TamSaha 246. Sayı / Mayıs 2025
Gönülden Kaleme Öykümüz, Anadolu’nun yüzyıllara meydan oku- yan iki yüz haneden olu- ş an ş irin bir köyünde ba ş lıyor. Ahmet, askerli ğ ini tamamlayıp köyüne dön- dü ğ ünde, anne babası onunmürüv- vetini görmek için kolları sıvadı. Arayı ş uzun sürmedi; yakın köyler- den birinde, annesi o ğ luna lâyık gördü ğ ü bir kızı buldu. İ steme, ni ş an, mütevazı bir dü ğ ün derken Ahmet ile Fatma hayatlarını birle ş tirdi. Fatma, görücü usulüyle evlenmi ş ti, ancak zamanla Ahmet’in iyi kalpli, merha- metli bir insan oldu ğ unu gördükçe sevgisi büyüdü, kök saldı. Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları kovaladı, lâkin bu uzun yıllar içinde çocuk hasreti Fatma’nın yüre ğ inde hep sızı olarak kaldı. Sevdi ğ i adama bir evlât verebilmek için nice umut- lara tutundu, nice dualar etti, fakat beklenenmüjde bir türlü gelmedi. Ev- liliklerinin üzerinden on be ş uzun yıl geçmi ş ti. Fatma artık kendini suçlu- yor, gözya ş ları içinde, “ İ stersen beni bo ş a, kendine evlât verecek birini bul” diyordu. Ahmet ise her seferinde Fat- ma’nın ellerini tutup, “Kaderimize razı olaca ğ ız. Allah büyüktür, mucizeleri tükenmez” diye teselli ediyordu. Ve kader, sonunda kapılarını araladı, on be ş yılın ardından Fatma hamile kaldı. Tammutluluklarının en taze günlerinde, seferberlik ilân edildi, Ahmet, vatan u ğ runa canını fedâ etmek için gözünü kırpmadan cepheye gitti. Gelibolu’da, yurdun dört bir yanından gelen binlerce yi ğ itle omuz omuza sava ş tı ve ş eha- det ş erbetini içti. Fatma, ş ehit habe- rini aldı ğ ında do ğ uma gün sayıyordu; aradan on gün geçmeden, sa ğ lıklı bir erkek çocu ğ u dünyaya getirdi. Adını, Ahmet’le daha önce sözle ş tikleri gibi Mehmet koydu. Fatma, artık hemanne hembaba olmu ş tu. Zorlu yıllar ba ş lamı ş , iki göz damda, elinde avucunda ne varsa onunla Mehmet’i büyütmü ş tü. Onu dürüst, çalı ş kan, yüre ğ i vatan a ş kıyla dolu bir genç olarak yeti ş tirdi. Yıllar su gibi aktı, Mehmet askerlik ça ğ ına geldi. Mehmet’in gönlünde sevdi ğ i bir kız vardı. Annesine açıldı, “Evlenmek istiyorum” dedi. Fatma ş a ş ırmı ş tı, “O ğ lum, önce askerli ğ ini yap, sonra dü ğ ün dernek kurarız” kar ş ılı ğ ını verdi. Lâkin Mehmet ısrar etti. Fatma dayanamayıp sebebini sordu. Mehmet, mahzun bir sesle, “Ba ş ka biri de sevdi ğ imkızı istiyor, acelem ondan” dedi. Fatma, bir gün bile beklemeden hare- kete geçti, ertesi gün kız istemeye gi- dildi, söz kesildi, ni ş an yapıldı. Dü ğ ün tarihi de belirlendi fakat Mehmet’in dü ğ ün günü asker kaça ğ ı oldu ğ u or- taya çıktı. Dü ğ ün alayının en co ş kulu anında, jandarma dü ğ ünü bastı, tüm köyün ileri gelenleri araya girse de komutan aldı ğ ı emir do ğ rultusunda hareket etti ve Mehmet’i alıp götür- düler. Sonradan ö ğ renildi ki, sevdi ğ i kıza göz koyan nüfuzlu bir ailenin mensubu, intikamduygusuyla ş ikâ- yet etmi ş ti. Mehmet, do ğ uda sınır boylarında bir karakola gönderildi. Görevi zordu… Kaçakçılarla, çetelerle, zorlu do ğ a ş artlarıylamücadele etmek zorundaydı. Üç yıl boyunca sayısız çatı ş maya girdi, ne bir gün izin kullandı ne de bir an olsun yılgınlık gösterdi. Tek amacı vardı, bir an evvel vatan borcunu ödeyip sevdi ğ ine, ailesine kavu ş mak. Bu sırada Fatma, gelini Zehra ile bir- likte, kı ş ın ayazında, yazın kavurucu sıca ğ ında çift sürdü, tarla ekti, biçti. Zorlu hayat mücadelesine, birbirlerine yaslanarak direndiler. Üç yılın ardın- dan Mehmet’in terhisi geldi. Mektu- bunda kasabaya dönece ğ i günü bildirmi ş ti. Kı ş mevsimiydi, kar diz boyu… Fatma, ahırdaki sürmeli gözlü e ş e ğ ini hazırladı, tüfe ğ ini omuzuna astı ve yola koyuldu. Kasabaya vardı- ğ ında tren henüz gelmemi ş ti. Saatler geçti, hava karardı. Tren sonunda pe- rona yana ş tı, inen yolcuları gözleriyle tek tek taradı ama o ğ lunu göremedi. “Bir aksilik oldu herhalde” diye dü- ş ündü ve eve döndü. Evin kapısını araladı ğ ında, içeriden tanımadı ğ ı bir erkek sesi duydu. Kalbine bir hançer gibi saplanan o ş üpheyle, odanın kapısını açtı, yanında ta ş ıdı ğ ı tüfekle, yorganın altında yatanlara ate ş etti. Barut ve kan kokusu bütün odayı sardı, Fatma, elindeki tüfe ğ i titrek el- leriyle bir kenara bıraktı. Yorganı kal- dırdı ğ ında hayatı altüst oldu. Vurdu ğ u, canından çok sevdi ğ i o ğ lu Mehmet ve gelini Zehra’ydı. Fatma, o an saçlarının beyazladı ğ ını hissetti… Bir çı ğ lık attı, sonra sessizli ğ e gömüldü, o günden sonra aklı ba ş ından uçtu. Mehmet, tren istasyonunda kalaba- lı ğ a karı ş mamak için farklı bir kapı- dan inmi ş , kasabadan köye olan 45 dakikalık yolu, sevdi ğ ine kavu ş ma heyecanıyla 15 dakikada ko ş arak geçmi ş ti. Fatma’nın canını yakan bu korkunç kader, bir anlık yanlı ş anlamanın, bir annenin çaresizli ğ inin acı bir bedeli olmu ş tu. İ kinci öykümüz yavru gelincikle ilgili. Bir zamanlar, köyün birinde görkemli bir dü ğ ün yapılmı ş . Yakı ş ıklı mı yakı- ş ıklı bir delikanlı ile dünyalar güzeli bir genç kız evlenmi ş . Dü ğ ünleri dillere destan olmu ş , herkes günlerce onla- rın dü ğ ününü konu ş mu ş . Dü ğ ün bittikten sonra herkes kendi i ş ine gücüne dönmü ş . Yeni evli çift de geçimlerini sa ğ lamak için, köyden uzakta, babalarından dü ğ ün hediyesi olarak aldıkları tarlayı ekmeye ba ş la- mı ş . Evin erke ğ i her sabah erkenden tarlaya gidiyor, ö ğ le yeme ğ ini e ş inin azı ğ ına koydu ğ umütevazı yiyecek- lerle geçi ş tiriyor, ancak hava kara- rınca eve dönebiliyormu ş . Bu durum genç gelinin ho ş una gitmiyor, e ş i gel- di ğ inde sık sık canının çok sıkıldı ğ ını dile getiriyormu ş . Kocası, “Geçimimizi sa ğ lamak için çalı ş mak zorundayım” dese de, gelin her fırsatta yalnızlıktan ş ikâyet ediyormu ş . Adam, bu sıkıntı- nın bir çocukla geçece ğ ini dü ş ünerek çocuk sahibi olmak istemi ş . Fakat ne denedilerse de bir türlü çocukları olmamı ş . Bir gün adam tarlada çalı- ş ırken, yavru bir gelincik bulmu ş . Hemen aklına, onu eve götürüp karı- sına hediye etmek gelmi ş . Böylece, karısı tarlada olmadı ğ ı zamanlarda yalnız kalmaz, onunla oyalanır diye dü ş ünmü ş . Gelincik yavrusunu ala- rak ak ş am eve gelmi ş . Karısına, “Bak sana bugün ne hediye getirdim, bunu çok seveceksin” diyerek gelincik yavrusunu vermi ş . Karısı gelincik yavrusunu görünce çok sevmi ş . Onu hemen eline almı ş , bir çocuk gibi öpe- rek gö ğ süne yaslamı ş . Kom ş ularına giderek gelincik yavrusunun ne ile beslendi ğ ini ö ğ renmi ş ve ak ş amdan onu kendi elleriyle beslemi ş . O gece kadınca ğ ız bir ba ş ka rahat uyumu ş . Gelincik yavrusuna bir ş ey oldumu diyerek ara ara uyanmı ş fakat bun- dan çokmemnunmu ş ; ertesi sabah mutlulu ğ una diyecek yokmu ş . Koca- sını bir ba ş kamutluluk içinde tarlaya u ğ urlamı ş . Hanımınmutlu oldu ğ unu gören koca ise artık gözü arkada kalmadan tarlaya gitmi ş . Tarlada çalı ş ırken artık evi ve hanımını dü ş ünmüyormu ş . İş lerine daha çok zaman ayırmaya ba ş lamı ş . Aradan iki yıl geçmi ş , gelincik yav- rusu büyümü ş , artık yeti ş kin bir ge- lincik olmu ş . Evde herkes mutluymu ş . Kadın her sabah kocasını u ğ urladık- tan sonra gelinci ğ e bakıyor, onun yi- yeceklerini hazırlıyor, zaman zaman da gelincikle konu ş uyormu ş . Günler böyle geçip giderken ailenin bir çocu ğ u dünyaya gelmi ş . Artık kadın kendilerinden ba ş ka iki cana bakmak zorundaymı ş . Gelinci ğ e es- kisinden daha fazla sevgi göstermeye özen gösterirken kendi çocu ğ una da tüm sevgisini veriyormu ş . Günler böyle geçip giderken kom ş u- ları kadının evine gelip “Bu gelinci ğ i artık kovalamalısın, çünkü gelincik kıskanç hayvandır, senin sevginin bölündü ğ ünü yani çocu ğ unu sevdi ğ ini görünce kıskanarak çocu ğ una zarar verebilir” demeye ba ş lamı ş lar. Aynı ş ekilde kocası da artık “Bu hayvanı gönderelim, bak çocu ğ umuz da var. Artık canın sıkılmaz, gelincik çocu ğ u- muza zarar verebilir” diyerek gelinci- ğ in gitmesini istiyormu ş . Fakat kadın, “Hayır, ben bu gelinci ğ i bir yere gön- deremem, benim en sıkıntılı günle- rimde o bana yarenlik yaptı” diyerek gelinci ğ i göndermiyormu ş . Günlerden bir gün, kadın sabah kocasını tarlaya u ğ urlamı ş , ardından evin önünde kom ş ularıyla sohbete dalmı ş . O sırada, evin içinde bebek be ş i ğ inde uyuyor, gelincik de onun yanında yatıyormu ş . Bir anda içeriden bir gürültü kopmu ş , kom ş ular, “Bak, de- diklerimiz çıktı, gelincik çocu ğ a zarar verdi” diye ba ğ ırmı ş lar. Kadın tela ş la eve ko ş mu ş , kapıyı açınca bir de ne görsün, a ğ zı kan içindeki gelincik ka- pıdan çıkmaya çalı ş ıyormu ş . Buman- zara kar ş ısında kadın deliye dönmü ş , eline geçirdi ğ i sopayla zavallı hay- vana vurmaya ba ş lamı ş . Öfkeyle, da- kikalarca vurmu ş ve gelincik oracıkta can vermi ş . Kadının aklına birden bebe ğ i gelmi ş . Sopayı fırlatıp be ş i ğ e ko ş mu ş , gördü ğ ümanzara kar ş ısında adeta ta ş kesilmi ş . Be ş i ğ in üzerinde kocaman, zehirli bir yılan ölüsü duru- yormu ş . Yılanın ba ş ı yokmu ş …Me ğ er gelincik, çocu ğ u yılandan korumu ş , kapı açıldı ğ ında a ğ zındaki yılan ba ş ı yüzünden a ğ zı kan içindeymi ş . Kadın, günlerce gözya ş ı dökmü ş , zor günle- rinde kendisine yolda ş lık eden, ş imdi de yavrusunu ölümden kurta- ran gelinci ğ i kendi elleriyle öldürdü- ğ üne kahrolmu ş . Öykülerimiz, ön yargı ve ş üphenin insanları nasıl bir hâle getirdi ğ ini gös- termesi açısından güzel örneklerdir. İ lk öykümüzde, ş üpheyi tetikleyip ön yargı olu ş turacak hiçbir somut durumyokken, Fatma’nın gelininin eve yabancı bir erkek aldı ğ ına dair ş üphe duyması ve bu ş üphenin ön yargıya dönü ş mesi, aslında ba ş ka sosyolojik olguların varlı ğ ını i ş aret etmektedir. Fatma’nın davranı ş ında bu sosyolojik arka planın etkisi açıkça görülmektedir. İ kinci öykümüzde ise ön yargıyı besleyen çok sayıda dı ş etken vardır. Bu yüzden ön yargının olu ş maması neredeyse imkânsızdır. Gelincik her ne kadar do ğ ası gere ğ i vah ş i olsa da evcille ş mi ş oldu ğ u gerçe ğ i unutul- mu ş tur. İ nsanlar, ön yargıyla hareket etmek yerine bir an olsun durup nefes alsa ve resmin tamamına bakabilseydi, sonradan pi ş man olacakları eylemlerden kaçınabilirlerdi. Bu durumu özetleyen çok güzel bir atasözümüz var, “Öfkeyle kalkan zararla oturur” diye. Nitekim öyküle- rimizdeki ki ş ilerin ya ş adıkları tamda budur. Ş üphe, aynı kelime anlamına sahip olmasına ra ğ men farklı ba ğ lamlarda bamba ş ka sonuçlar do ğ urur. Felsefede ş üphe, insanı do ğ ru bilgiye ula ş tıran, sorgulayıcı bir dü ş ünme biçimidir ve ilerlemeyi sa ğ lar. Oysa günlük ya ş amda, özellikle duygularla ve ön yargılarla beslenen ş üphe, insanları aceleci, yıkıcı davranı ş lara sürükler, sevgiyi ve güveni yok eder. Bu yüzden ş üphe, nasıl kullanıldı ğ ına göre insanı ya daha bilgili ve olgun yapar ya da pi ş manlıklara sürükler. Ş üphesiz ki sosyal hayatta, ön yargı ile ş üphe arasında güçlü bir ba ğ vardır. İ kisi de bireylerin ve toplumla- rın sosyal dünyayı algılayı ş biçimle- riyle ili ş kilidir ve ço ğ u zaman birbirini besler. Sosyolojide, ş üpheyle besle- nen ön yargı dü ş ünmeyi durduran bir bariyer iken, felsefede ş üphe, dü ş ünmeyi te ş vik eden bir araçtır. Ş üphe, insanı iki farklı yola götürebi- lir… Bilgiye ula ş manın anahtarı da olabilir, kalpleri kırmanın sebebi de... Akıl ve sabırla yönetildi ğ inde insanı büyütür, cehalet ve ön yargıyla birle ş ti ğ inde ise insanı insanlıktan uzakla ş tırır. Ş üpheyi nasıl kullandı ğ ı- mız, kim oldu ğ umuzu ve neye dönü- ş ece ğ imizi belirler. Ezcümle, ş üphe, aklın elinde bir pusula, ön yargının elinde bir yıkımaracıdır. Ya ş am sevinciniz hiç bitmesin. Sa ğ lıkla kalın… İ smail Gökçek Ön yargı ve ş üphe 147 146
Made with FlippingBook
RkJQdWJsaXNoZXIy MTc5NTM3Mg==