TamSaha 190. Sayı / Eylül 2020
dikleri hikâyelerin dışında da futbol sahasına baktıklarında gururlanıp mutlu olabileceklerini görmüşlerdi. Avusturya futbolunun “pastırma yazı” diyebileceğimiz bu dönemde yine Avrupa çapında birçok oyuncu yetiştirilmiş ve bu yıldızların yardı- mıyla da Avusturya Millî Takımı peş peşe iki Dünya Kupası’na katılmış, üstelik bunların ikisinde de ilk turun ötesine geçmeyi bilmişti. Söz konusu yıldızlar arasında kim- ler mi vardı? Mesela Hans Krankl… RapidWien’de peş peşe gol krallık- ları yaşayıp Avrupa’da da Altın Ayakkabı’yı aldıktan sonra Barcelo- na’ya gitmiş ve gol krallıklarına bir yenisini La Liga’da da eklemeyi başarmış harikulade bir golcüydü. Krankl ile birlikte hücumhattında yer alanWalter Schachner de ortağı Barcelona’ya gittikten sonra Avus- turya liginde gol krallıklarını ondan devralan, ardından 1980’lerin büyük bölümünü Serie A’nın çeşitli takım- larında geçiren bir isimdi. Orta sa- hada Kurt Jara, savunmada Bruno Pezzey ve kalede de Friedrich Kon- cilia takımın diğer üst düzey oyun- cularıydı. Oyun zekâsı ve paslarıyla tümbu önemli oyuncuları saha içinde adeta bir orkestra şefi gibi yöneten bir kişi daha vardı. O da Avusturya Futbol Federasyonu’nun, kuruluşunun 100. yılına denk gelen 2004’te, ülkede son 100 yılın en değerli futbolcusu olarak seçtiği Herbert Prohaska’ydı. Unutulmaz oyuncu, geçtiğimiz ay 65 yaşını geride bıraktı. Çocukluğu imkânsızlıklar içinde geçti Bu noktadan hareketle 65 sene ön- cesine dönülecek olursa… Herbert Prohaska, 8 Ağustos 1955’te, dar gelirli bir ailenin çocuğu olarak Viyana’nın Tuna kıyısındaki banli- yölerinden Simmering’de dünyaya gelmişti. Ailesi ona kısaca “Berti” diyordu. Berti’nin babası Alfred bir fabrikada vasıfsız işçi olarak görev yapıyordu. Annesi Leopoldine ise önceleri bir dokuma atölyesinde işçi, sonraları da temizlikçi olarak ailenin geçimine katkı sağlamaya çalışıyordu. Hatta dedesi bile, emekli maaşıyla aileye yardımcı olmak için onlarla birlikte yaşa- maktaydı. Ancak bumali imkânsız- lıklardan ötürü küçük Berti için ev yaşantısı da hayli kısıtlayıcı nite- likteydi. Bir apartmanın giriş ka- tında, iki yatak odası, bir de oturma odasındanmüteşekkil küçük bir dairede kalıyorlardı. Berti’nin ken- disine ait bir yatak odası yoktu; 12 yaşına gelene kadar annesiyle babasının arasında yatmak zo- runda kalmıştı. Oturma odasında da pek hareket alanı bulabildiği söyle- nemezdi zira sobanın olduğu duvar isten, karşı taraftaki duvarsa küften dolayı kararmış vaziyetteydi. Daire, televizyon, telefon ve sıcak su gibi nimetlerden de yoksundu. Neyse ki Berti’nin evde biriktirdiği enerjiyi dışarda bir güzel boşaltma- sını sağlayacak bir imkân vardı. Baba Alfred futbola hayli meraklı bir isimdi ve fabrikadan arta kalan zamanlarında da Vorwarts XI adlı bir kulübün altyapısında gönüllü olarak antrenörlük yapmaktaydı. Alfred, Berti’yi ilk kez dört yaşın- dayken bir futbol antrenmanına götürmüş ve küçük çocuk gördük- lerinden fazlasıyla etkilenmişti. O günden sonra Berti sürekli baba- sına onun futbol takımında oyna- mak istediğini söylüyordu. Lâkin küçük bir sorun vardı, o da söz konusu takımın, 10 yaş grubu oyunculardan oluşuyor olmasıydı. Nihayet Berti dokuz yaşına geldi- ğinde, bu soruna da ufak bir kata- kulli ile çare bulunacaktı. Siması Berti’ye benzeyen fakat 10 yaşında olan Mikolasch adlı bir çocuk için çıkartılan lisansı, sanki kendisi oymuş gibi Berti kullanacaktı. Sima benziyordu ama Mikolasch’ın saç- ları düzdü. Berti ise kıvır kıvır saç- lara sahipti. Hatta bu yüzden lakabı da, Viyana ağzında “kıvırcık” anla- mına gelen “Schneckerl” idi. Bu yüzden Mikolasch’ın lisansına koyacağı vesikalık fotoğrafı, kafasında kasketle çekilmişti. Hani, sanki saçları kıvırcıkmış da kasketten dolayı belli olmuyormuş gibisinden düşünsünler diye… Pele’ye gönderilenmesaj Berti’nin futbol aşkı, bir takımda oynamanın da etkisiyle, gün geç- tikçe artmaktaydı. Evlerinde televizyon yoktu belki ama zaman zaman gazete ve radyoları takip ederek, zaman zaman da büyükle- rinin anlattıklarını dinleyerek futbol dünyasında olup biteni mümkün mertebe yakından izlemeye çalışı- yordu. O günlerdeki kahramanı da, tabiî ki 1960’ların ortasında dünya futbolunda fırtına gibi esmekte olan Pele’ydi. Çeşitli dergilerden Siyah İnci’nin 50’ye yakın resmini kesip biriktirmişti. Bununla da yetinme- miş ve bu resimleri bir zarfa koy- duktan sonra soluğu bir tercüme bürosunda almıştı. Tercüme büro- sunda yaşanan diyalogsa aşağı yukarı şöyleydi: - Hoş geldin genç adam, sana nasıl yardımcı olabiliriz? - Kısa bir mesajın Almancadan Por- tekizceye çevrilmesini istiyorum. - Elbette, neymiş o mesaj? - “Lütfen bu resimleri imzalayabilir misiniz?” - Tamam, peki kime göndereceksin bumesajı? - Pele’ye! Bunu duyan tercüme bürosundakiler ne kadar şaşırmıştır bilinmez ama Berti kafaya koyduğunu yapmış ve imzalanacak resimlerin yanına Porte- kizce mesajını da ilişti- rerek hazırladığı zarfı postaya vermişti. Tabiî muhtemelen Pele’ye her gün buna benzer yüzlerce mektup geldiğinden onun zarfı da arada kaynayacaktı, zira aylarca beklese de kendisine bir cevap gelmemişti. Bu büyük hayal kırıklı- ğına karşın Berti’nin futbol sevdasında bir azalma olmamıştı. Bir hayali gerçekleşmedi diye başka hayaller kur- maktan da imtina etmi- yordu. En çok düşlediği şeylerden biri de profes- yonel bir futbolcu olabil- mekti. Ancak basit bir mahallî takımın altyapısında yer almak, bu hedef doğrultusunda yeterli olmayabilirdi. Bu bakımdan Vorwarts’ın genç takımına yüksel- dikten sadece bir yıl sonra, 15 ya- şındayken, Simmering semtinin nispeten daha önemli bir kulübü olan Ostbahn XI’in genç takımına geçecekti. Hatta Ostbahn, onun transferi için sembolik de olsa 500 şilin ödediği gibi, babası Alfred’i de kendi antrenör kadrosuna katmıştı. Rock tutkusu futbolun önüne geçecekti Ne var ki tamda o zamanlarda, ilgi duymaya başladığı başka bir alan yüzünden Berti’nin geleceğine dair kafasında birçok soru işareti belire- cekti. Yeni ilgi alanı müzikti. 1969 yılında ABD’de düzenlenen Woodstock Festivali’ne dair çekilen bir belgesel, 1970 ilkbaharında sine- malarda gösterilmeye başlanmıştı ve bu, Berti’yi belki de o güne dek en çok etkileyen şey olmuştu. 30 defadan fazla sinemaya giderek tekrar tekrar bu belgeseli seyret- mişti. Festivalde yer alan isimler içinde en fazla beğendikleriyse eWho ve Jimi Hendrix olmuştu. Tabiî ki bunun devamında plak dükkânlarını sık sık ziyaret edip diğer hard rock grupları hakkında da bilgi edinmeye ve onların al- bümlerini toplamaya başlayacaktı. Kısa süre içinde de sıkı bir Led Zep- pelin ve Deep Purple hayranı haline gelmişti. Berti’nin rock tutkusu öylesine kuvvetliydi ki çok geçmeden bas gitar çalmaya da başlamıştı. Hatta ilk bas gitarını alabilmek için babası bankadan kredi çekmek zorunda kalmıştı. Kendi gibi bumüziğe me- raklı dört arkadaşını da yanına alan Berti, “Electric Army” adında bir grup da kuruyordu. İlk konserlerini de okullarının gösteri salonunda, 200 kişilik bir izleyici kitlesi önünde vereceklerdi. O es- nada Berti’nin kafasındaki “futbol mu, müzikmi” soru- sunun cevabı da iyiden iyiye müziğe doğru kaymaya başlamıştı. Ne var ki bir süre sonra bu büyük hevese rağmen, futbolla ilgili doğal yeteneklerininmüzikle ilgili olanlara kıyasla çok daha büyük olduğunu kabullene- cek ve müziği hobi olarak belirleyip gözünü futbolda profesyonel olmaya dike- cekti. Enteresandır, kurduğu Electric Army grubuysa onun ayrılmasından sonra bir müddet daha yoluna devam edecek, hatta bir albümbile kaydedecekti. Yüksek top tekniği, dâhilik seviyesindeki oyun zekâsı ve bunların sayesinde üret- tiği paslarıyla Prohaska, genç yaşında bile ne denli sıra dışı bir orta saha oyun- cusu olduğunu fazlasıyla belli etmekteydi. 4 Nisan 1972’de, Avusturya Millî Takımı’nın Ostbahn XI takımıyla bir antren- manmaçı yapmayı kararlaştırması sayesindeyse bir anda bu genç yetenekten ülkedeki bütün büyük kulüpler haberdar olacaktı. Söz konusumüsabakayla ilgili hikâyeye geçmeden evvel Prohas- ka’nın Ostbahn takımına ilk dâhil olduğu günlerde epey bir sorunla karşı karşıya kaldığını da belirtme- den geçmemek lâzım. Prohaska’nın Ostbahn’daki hocası, kısa süre 86 87
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4NA==