikincisinin etkisiyse, annesinin kulüpteki yetkililere ısrarla oğlunun futbola ne kadar yatkın birisi olduğunu anlatması ve yetkililerin de bunun üzerine Cruyff'u daha yakından takip etmeye başlayarak onu daha çabuk üst kategorilere çıkarmasına yol açacaktı.

Cruyff 17 yaşına geldiğinde futbolculuk hayatındaki ikinci büyük gelişme yaşanacaktı. Ajax altyapısının İngiliz antrenörlerinden Vic Buckingham, A takım yetkililerine genç Johan'la ivedilikle profesyonel sözleşme yapılması ve onun A takıma alınması doğrultusunda yoğun telkinlerde bulunmaktaydı. Buckingham'ın telkinleri ciddiye alınınca da Cruyff, 1964-65 sezonunda, henüz reşit bile olmamışken, Ajax'ın en çok umut vaat eden oyuncusu olarak kendisine A takım kadrosunda yer bulmaya başladı. 15 Kasım 1964 tarihindeyse genç yıldız adayı, Ajax forması altındaki ilk maçına, deplasmanda GVAV takımıyla yapılan müsabakada çıkıyordu. Ajax, karşılaşmayı 3-1 kaybetmişti belki ama Amsterdam ekibinin o tek golüne imzasını koyan isim de Cruyff'tan başkası değildi.

1964 yılında Ajax tarihinde en az Cruyff'un takıma girmesi kadar önem taşıyan bir diğer olaysa 'Total Futbol'un mucitlerinden Rinus Michels'in futbol takımının başına getirilmesiydi. Saha kenarında Michels, saha içinde de Cruyff'un varlığı, dünya futbolunun görüp görebileceği en sıradışı takımlardan birinin oluşmasına vesile olacaktı. Gelgelelim, Cruyff'un Ajax'taki ilk sezonu çok kayda değer ayrıntılar barındırmayacaktı. Zira Ajax problemli bir sezon geçirmekteydi. Michels önderliğindeki dönüşüm başlangıçta sancılı olmaktaydı. Takım, küme düşen Fortuna Sittard'a anca üç puan fark atabilmişti. Genç Cruyff da bu karmaşa içerisinde 10 maçta forma giyme şansı bulabilmiş, dört de gol kaydetmişti.

Ajax'ta başlayan yükseliş

Ertesi sezon Ajax için her şey çok farklı olacaktı. Bir sene öncesinde alt sıralarda kalan Ajax, bu kez şampiyonluğa ulaşıyordu.18'ini yeni dolduran Cruyff da 19 maçta görev yaparken 16 gol kaydetmiş ve o yaştaki bir futbolcu için inanılması güç bir başarıya da imza atmıştı.1966-67 sezonunda Ajax ve Cruyff'un yükselişi devam edecekti. Hem de ne yükseliş! Gol rekorlarının kırıldığı sezonda Ajax 122 gol atarken bunların 33 tanesi Cruyff'tan gelmişti. Böylece Ajax bir kez daha ligde şampiyon olmuştu. 1966 yılının sonlarında Cruyff 19 yaşındayken millî takım formasını da sırtına geçirecekti. 7 Eylül 1966'da Rotterdam'da Macaristan'la oynanan ve 2-2 biten maçta Cruyff bir de gol atmıştı.

1968-69 sezonu Ajax adına tarihi bir sezon olacaktı. Cruyff ve arkadaşları Şampiyon Kulüpler Kupası'nda yarı finalde son şampiyon Manchester United'ı saf dışı ederek adlarını finale yazdırıyordu. Böylece bir Hollanda takımı da ilk kez bu kupada bu seviyeye geliyordu. 28 Mayıs 1969'da Madrid'de oynanan finaldeyse Ajax, Milan'a 4-1 kaybetmekten kurtulamayacaktı. Ertesi sezonsa Ajax'ın ezeli rakibi Feyenoord, finalde Celtic'i 2-1 yenerek bu kupayı Hollanda'ya ilk kez getiren ekip olma başarısını gösterecek ve belki de bu başarı itici bir etki yaratarak Ajax'ın sonraki yıllarda bu kupa üzerinde büyük bir hâkimiyet kurmasına da yol açacaktı.

Avrupa'nın en büyük kupasına ambargo

1970-71 sezonundan itibaren Cruyff Avrupa'nın en popüler futbolcularının başında gelen bir isim olacaktı. Bundaki en büyük etken de hiç şüphesiz Ajax'ınCruyff önderliğinde üç sene üst üste Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kazanmasıydı. Üç Avrupa zaferinden ilkinde Ajax finalde sürpriz bir ekiple, Yunan şampiyonu Panathinaikos'la karşı karşıya gelmişti. 2 Haziran 1971'de Wembley Stadı'nda oynanan mücadeleden Van Dijk ve Haan'ın golleriyle galip ayrılan Ajax, böylece iki yıl önce son aşamada kaybettiği ve önceki yıl ezeli rakibinin kazandığı kupaya nihayet uzanmış oluyordu. Cruyff için bireysel anlamda sezonun en büyük ödülüyse, Avrupa'da Yılın Futbolcusu seçilmesiydi.

Ajax, 1971-72 sezonunda çıktığı Şampiyon Kulüpler Kupası finalindeyse, 1964 ve 1965'te bu kupayı peş peşe kazanan Inter karşısında benzer bir başarıyı gerçekleştirmeye çalışacaktı. 31 Mayıs 1972'de Rotterdam'ın De Kuip Stadı'nın ev sahipliği yaptığı maçın kahramanı Cruyff oluyordu. 47 ve 78'inci dakikalarda Inter filelerini iki kez havalandıran yıldız oyuncu, takımını adeta tek başına zafere taşımıştı.

1972-73 sezonundaki üçüncü Şampiyon Kulüpler Kupası finalindeyse Ajax'ın karşısına yine bir İtalya şampiyonu, Juventus çıkıyordu. 30 Mayıs 1973'te Belgrad'da oynanan maçı Rep'in golüyle 1-0 kazanan Ajax, bu kupayı Real Madrid'den sonra üst üste üç kez kazanan ilk takım oluyor ve kupanın aslına ebediyen sahip olma hakkını da elde ediyordu. Üstelik Ajax'ıno sezonki Avrupa başarısı bununla da sınırlı değildi. UEFA o yıl Süper Kupa adında yeni bir kupaya start vermişti. Buna göre Avrupa'nın en prestijli kupaları olan Şampiyon Kulüpler Kupası ve Kupa Galipleri Kupası'nı kazanan takımlar, ertesi sezon Süper Kupa için iki maç üzerinden karşı karşıya gelecekti. İlk Süper Kupa finalinde de 1972'nin Şampiyon Kulüpler Kupası şampiyonu Ajax ile Kupa Galipleri Kupası şampiyonu Glasgow Rangers kozlarını paylaşacaktı. İlk maçı deplasmanda 3-1 kazanmayı bilen Ajax, kendi sahasındaki rövanşta da 3-2'lik bir galibiyet alıp Avrupa'nın bu en yeni kupasını da müzesine götürmeyi başarırken, Cruyff her iki maçta da Rangers ağlarına birer gol bırakıyordu.

Ajax ayrıca Kıtalararası Kupa'da da önceki yıl güvenlik nedeniyle uyguladığı boykotun ardından bu defa boy gösterme kararı almıştı. Rakip Arjantin'in Independiente ekibiydi. Arjantin'deki ilk maçın henüz başında Ajax,Cruyff'la 1-0 öne geçse de karşılaşmanın sonlarında Independientebir gol bulmuş ve maç 1-1 sona ermişti. Hollanda'daki ikinci maçtaysa Ajax işini daha sağlama alacak ve 3-0'lık net bir galibiyetle kupaya uzanacaktı. Böylece Cruyff, son sezonunda Ajax'la tam dört kupa birden kazanmış oluyordu. Böylesine parlak geçen bir sezonun ardından Cruyff, kariyerinde ikinci kez Avrupa'da Yılın Futbolcusu seçilerek Altın Top ödülüne lâyık görüldü.

Barcelona yılları ve 1974 Dünya Kupası

Cruyff aslında 1973-74 sezonuna da Ajax'la başlamış ve ilk iki lig maçında üç de gol atmıştı. Ancak o sıralarda Barcelona'nın yaptığı teklifi, eski hocası Rinus Michels'in de Katalan ekibinin başında olmasının etkisiyle kabul eden Cruyff, soluğu Katalunya'da aldı. Barcelona Cruyff'un transferi için tam 922 bin 300 sterlin harcamıştı ki bu o zaman için bir dünya rekoruydu.

Cruyff'un geldiği günlerde Barcelona, kulüp tarihinin belki de en sıkıntılı günlerini yaşıyordu. Takım ligde 14 yıldır şampiyonluğa hasretti. Bu süre zarfı içinde ezeli rakip Real Madrid'se tam dokuz defa La Liga'nın zirvesine çıkmıştı.Kötü gidişi durdurabilecek bir isim varsa o da Cruyff'tu. Sarı Fare lâkaplı yıldız, etkisini göstermekte hiç gecikmedi. Onun sürüklediği Barcelona, 14 yıllık hasretineson verip 1973-74 sezonunu şampiyon olarak tamamladı. 17 Şubat 1974'te deplasmanda 5-0 kazanılan Real Madrid karşılaşmasıysa birçok Barcelonalı için kulüp tarihinin en anlamlı maçı olarak hafızalara kazınacaktı. Hatta bazı Katalanlara göre o gün, Franco rejiminin resmi olmasa da de facto bitiş tarihiydi.

Cruyff içinse bu sezonun anlamı sadece Barcelona'yla sınırlı değildi. Zira en sonunda, yıllardır hayalini kurduğu turuncu formayla uluslararası bir turnuvada boy gösterme şansını da yakalayacaktı. 1938'den beri Dünya Kupası'na iştirak edemeyen Hollanda, nihayet 1974 Dünya Kupası'na katılma hakkını elde etmişti. Kupada oynadığı maçlarda özellikle Arjantin'i 4-0 ve son şampiyon Brezilya'yı da 2-0 yenerken izleyenlere adeta parmak ısırtan Portakallar, turnuvanın en çok alkış alan takımı olarak finale yükselmeyi da başarıyordu. Artık futbol dünyasının en büyük kupasına uzanabilmeleri için önlerinde tek bir maç kalmıştı. Onda da rakip, ev sahibi Federal Almanya'ydı.

Hollanda, 7 Temmuz 1974'te Münih'te oynanan finalde, Dünya Kupalarında final maçlarında görülmüş en etkileyici başlangıca imza atarken santradan itibaren 17 pas yapıyor, 18'inci pasta topu alan Cruyff'un ceza sahasına girdiğinde düşürülmesiyle de penaltı kazanıyordu. Topun başına gelen Neeskens'in atışı gole çevirmesi sonucunda da top daha Almanlara değmeden 1-0'lık üstünlüğe ulaşacaklardı. Ancak Federal Almanya da 25. dakikaya gelindiğinde Hölzenbein'in kendisini ceza sahası içinde yere atması üzerine bir penaltı kazanacak ve bu kez de Breitner 11 metrede topu filelere yollayarak skora denge getirecekti. İlk yarının sonlarında da Gerd Müller fırsatçılığını konuşturup takımını 2-1 öne geçiriyor ve bu gol kupayı Federal Almanya'nın kazanmasını sağlıyordu. Finalde yaşadığı hayal kırıklığına rağmen Cruyff çoğu futbolsever tarafından kupanın en çok parlayan yıldızı olarak kabul görmüştü. Zaten yıl sonunda, kariyerinde üçüncü kez Avrupa'da Yılın Futbolcusu seçilmesiyle bu görüşler resmiyet de kazanmış olacaktı.

1974 sonrasında talih Cruyff'u yavaş yavaş terk etti ve her sene ikişer üçer kazandığı kupaları yavaş yavaş unutur oldu. Barcelona'da 1977-78 sezonunun sonuna kadar geçirdiği süre içerisinde, şampiyon oldukları ilk sezonun sonrasındaki dört sezonda ligi üç kere ikinci, bir kere de üçüncü sırada tamamladılar. Katalan ekibine veda ettiği son sezondaysa kazanılan Kral Kupası vedasını anlamlandıran hoş bir ayrıntı oluyordu.

1978'de Cruyff çok tartışmalı bir karara daha imza attı ve Arjantin'de düzenlenecek olan Dünya Kupası'nda Hollanda forması giymeyeceğini açıkladı. Yıldız oyuncunun askeri cunta yönetimindeki bir ülkede Dünya Kupası düzenlenmesine duyduğu tepkiden dolayı böyle bir karar aldığı öne sürülmüştü. Yine de yıllar sonra Cruyff bu iddianın gerçekleri yansıtmadığını açıklayacaktı. Asıl sebep, turnuvadan bir süre önce ailesiyle birlikte kendilerine karşı bir kaçırma teşebbüsünde bulunulması ve kendisinin de bundan dolayı yaşadığı psikolojik sorunlardı.

Futbolculuktaki son yıllar

31 yaşındaki Cruyff kariyerinde artık yavaş yavaş vites küçültüyordu ve Barcelona sonrasındaki durağı, o yıllarda birçok ünlü veteran futbolcununki gibi, ABD olacaktı. Cruyff yeni dünyada geçirdiği iki sene içerisinde Los Angeles Aztecs ve Washington Diplomats formalarını giydi. Ancak ABD'deki futbol ortamını fazla heyecansız bulan Hollandalı, 34 yaşında tekrar Avrupa'nın yolunu tutmaya karar veriyordu. Önce İspanya'ya uğramaya niyetlendi fakat sadece 10 maç süren bir Levante macerasının ardından futbola başladığı yerde, Ajax'ta nokta koymak üzere ülkesine döndü.

Sarı Fare, ilerlemiş yaşına rağmen ikinci Ajax macerasına da harikalar yaratarak başladı. 1981-82 sezonunun ikinci yarısında katıldığı takımında ayağının tozuyla bir lig şampiyonluğu yaşadı. Ertesi yıl da Ajax, Cruyff'un önderliğinde hem ligi hem de kupayı kazanacaktı. Ancak peri masalı o sezonun bitimiyle son bulacaktı çünkü kontratını uzatmak isteyen Cruyff'a Ajax jübile teklif etmekle yetinmişti. Bu duruma çok sinirlenen Cruyff, Ajax'ın baş düşmanı Feyenoord'a transfer olarak kariyerindeki nadir eksikliklerden biri olan "ülke futbol tarihinin en sansasyonel transferine imza atan kişi olma" unvanını da elde etmiş bulunuyordu.

Az önce 'peri masalı son bulacaktı' derken kast ettiğimiz Sindrella, Cruyff değil Ajax'tı aslında. Zira Cruyff, Feyenoord'da geçirdiği kariyerinin son sezonunda takımını çifte kupaya taşımayı başarmıştı. Bu ilginç sezonla birlikte Cruyff aktif futbolculuk hayatını noktaladı. Ardında bıraktığı başarılar kısaca şöyleydi: Bir Dünya Kupası finalistliği, üç Şampiyon Kulüpler Kupası, bir Kıtalararası Kupa, bir Avrupa Süper Kupası, dokuz Hollanda Ligi Şampiyonluğu, bir İspanya Ligi Şampiyonluğu, altı Hollanda Kupası, bir İspanya Kral Kupası, üç defa Avrupa'da Yılın Futbolcusu, iki defa da Hollanda Ligi gol kralı.

Teknik adamlıktaki ilk yıllar

Johan Cruyff, her ne kadar aktif teknik direktörlüğe 1996'da noktayı koymuş olsa da daha sonrasında 2009-2013 yılları arasında Katalunya karmasının başında sembolik olarak görev almış, 2 Ocak 2013 tarihinde de Katalunya karmasıyla Nijerya arasında oynanan maçta teknik adamlıktaki jübilesini yapmıştı. Bu olayın ardından TamSaha'da, kendisinin teknik adamlığıyla ilgili yayımladığımız yazıda şu ifadelere yer vermiştik:

"İyi futbolcu olmak zor iştir. İyi teknik direktör olmak da en az o kadar zordur. Hem iyi futbolcu, hem de iyi teknik direktör olmaksa belki de futbol dünyasında ulaşılması en güç mertebedir. Öyle ki dünyanın gelmiş geçmiş en büyük futbolcuları listesine şöyle bir göz atıldığı zaman, teknik adamlık kariyerinde de aynı başarıları sürdürmüş isimleri neredeyse cımbızla ayıklamak gerekmektedir.

Örnek vermek gerekirse tüm zamanların en büyük iki futbolcusundan Pele, aktif futbolculuk yaşantısını noktalamasının ardından teknik direktörlüğün T'siyle dahi alâkadar olmamış ve hiçbir takımı çalıştırmamıştır. Diego Maradona'ysa bu işe heves etmiştir etmesine ama Racing Club, Arjantin Millî Takımı ve El Vasl maceralarının hepsi fiyaskoyla sonuçlanmıştır. Eusebio, George Best, Garrincha ve Socrates gibi isimler de bu alanda Pele'nin gittiği yolu seçip toptan emekliliğin tadını çıkarmaya çalışmıştır. Maradona gibi teknik adamlıkta fiyaskolara imza atan eskinin şöhretler içerisinde ilk akla gelenlerinse; Fransa'yı 1990 Dünya Kupası'na götüremeyen, 1992 Avrupa Şampiyonası'nda da ilk turdan sonrasına taşıyamayan Michel Platini; tek menajerlik deneyiminde Preston North End'i küme düşüren Bobby Charlton; Hollanda Millî Takımı, Ajax ve Heerenveen'deki deneyimlerinde hiçbir başarı elde edemeyen Marco van Basten olduğu söylenebilir.

Öte yandan zıt yönde verilebilecek örnekler de elbette yok değil. Franz Beckenbauer ve Mario Zagallo, Dünya Kupası'nı hem futbolcu hem de teknik adam olarak kazanmayı başarmıştır. Alfredo Di Stefano teknik adamlık kariyerinde Valencia'ya hem lig hem de Kupa Galipleri Kupası şampiyonlukları yaşatmış, Ferenc Puşkaşda Panathinaikos'u Şampiyon Kulüpler Kupası'nda final oynatmıştır. Ancak bunlar da dönemlik başarılar olmuş ve söz konusu isimler zikredildiğinde akıllara hep futbolcu halleri gelmiştir (Zagallo 40 yıl boyunca teknik adamlık yaptığı için bu örneğe biraz ters düşebilir belki ama 1970'teki Dünya Kupası zaferi sonrası 1997'ye kadar 10'un üzerinde işte çalışmasına karşın tek bir kupa dahi kazanamadığı da söz konusu örneği aslında doğrular niteliktedir).

Tüm bu tablo içerisinde en aykırı örnekse hiç kuşkusuz Johan Cruyff'tur. Yaklaşık 20 yıl süren futbolculuğu döneminde 10 lig şampiyonluğu, üç de Şampiyon Kulüpler Kupası zaferi yaşayan Hollanda efsanesi, saha kenarına mevzilendiğinde de saha içindeki halini hiç aratmamış ve 11 yıllık kısa sayılabilecek teknik direktörlük hayatına da dört lig şampiyonluğuyla bir Şampiyon Kulüpler Kupası, iki de Kupa Galipleri Kupası sığdırmayı başarmıştır."

Cruyff, teknik adamlık kariyerine de tıpkı futbolculukta olduğu gibi Ajax'ta başlarken, bu yeni dönemin ilk sezonu olan 1985-86 sezonunu Hollanda Kupası'nı kazanarak tamamlıyordu. Ertesi sezonsa Cruyff'un teknik direktör olarak ilk uluslararası başarısı da gelecekti. Kupa Galipleri Kupası'nda finalde Lokomotive Leipzig'i Van Basten'in golüyle 1-0 yenen kırmızı-beyazlılar, böylece kupa koleksiyonlarındaki eksik parçalardan birini daha tamamlıyordu.

Bu güzel başlangıca karşın, Ajax'ın 1987 yazında takımın en önemli yıldızı Van Basten'i Milan'a kaptırması, bir başka yıldız Rijkaard'ın da Cruyff ile yaşadığı tartışma sonrasında Zaragoza'ya kiralanması, takımın büyük bir güç kaybı yaşamasına sebep olacak ve yılbaşına gelindiğinde de Cruyff istifa ettiğini açıklayacaktı.

Barcelona'ya dönüş vakti

Cruyff, nasıl futbolculuğu döneminde Ajax'tan sonra Barcelona formasını giydiyse, teknik direktörlüğünde de Amsterdam ekibinden sonraki adresi olarak Camp Nou'yu seçmişti. 1988-89 sezonu öncesinde Barcelona'nın başına gelen Cruyff'un ilk icraatı da yaklaşık 15 yıl önce hocası Rinus Michels'in kurduğu yapının bir benzerini kurmak ve bunu kalıcı hale getirmekti. Bu doğrultuda hem çok sayıda transfer yapıldı hem takımın oyun anlayışı değiştirildi hem de altyapıda da bu yeni oyun anlayışına uygun bir eğitim revizyonuna gidildi.

Elbette bu tip radikal değişiklikler sonrasında, üstelik karşıda Real Madrid gibi bir rakip de varken, hemen başarılı olunması kolay değildi. Nitekim Barcelona'nın şampiyonluk hasretini bitirmesi için biraz daha beklemesi gerekecekti. Ancak bu, sezonun başarısız geçeceği anlamına da gelmiyordu. Takım, Kupa Galipleri Kupası'nı, o yıllarda Avrupa'nın en formda ekiplerinden biri olan Sampdoria'yı 2-0 yenerek müzesine götürecekti.

Cruyff yönetimindeki Barcelona, bir sonraki sezonu Kral Kupası zaferiyle kapatırken, lig şampiyonlukları da 1990-91 sezonuyla birlikte gelmeye başlayacaktı. Bu sezonun ağızlarda buruk bir tat bırakan hadisesiyse, iki yıl evvel kazanılan Kupa Galipleri Kupası'nın bu kez finalde Manchester United'a karşı kaybedilmesiydi.

Barcelona, 1991-92 sezonundaysa tarihinin o ana kadarki en büyük başarısını yaşayacaktı. Şampiyon Kulüpler Kupası'nda, 20 Mayıs 1992'de Wembley'de oynanan finalde Sampdoria'ya rakip olan Barça, uzatmalarda Ronald Koeman'ın attığı frikik golüyle maçı 1-0 kazanacak ve bu kupayı tarihinde ilk kez kucaklamanın sevincini yaşayacaktı. Cruyff da haliyle bu büyük kupayı hem futbolcu hem de teknik direktör olarak kazanan nadir isimlerden biri olmuştu. Bu başarının devamında da Barça, Werder Bremen'i devirerek Süper Kupa'yı da müzesine götürecekti.

Cruyff'un Barcelonası, La Liga'daysa şampiyonluklara adeta ambargo koymaktaydı. 1991'de kazandıkları ilk lig zaferinin ardından peş peşe üç kez daha ligi zirvede tamamlayan Cruyff'un öğrencileri böylece dört ardışık şampiyonlukla Barcelona'nın bu alandaki kulüp rekorunu da kırmış oluyordu.

Lolipoplu kahraman

Barcelona'nın tılsımının bozulmasınınsa, 18 Mayıs 1994'teki Şampiyonlar Ligi finaline denk geldiği söylenebilir. Özellikle kaleci Zubizarreta'nın belki de kariyerindeki en kötü oyunu çıkardığı ve birbirinden hatalı goller yediği maçta Barcelona, Milan'a 4-0 mağlup olmuş ve bu kupayı ikinci kez kazanma şansını kaçırmıştı. Ertesi sezonsa Katalan ekibinin ligdeki dört yıllık şampiyonluk serisi de ezeli rakip Real Madrid'in zirveye çıkmasıyla son buluyordu. 1995-96 sezonunda da istenen başarılar gelmeyince, Cruyff ile Barcelona'nın yolları ayrılacaktı.

Barcelona'dan ayrıldıktan sonra bir daha takım çalıştırma fikrine sıcak bakmayan Cruyff, böylece henüz 49 yaşında teknik adamlık kariyerini de noktalamış oluyordu. Ancak futbolculuğunda neredeyse kazanmadık kupa bırakmayan efsanenin, kısa teknik adamlık kariyerinde kazandıkları da az değildi: Bir Şampiyon Kulüpler Kupası, iki Kupa Galipleri Kupası, bir Süper Kupa, bir Şampiyonlar Ligi finalistliği, bir Kupa Galipleri Kupası finalistliği, dört İspanya Ligi Şampiyonluğu, bir İspanya Kral Kupası.

Yaşantısının önemli bir bölümünde sigara tiryakiliğiyle gündeme gelen Cruyff, futbolu bıraktıktan sonra "Doktorlar sigarayı veya futbolu bırakmam gerektiğini söylediler, ben de futbolu bıraktım" sözünü dahi sarfetmişti. Ancak 1991 yılında geçirdiği by-pass ameliyatı sonrasında sigarayı artık mecburen bırakması gerekmişti. Bunun sonrasında yedek kulübesinde her maç lolipop yerken çizdiği görüntüyle de belki de Red Kit'ten sonra sigarayı bırakan en ünlü kahraman haline gelmişti. Ne var ki gençliğindeki aşırı sigara tüketiminin etkileri, sigarayı bırakmasından yaklaşık çeyrek asır sonra kötü bir biçimde kendisini gösterecekti. Efsane, 2015'in Ekim ayında, akciğer kanserine yakalandığı açıklıyordu. 24 Mart 2016 tarihindeyse acı haber geldi ve futbol dünyasının en büyük isimlerinden biri daha ölümsüzler arasındaki yerini almış oldu. "Ölümsüz" derken abarttığımız düşünülmesin, zira Cruyff futbola o kadar çok şey katmış birisiydi ki, onun adının, futbol var olduğu sürece unutulması kesinlikle mümkün değil.

TamSaha'nın 2011 Mart ayında yayınlanan 77. sayısındaki Johan Cruyff yazısı için tıklayınız...