TamSaha 188. Sayı / Temmuz 2020

Gönülden Kaleme Ülkemizin şirin, yemyeşil, verimli topraklara sahip bir köyünde başlıyor hikâyemiz. YaşamPınarı Deresi köyün or- tasından geçiyor, adının hakkını verircesine, geçtiği yerlerdeki canlılara hayat vermeye devam ediyordu. Köyde ya- şayan insanlar dereden akan tertemiz suyla hayvan- larını, bahçe ve tarlalarını suluyordu. Muhtar Ahmet atmışlı yaşlarının başında, altı çocuklu, geçimini çift- çilikle sağlayan biriydi. Muhtarın çocuklarının dördü yakınlarındaki şehre göç etmişlerdi… Düzenli gelir ve sigortalı bir işe sahip olabilmek için. Muhtar çocukla- rın gidişine çok üzülmüştü. Bir an geçmişi hatırladı; babası yedi çocuğunu çiftçilik yaparak okutmuş, evlendiripmal mülk sahibi yapmıştı. Toprak, su aynıydı fakat yetiştirdiği ürünler eskisi gibi para etmediği için çocuklarının büyük şehre gitmelerini önleyememişti. Çocukları büyük şehirlerde aradıkla- rını bulamamış, geçim sıkıntısı çekmeye başlamış- lardı. Hayvanlarının sütünden elde ettikleri peynir, tereyağı; bahçe ve tarlasında yetiştirdiği sebze, meyveyi otobüslerle gönderiyor, en azındanmutfak harcamalarına katkıda bulunuyordu. Bir gün birisi muhtarın kapısını çaldı. Köye fabrika kuracağını, burada en az üç yüz kişinin istihdam edileceğini, muhtarın dere kenarındaki tarlalarından birisini almak istediğini söyledi. Muhtar alıcının tekli- fini hiç düşünmeden kabul etti. Oysa babası, “Oğlum toprağına sahip çık” öğüdü vermişti ama alıcı tarla- sına çok iyi fiyat teklif etmiş, çok sayıda insana iş imkânı sağlayacak bir fabrika kurulacağını söylemişti satacağı tarlaya. Bu duruma çok sevindi çünkü şehirlere giden çocukları geri dönecekler, fabrikadaki mesai saatleri dışında kalan zamanlarında bahçe ve tarlalarını ekip biçeceklerdi. Fabrika kurmak isteyen şahıs dere kenarında aldığı arazisine yaptı tekstil fabrikasını. Aslında fabrika sahibi başka işlerden kazanmıştı parayı, bu işlerden anlamıyordu… Bir arkadaşının önerisiyle bu işe gir- meye karar vermişti. Çünkü ülkemizde tekstilin altın çağlarıydı. İşi bilen arkadaşını müdürlük görevine getirdi çünkü para kendisinde, bilgi ve birikimarka- daşındaydı. Fabrika kuruluş aşamasında arkadaşının yanlış yönlendirmesi sonucu aldıkları makine parku- runu yenilemek zorunda kalmışlardı. Müdür seçimi konusunda hata yapmış, fabrikamaliyeti beş lira ye- rine yirmi beş liraya çıkmıştı. Dolayısıyla arıtma tesi- sini sonraya bırakmışlardı. Nasıl olsa kazanacakları parayla arıtmayı yaparlar, bu süre zarfında kimyasal atıkları çaktırmadan yavaş yavaş dereye boşaltırlardı. Nitekimböyle de yaptılar… Önce geceleri, işin kokusu çıkmayınca gündüzleri de boşaltım tam gaz devam etti. Köyün doğa konusunda bilirkişisiydi koca nine. Köylü yazları kurakmı geçecek, hava donmu yapacak, kış çetinmi yaşanacak, o sene ürün bereketli mi olacak, ona sorardı. Tahminlerinde bu güne yanıldığı görül- memişti. Yüz yaşını geçmiş, doğayı gözlemlemesinin sonunda bu tecrübeyi edinmişti. İlk defa o fark etmişti derenin sessiz inlemelerini. Kimse bir şeyin farkında değilken, koca nine iniltisini duymuştu derenin. Çünkü keçilerinin fabrikanın aşağısındaki dereden su içmediğini fark etti. Hayvanlarında bir şey var mı diye düşündü, emin olmak için derenin fabrikanın üstünde kalan kısmına götürdü, keçiler dereden su içmeye başladı. Dere aynı dere… Bir bölümünden su içiyorlar, bir bölümünden ise içmiyorlardı keçileri. Bu durum koca ninenin kafasında soru işaretleri oluşturmuştu. Emin olmak için ertesi gün yine fabrikanın altına, bu kez beş yüz metre aşağısına götürdü, sonuç yine aynıydı. Keçiler su içmemişti dereden. Aynı keçiler fabrikanın üst bölümünde kalan kısmından doyasıya içiyorlardı sularını. Artık emindi fabrikanın dereye bir şeyler yaptığından. Soluğumuhtarlıkta aldı, “Oğul” dedi muhtara, “Bu fabrika dereyi zehirliyor, bunu dur- dur, yoksa ne suyun ne toprağın bereketi kalmayacak köyümüzde.” Muhtar ilk defa koca nineyi dikkate almamıştı. Fabrika köylerine canlılık getirmiş, köyün şehirde tutunamayan gençleri dönmüş, ekonomi can- lanmış, gençlerin düzenli gelirinin yanında sigortalı işleri olmuştu. Bunları geçirdi zihninden. Fabrikanın ilk etapta artıları çoktu bölgeye. Bu düşüncelerden dolayı koca ninenin sözlerini kulak ardı etti. Derenin inlemeleri her geçen gün artan zehirlenmeyle yerini sessiz çığlıklara bırakmıştı. Zehre fazlamiktarda maruz kalan balıklar, üçer beşer ölmeye başlamış- lardı. Henüz toplu balık ölümleri başlamamıştı. Koca nine yine çaldı muhtarın kapısını. İhtiyar heyetiyle toplantıdaydı muhtar. Toplantı halinde olan heyete öfkeyle seslendi koca nine. Çünkümuhtar, “Çok önemli konuları konuşuyoruz toplantıda, daha sonra gelsen…” demişti. İlk defa bu kadar öfkeli görmüşlerdi koca nineyi, mecburen toplantıya ara verip dinlediler. “Oğul” dedi muhtara dönerek, “Bu fabrika dere su- yunu zehirliyor, engel olmazsan, bu su zehrini toprağa ve bitkilere bulaştıracak, derede balık kalmayacak, hayvanları sulayacak su bulamayacağız. Yeşiliyle ünlü köyümüz üç-beş yıla kadar çorak topraklarla çevrilecek. Yetiştirdiğimiz sebze, meyveyi mumla arayacağız. Oğul benimbir ayağım çukurda, bugün varımyarın yokum, yeni gelecek nesillerin bizleri hayırla yâd etmeleri için bu katliamı durdur” dedi. Muhtar ve ihtiyar heyeti, “Koca nine çok büyütüyor- sun, birkaç balık öldü diye çocuklarımızın ekmek teknelerini şikâyet edip kapattıralımmı?” cevabını verdi. “Tabiî kapanmasın iş yerleri, ama atıkları için önlemalsın, bu zehri arıtsın, kalan suyu dereye bo- şaltsın” diye ısrar etti koca nine. “Tamam” dedi muh- tar, “Fabrika sahibiyle konuşacağım” sözleriyle yine geçiştirdi koca nineyi. Fabrika konusunda fikri değiş- memiş, artılarının çok fazla olduğu düşüncesi pekiş- mişti. Fabrikanın kapanacağı, gençlerin işsiz kalacağı endişesi gerçeği görmesinin önünde kara bir perde oluşturuyordu. Zaman içinde bölgelerine onlarca fabrika kurulmuş, YaşamPınarı Deresi’nin sessiz çığlıkları, feryatlara dönüşmüştü. Toplu balık ölümleri, gözleri yaşartan keskin bir koku, atılan kimyasal maddeye göre her gün değişen rengiyle derenin feryatları görünür olmuştu. Muhtar Ahmet bu görüntü karşısında büyük bir pişmanlık yaşıyordu. Koca ninenin dediği her şey gerçekleşmişti. Artık sebze meyveyi kendilerine yetecek kadar bile yetişti- remiyorlardı. Derenin geçmediği köylerde yetişen ürünleri para ile satın alıyorlardı. Babasının derede eliyle balık tutmayı öğrettiği günleri hatırlıyor, derenin bugünkü halini görüp sık sık dalıp geçmişe gidiyordu. Karıştığı diğer akarsulara insan eliyle aldığı zehri bulaştırarak, yüzlerce kilometre alan içinde çevresin- deki canlıların ölümüne yol açarak, ÖlümPınarı Deresi olmuştu. Aslında iyi niyetle girişilen bir işin açgözlülük sebe- biyle doğada kalıcı hasarlara sebep olarak gelecek nesillerin topraktan, sudan ve havadanmahrum bırakılmalarının hikâyelerinden biridir bu yaşananlar. Şu soru ile bitirelimyazımızı… Açgözlü insanların kurduğu fabrikalarda doğayı mahvetmek adına insanların iş sahibi olmalarını mı, doğa ile dost, daha az kazanan iş yerlerinde iş sahibi olmalarını mı ister- siniz? Bu arada küçücük bir virüsün, su ile toprağın ne kadar hayatî önemde olduğunu gösterdiğini göz önüne alarak sorumun cevabını veriniz. Hayatınızdanmaske, mesafe, hijyen eksik olmasın... Sağlıkla kalın… !smail Gökçek ZEH!R 104 105

RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4NA==