TamSaha 166. Sayı / Eylül 2018

Torino ekibi aynı yıl ayrıca, dünya üçüncüsü Polonya’nın flaş ismi Zbigniew Boniek’i de renklerine bağlamıştı. Platini sonrası dönemde artık bir- çok kulüp büyük oynamaya niyet- lenmiş ve Serie A’yı adeta futbolun NBA’ine çevirmek için kolları sıva- mıştı. 1983’te, o dönemde çoğu kişinin dünyanın en iyi futbolcusu olarak kabul ettiği Zico, kariyerinin son döneminde bir İtalya havası alabilmek adına Udinese’ye imza atarken, bir başka önemli Brezilyalı oyuncu Toninho Cerezo ise Roma’da vatandaşı Falcao ile eküri olmayı tercih ediyordu. Ertesi yıl bu furyaya, Socrates’i transfer eden Fiorentina da katılır- ken, Inter ise Alman futbolunun süper starı Karl-Heinz Rummenig- ge’yi Bayern Münih’ten koparmayı başarmıştı. Milan da İngiliz Millî Takımı oyuncuları Mark Hateley ve RayWilkins’e imzaları attırmış, hattaWilkins için Manchester United’a ödediği 1.5 milyon poundla yeni Britanya transfer rekorunu da kırmıştı. Liverpool ile üç Avrupa şampiyonluğu yaşayan Graeme Souness ise Sampdoria’nın yolunu tutmuştu. En büyük sükseyi yapansa, Barcelona’dan Diego Armando Maradona’yı 13.5 milyar lirete kadrosuna katan Napoli oluyordu. Böylece iki sene önce Barcelona’ya gelirken dünya trans- fer rekorunu kıran Maradona da bu rekorunu biraz daha geliştiriyordu. Zirveden aşağı serbest düşüş Çizme’nin 1980’lerin ikinci yarısın- dan itibaren dünyanın en önde gelen oyuncuları için adeta mıkna- tıs vazifesi görmeye başladığını en net ortaya koyan örneklerden biriyse, 1982, 1986 ve 1990 Dünya Kupalarındaki takımların kadrola- rındaki Serie A patentli oyuncular ve bunların zaman içerisindeki sayısal artışı olarak karşımıza çıkmakta. 1982 Dünya Kupası önce- sinde İtalya Millî Takımı haricindeki 23 takımın kadrosunda, Serie A’da oynayan sadece beş oyuncu bulunuyordu. 1986’da bu sayı 16’ya, 1990’daysa 31’e yükselmişti. Üstelik bu oyuncular da genellikle takımlarının ve hatta turnuvanın en önemli oyuncularıydı. 1986’da turnuvayı ilk üçte bitiren takımların en iyi oyuncuları konumundaki Maradona, Rummenigge ve Pla- tini’nin üçü de İtalyan takımlarında oynamaktaydı. 1990’da şampiyon olan Federal Almanya’nın yıldızla- rından Lothar Matthaeus, Jürgen Klinsmann, Rudi Völler ve Andreas Brehme de yine futbol yaşamlarını Serie A’da sürdürürken, final oyna- yan Arjantin’de de Diego Maradona, Claudio Caniggia, Abel Balbo ve Ro- berto Sensini gibi isimler de İtalyan takımlarının kadrolarında bulunu- yordu. Hatta 1990 Dünya Kupası fi- nalinde sahaya çıkan 22 oyuncudan 10’u İtalya’da oynamaktayken finalin taraflarından Federal Almanya’nın liginden altı, Arjantin’in ligindense sadece iki oyuncu bulunmaktaydı. Dünyadaki çoğu yıldız oyuncunun Serie A’da toplanması, kulüpler düzeyinde de İtalyan futbolunu neredeyse rakipsiz hale getirmişti. Milan, 1989 ve 1990 yıllarında Şam- piyon Kulüpler Kupası’nı müzesine götürürken, aynı iki sezonda Kupa Galipleri Kupası’nda final oynayan Sampdoria, bunların ilkini Barcelo- na’ya karşı kaybetmesine karşın ikincisinde Anderlecht önünde gülen taraf oluyordu. UEFA Kupa- sı’ysa tamamen İtalyan hegemon- yası altına girmişti. 1989’dan 1995’e kadar bütün finallerde İtalyan takımları yer alırken bunlardan sadece 1992 finalinde Torino, Ajax’a takıldı, geri kalan finallerde kupa hep İtalya’ya gitti. Ayrıca 1990 yılı, üç Avrupa kupasının birden tek bir ülkeye gittiği tek yıl olarak da tarihe geçti. Son 10-15 yıla bakıldığındaysa, İngiltere ve İspanya liglerinin, yıldız oyuncular için daha cazipmerkez- ler haline geldiği ve İtalya’nın bu konudaki itibarını gün geçtikçe yitirdiği bir gerçek. Son dünya şampiyonu Fransa’nın kadrosundaki Serie A patentli tek isim, Juventus’ta top koşturan Blaise Matuidi’ydi. Ligin son 10 yıldaki en büyük yıldızlarından Samuel Eto’o’nun, zirvede olduğu bir dönemde astronomik bir transfer teklifi netice- sinde Rusya’nın Anzhi takımına gitmesi ve ardın- dan da Zlatan Ibrahimo- vic’in de Arap sermayesi kontrolüne geçen Paris St. Germain’in yolunu tut- ması, İtalyan kulüplerinin yıldızları getirmek veya ellerinde tutabilmek için eski maddi güçlerinde olmadıklarının açık bir göstergesiydi. Sonraki yıllarda da Serie A’nın zirvesinde bir hege- monya kuran Juventus, orta saha- sındaki en önemli isimlerinden Arturo Vidal’ı Bayern Münih’e, Paul Pogba’yı da Manchester United’a kaptıracaktı. Eskiden İngiltere ve Almanya gibi ülkelerin yıldız oyun- cuları Serie A’nın vasat takımlarına gelebilmek için bile sıraya girerken, artık Serie A’nın en başarılı takımı, elindeki yıldızların İngiliz ve Alman kulüplerine gitmesine mâni olamı- yordu. Söz konusu durum, kulüpler düze- yindeki başarıya da (veya başarı- sızlığa) hiç kuşkusuz etki ediyor. İtalyanlar, 2010 yılında Inter’in elde ettiği Şampiyonlar Ligi zaferi sonrasında bu kupada sekiz sezonda sadece iki kez, Juventus vasıtasıyla boy gösterebildi ancak siyah-beyazlılar bu iki finalde de Real Madrid’e boyun eğmekten kurtulamadı. UEFA Kupası ve Av- rupa Ligi’ndeyse son 18 finalde tek bir İtalyan takımı dahi yer alamadı. Gelecek nelere gebe? Cristiano Ronaldo’nun Juventus’a transferi, elbette İtalyan futbolunun kulüpler düzeyinde yeniden büyük bir iddia ortaya koyabilmesi adına önemli bir dönümnoktası niteli- ğinde. Ancak bunun devamının gelmesi için, sadece Juventus’un ihtirası yeterli olmayacaktır. Dolayısıyla son yıllarda gittikçe sıradanlaşan üç büyüklerin diğer ikisi Inter ve Milan’ın da maddi açıdan yeniden güçlenip büyük yıldızları İtalya’ya getirme konusunda Juventus’a eşlik etmeleri gerekiyor. 1980’lerde ve 1990’lardaki gibi Serie A’nın vasat takım- larının da önemli yıldızları kadrolarına katabilmeleriyse, kısa vadede neredeyse imkânsız durumda. Bunun için belki de en kestirme yol, bu kulüplerin yabancı sermaye tarafından satın alınmasında yatıyor ama İtalyan futbolunun kulüplere sağladığı mevcut gelir ha- vuzu özellikle İngiltere’nin çok gerisinde olduğu için bu kulüplerin yabancı yatırımcılar için cazip olmadığı da açık. Maradona Juventus son yıllarda ancak finallerle yetindi İnter’in panzerleri Matthaeus, Klinsmann ve Brehme Milan’ın üç Hollandalısı Rijkaard, Van Basten ve Gullit 64 65

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4NA==