TamSaha 192. Sayı / Kasım 2020
nın da en iyi birkaç futbolcusundan biri olarak kabul edilen Eusebio’ydu. Dahası, Kara Panter lakaplı oyuncu 1965’te Avrupa’da yılın futbolcusu seçilmiş ve bunun timsali olan Altın Top ödülü de kendisine Manchester Unitedmaçından önce, on binlerin önünde takdim edilecekti. Manchester United ise henüz Avrupa futbolunda Benfica kadar büyük bir güç haline gelmemişti. Aslında o noktaya çoktan çıkmış olabilirlerdi. Fakat 6 Şubat 1958’de Münih’te geçirdikleri uçak kaza- sında sekiz futbolcularını Azrail’e kurban vermeleri, teknik direktör Matt Busby’nin Birleşik Krallık’ın dört bir yanını tarayarak keşfettiği isimsiz genç yıldız adaylarından oluşturmakta olduğu geleceğin takımı yapısının da bir anda çök- mesine yol açmıştı. United, kazadan sonra Avrupa kupalarına yeniden katılabilmek için beş sene bekle- miş, katıldığı ilk sezondaysa Kupa Galipleri Kupası çeyrek finalinde eşleştiği Sporting’e karşı Manches- ter’daki ilkmaçta 4-1’lik bir galibi- yet elde etmesine rağmen Lizbon’daki rövanşta 5-0mağlup olmuştu. Bu hezimetten iki yıl sonra aynı şehirde Benfica karşısına çık- tıklarında da haklarında hayırlısının olacağını düşünenler neredeyse hiç yoktu. Gelgelelimmüsabaka başladıktan sonra, öncesindeki görünüme taban tabana zıt bir manzaraya şahit olunacaktı. Henüz altıncı dakikada United’ın kazandığı bir duran topta Tommy Dunne ceza sahasına doğru ortasını yapıyor ve hemen ardından da ters taraftan on sekiz içine sızan genç, çelimsiz bir oyuncunun kafası, iki Benficalı savunmacının arasından topla bu- luşuyordu. Meşin yuvarlağın, biraz önde yakalanan Benfica file bekçisi Costa Pereira’nın üzerinden hafifçe süzülerek filelere gitmesiyle de United 1-0 öne geçmişti. Luz Stadı’nın tribünlerinde küçük çaplı bir şaşkınlık yaşansa da taraf- tarları, Benfica’nın bu kazanın altın- dan kalkacağından yine de şüphe duymuyordu. Lâkin 12. dakikaya gelindiğinde ilk golü atan o çelimsiz genç, Benfica yarı sahasının hemen başında bir kez daha topla buluşu- yor, adeta kaşla göz arasında üç Benficalı oyuncuyu ipe dizer gibi çalımlıyor, ardından da sağ çapraz- dan ceza alanına sokulurken yer- den uzak direk dibine düzgün bir şut göndererek kaleci Pereira’yı ikinci kez avlıyordu: 2-0. Maçtan evvel Matt Busby’nin futbolcularına ilk 15 dakikada kesinlikle gol yeme- meleri ve bu doğrultuda da önce- likle rakibi durdurmaya çalışmaları gerektiğini anlattığı düşünüldü- ğünde, genç oyuncunun 12 daki- kada iki gol birden atmasına sadece Benficalı futbolcu ve taraftarların değil, Manchester Unitedlı takım arkadaşlarının bile hayli şaşırdığı söylenebilirdi. Bu kadarıyla da kalmayacaktı. Yeşil çimlerin üzerinde bir fırtına gibi esmekte olan genç oyuncu dört dakika sonra bu kez de arkadaşı John Connelly’ye güzel bir serviste bulunacak, böylece fark da üçe çı- kacaktı. Henüz 16. dakikada maç çoktan bitmiş sayılırdı. Baş döndü- rücü bir hızla girilenmaçta sonra- sında tempo biraz düşerken ilk yarı da United’ın 3-0’lık üstünlüğüyle kapanıyor, ikinci devredeyse Kır- mızı Şeytanlar biri kendi kalelerine de olsa üç defa daha fileleri hava- landırıyor ve maç sonunda da tabe- lada United lehine 5-1’lik inanılması güç bir skor yazıyordu. Pek tabiî ki karşılaşmanın ardından gözler, neredeyse ilk çeyrek saat içinde iki gol ve bir de asist yaparak Benfica’yı adeta daha ilk rauntta nakavt eden, o ele avuca sığmayan genç sağ açığın üzerindeydi. Hele hele attığı ikinci gol maçı seyreden- lerin gözünün önünden gitmiyor, dillerinden de düşmüyordu. Ertesi günThe Times gazetesinden Geoff- rey Green bu golü anlatırken “Adeta bir hayalet gibi üç rakip savunmacı- nın arasından geçti ve önü açıldık- tan sonra da topu ağlara gönderdi, çok güzel bir goldü” ifadelerini kul- lanacaktı. Genç futbolcunun dünya çapında bir şöhret olmasını da ko- laylaştıracak asıl çarpıcı ifadele- reyse Bola adlı bir Portekiz gazetesinde rastlanacaktı: El Beatle. Ne de olsa sene 1966 idi, devir de The Beatles devriydi. Liverpool’dan çıkan dört gencin kurduğu grup tümdünyada müt- hiş bir popülarite kazanmış, o güne kadar çıkardık- ları altı albümün İngiltere listelerinin bir numara- sında geçirdiği hafta sayısı 100’ü bulmuş, hatta hatta bu gençlerin dünya çapında Papa VI. Paul’den daha çok tanındıkları bile iddia edilir hale gelmişti. Bola gazetesininmuhabirleri de belli ki United’ın fırlama sağ açığının da futbol dünyası içindeThe Beatles’ınkine benzer bir şöhrete ulaşabileceğini öngörmüşlerdi. Zaten genç oyuncu yarı uzun, dağınık saçlarıyla grubun üyelerini de andırmıyor değildi. Hal böyle olunca da söz konusu gazete man- şetinde karar kılınmıştı. Çok geçmeden, Portekizli- lerin yaptığı bu yakıştırmayı bir hayli beğenen İngiliz gazeteleri, küçük bir değişiklik yaparak “The Fifth Beatle” (Beşinci Beatle) tâbirini kullanmaya başla- yacaklardı. Bu lakap, futbol dünyasının belki de ilk popüler kültür ikonunun oluşmasına da yol açacaktı. Hatta çok sonraları Michel Platini de onu “rock’n’roll futbolununmucidi” diye adlandıracaktı. Evet, bahsettiğimiz kişi, futbol dünyasının gelmiş geçmiş en büyük fenomenlerinden biri olan George Best’ten başkası değil. Best’in daha sadece 20 yaşındayken dünya çapında şöhrete ulaşmasının öyküsü böyleydi. Best, bu ilk büyük parlamasından iki yıl sonraysa İngiltere’ye ilk Şampiyon Kulüpler Kupası’nı getiren takımın en çok ışıldayan yıldızı olarak Avrupa’da yılın futbolcusu seçilecek ve bunu başaran en genç isimunvanını da elde edecekti. Ne var ki çıkışı kadar düşüşü de son sürat olacak ve normalde bir futbolcunun en iyi yılları sayılacak 27 yaşına geldiğinde kulüpsüz kalıp futbolu bırakma noktasına dahi gelecekti. Bu düşüş sürecindeyse yazılmakta olan bu kez bambaşka bir öyküydü. Büyük bir yıldızın kendi kendisini nasıl bi- tirebileceğinin ibretlik öyküsü… Üstelik Best’in fut- bol kariyerinin bir anda baş aşağı gitmesine neden olan o sahte ışıltılar içindeki yaşantı, futbolculuk sonrasındaki hayatının da çalkantılar içinde geçme- sine yol açacak ve kendisi tümbunların neticesinde genç sayılabilecek bir yaşta aramızdan ayrılacaktı. Filmi en başa saracak olursak, George Best’in kısa yaşantısı, 22 Mayıs 1946’da, Kuzey İrlanda’nın baş- kenti Belfast’ın Cregagh semtinde başlamıştı. Çoğu futbolcuda olduğu gibi Best de işçi sınıfına mensup, yokluk içindeki bir aileden geliyordu. Babası bir ter- sanede, annesiyse bir tütün fabrikasında çalışmak- taydı. Bu durum, Best’in daha ufacık bir çocukken futbola yakından ilgi duymasına da dolaylı yoldan etki edecekti. Zira anne-baba işteyken küçük Geor- ge’u dedesinin yanına bırakıyordu ve tesadüfe bakın ki dedenin evi de ülkenin önde gelen futbol takımla- rından biri olan Glentoran’ınThe Oval stadyumunun yanı başındaydı. 100
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy NTU4NA==