TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ersoy Sandalcı: "En iyisi Alex'ti" 1.11.2019
Ersoy Sandalcı: "En iyisi Alexti"
Geri
İleri

10 yılda 10 kupa kaldırdığı ve kaptanlığını yaptığı Fenerbahçe'de "Didi'nin Prensi" olarak anıldı. Bir orta saha efsanesi olarak, Türkiye'ye gelen en iyi orta saha oyuncusunun Alex olduğunu söylüyor ve "Kişiliği ile de örnek bir insandı. Keşke gelen yabancıların hepsi Alex'in, Hagi'nin, Popescu'nun kalitesinde olsa" diyor.

Röportaj: Derya Oruçoğlu / TamSaha

Ailece futbolcu

Bir ritüeli yineleyelim. Çocukluktan başlayalım...

Dar gelirli, mütevazı bir ailenin 4 çocuğundan en küçüğüyüm. Babam serbest meslek sahibi, annem de ev hanımıydı. Benim dışımda iki ağabeyim de futbolcuydu. Hatta Fenerbahçe seçmelerine bir büyük ağabeyim (Erdinç Sandalcı) ile katılmış, ikimiz de kazanmıştık. Ağabeylerimden ikisi de amatör kulüplerde oynadılar. Çocukluğum Kızıltoprak'ta (Kadıköy) geçti. Kızıltoprak Zühtüpaşa İlkokulu ve Kadıköy Ortaokulu'nu bitirdikten sonra Kadıköy Ticaret Meslek Lisesi'ne yazıldım. Futbolla iyice haşir neşir oluşum da lise ile birlikte başladı.

Lise dönemine kadar uzak mıydınız futbola?

Hayır. Ortaokul döneminde oynamaya başlamıştım. Ama o dönemde 15 yaşından önce lisans çıkarılamıyordu. Seçmelere gittiğimde 14 yaşındaydım. Onun öncesinde herkes gibi mahalle aralarında oynuyordum. Ortaokulda okul takımına da girmiştim. O zamanlar imkânlar bugünkü gibi değildi. Toprak sahalarda oynardık. Kaç kişiysek ona göre takımlar kurardık. Bazen ikiye iki, bazen de üçe üç maç yapardık. Kale niyetine de iki taş koyardık. Topumuz bile yoktu. Maddi durumu iyi olan çocukları da topuyla oynayabilmek içim aramıza alırdık.

Fenerbahçe'ye ağabeyimle birlikte seçildim

Fenerbahçe ile bağınız nasıl başladı?

Evimiz kulübe yakındı. Bazı yöneticilerin evi de bizim mahalledeydi. Sokakta oynarken dikkatlerini çekmişim. Kulübe öyle yönlendirildim. O zaman Talha Altınbaşak adında bir yönetici vardı. Kulübün ikinci başkanıydı.  Rahmetli Mehmet Baturalp'in de kayınpederiydi. Erdinç ağabeyimle birlikte onun aracılığıyla seçmelere gittik. İkimiz de seçildik. Benim yaşım lisans için yeterli değildi. Bir sene beklemem gerekiyordu. Lisanssız devam etmemi istediler. Kabul etmedim, gitmedim. O ara Beşiktaş'a sempatim vardı ama Fenerbahçe semtimizin takımıydı. Talha Altınbaşak'ın tavsiyesi olunca seçmelere mecburen gitmiştim.

Karşıyaka'dan büyük teklif

Yollarınız nasıl kesişti peki kulüple? 

Sonraları Fenerbahçe'de semt takımları arasında turnuva düzenlendi. Ağabeyim oynuyordu. Ben lisans için beklemek zorunda olduğumdan ciddi şekilde burukluk yaşıyordum. O yüzden önceleri oynamadım. Sonra arkadaşlarımın daveti üzerine katıldım. Hatta gol kralı oldum. O dönem Fenerbahçe'de küçük yaş kategorilerinde seçmeler yapılıyordu ama beni direkt genç takıma aldılar. Genç takıma girişim futbol hayatımın da başlangıcı oldu bir anlamda. Fenerbahçe Genç Takımı o süreçte ilk defa İstanbul ve Türkiye şampiyonu oldu. 1966-1967 dönemiydi. Türkiye Şampiyonası Konya'da düzenlenmişti. Orada birçok takım beni izlemişti. Karşıyaka'dan çok büyük paraların konuşulduğu bir teklif aldım. 200-250 bin lira telaffuz edilmişti. O dönem için gerçekten iyi paraydı. Hatta beni İzmir'e götürdüler. Bir ay orada Efes Otel'de kaldık. Bir anlamda kaçırılmıştım. O zamanlar amatördüm. Bana bir sezonluk para verdiler. Ama Fenerbahçe'den izin çıkmayınca alamadılar beni.

Gol kralı oldum, sözleşme imzaladım

İlk sözleşmenizi ne zaman imzaladınız?

Yine o dönem Almanya'da bir turnuvaya katıldık. Rahmetli Faruk Ilgaz kafile başkanımızdı. Hocamız da Mehmet Reşat Nayır'dı. Bazı yöneticiler de bizimle birlikte Almanya'ya gelmişti. O turnuva benim adıma çok başarılı geçti. Gol kralı oldum. İstanbul'a döner dönmez bana sözleşme imzalattılar.

A takıma geçişiniz nasıl oldu?

Ankara'da Başbakanlık Kupası maçı vardı. 5-2 kazanmıştık. Gol de atmıştım. O karşılaşma bana A takım yolun açmıştı. Sonrasında yıllarca Fenerbahçe forması giydim. 1977'ye kadar kulüpte kaldım. Sonra Zonguldakspor'a transfer oldum. Altı sene orada oynadım. Ardından kulüple yaşadığım bir anlaşmazlık yüzünden bir yıl ara verdim. Beni 1. Lig'de bir kulübe vermeyeceklerin söylediler. Bir anlamda futbol hayatım bitmişti. O arada Düzcespor devreye girdi. Güvenç Kurtar'ın olduğu dönemdi. Kulüp büyük bütçeye sahipti. Bana da iyi para teklif ettiler. İkna oldum. Bir dönem orada oynadıktan sonra yine ara verdim.

Bu son ara mıydı?

Hayır. Bu kez de Gündüz Tekin Onay girdi araya. Bende çok emeği vardır rahmetli Onay'ın. O zaman Ankaragücü'ndeydi. Bir karşılaşmamızda bana, "Niye ortalarda görünmüyorsun?" diye sordu. "Valla hocam bıraktım" dedim. Kızdı bana. "Olmaz öyle şey. Nasıl bırakırsın? Daha formdasın, benim yanıma geleceksin" dedi. O zaman askere gitmem gerekiyordu. Onu hallettikleri takdirde seve seve gideceğimi söyledim. Yarım sezon da Ankaragücü'nde oynadıktan sonra sahalara veda ettim.

Çokça kırılmaların yaşandığı bir kariyer... Fenerbahçe gibi bir takımdan ayrılmak sizi yıpratmadı mı?

Altyapıdan yetiştiğimiz için dışarıdan gelenler kadar çok para alamıyorduk. Zaten o dönem daha çok forma giyebilmeyi hedefliyorduk. Çünkü takımda çok büyük oyuncular vardı. A takıma adım attığımda Can Bartuların, Selim Soydanların son dönemleriydi. O kadroda bulunmak çok önemliydi. O zamanlar mukaveleler dört senelikti. İki yıllık imzaya karşılık kulüp de iki yıl uzatabiliyordu. Sözleşmeyi getiriyorlardı, biz de imzalıyorduk. Rakamı da yönetim yazardı. Fenerbahçe ile Zonguldakspor arasında büyük fark vardı tabiî ki. Zonguldakspor da çok güçlüydü ekonomik açıdan. İyi transferler yapıyordu. İsa Ertürk, Özer Umduk, Volkan Yayın, Galatasaraylı Büyük Savaş, Muammer Güldal, Ayhan Akbin gibi oyuncular vardı kadrosunda.

Fenerbahçe'ye üye olmak isterdim

Beşiktaş'a sempatiniz olduğundan söz ettiniz. Siyah-beyazlı formayı giymek ister miydiniz?

Çocukluğumda Beşiktaş'a sempatim vardı. Siyah-beyazlı formayı giymek hoş bir anı olarak kalabilirdi ama nasip olmadı. Fenerbahçeliyim tabiî ki. 10 sene formasını giymişim, kaptanlık yapmışım, 10 şampiyonluk yaşamışım... Ama Fenerbahçe'ye karşı bir burukluğum var. Yıllarca formasını terlettim ama kulübe üye değilim.

Babamın beni izleyememesi içimde ukdedir

Futbolculuğunuza dönelim yeniden. İçinizde kalan bir ukde var mı?

Futbol hayatımın başlarında semt takımları turnuvalarında santrfor oynuyordum. Her maçta gol atıyordum. O zaman baya dikkati çekmiştim. Rahmetli babam o sıralar futbolu sevmezdi. Hürriyet gazetesinde, "Yeni bir Metin Oktay yetişiyor diye" haber çıkmıştı. Babam o haberi çerçeveletmiş, ofisine asmıştı. Çok sevinmiştim. Ondan sonra babamın bakışı da değişti. Ama rahatsızlandı ve 1969'da genç yaşta vefat etti. Pek fazla izleyemedi beni. Bu durum içimde yara olarak kalmıştır.

Kardeş kardeşi vurur mu?

Yine bir klasik... Unutamadığınız bir anınızı anlatır mısınız?

Ağabeyim Erdinç'in Kayserispor forması giydiği dönemde İstanbul'da Kayserispor ile maçımız vardı. Annem onu ancak İstanbul'da maç olursa görebiliyordu. Anneme, "Bak oğlun geliyor. Ayağını kıracağım" diye espri yapmıştım. Maç günü geldi çattı. Biz pek iyi başlayamadık. Ağabeyim sol tarafta oynuyordu. Ben de orta sahadaydım. Onun kademesine giriyorum. Baktım yine çok iyi geliyor. Çekingenliğini de biliyorum. Şöyle bir kaydım, krampon takıldı. Taç çizgisine beraber gittik. Onun kasığı yırtıldı. Ben de acı içinde kıvranıyordum. Kardeş ya, onunla ilgilenmeye çalışıyorum. İkimiz de sedyeyle dışarı çıkarıldık. O zaman TV yayını yok. Ertesi gün Milliyet gazetesi olayı, "Kardeş kardeşi vurur mu?" diye verdi. Annem ağabeyimi sakatladığımı duyunca küstü bana. Ben İtalya'ya ameliyata gidene kadar da konuşmadı.

17 milyonu sevindiren adam

Sizin döneminizle bugünü kıyaslamanızı istesem...

O zamanlar İstanbul'da köprü yok. Maçlara arabalı vapurla gidiyoruz. Formalar, malzemeler bizden önce taksilerle stada giderdi. Biz gidinceye kadar formalar hazırlanırdı. Biz de maçtan iki saat önce taraftarlarla beraber vapurla gidiyoruz stada. Herkesin çantası kendi elinde. Yine böyle bir yolculuğun ardından İnönü Stadı'nda Boluspor ile oynuyoruz. Boluspor o sene çok iyi. Biz yine kötü başladık. İlk yarı sıkıntılı geçti. Soyunma odasında bir alevlenme oldu. Oyuncular birbirleriyle atıştı. Ben de münakaşaya dâhil oldum. Yılmaz Şen vardı, şimdi rahmetli. Onla biraz takıştık. Kaptanımız Ziya Şengül'dü. Birisi bardağı vurdu yere. O halde çıktık ikinci yarıya. İki dakika sonra 18'in üzerinde bir top yakaladım. 30-35 metreden bir gol attım. Soyunma odasında tartıştığım arkadaşım geldi bana sarıldı. Her şey süt liman oldu. Maçtan sonra yine arabalı vapurla dönüyoruz. Vapur kalabalık tabiî… Elimde çanta, oturacak yer yok. Biri tanıdı. "Heeeyyt" diye biri nara attı. "Kalkın kalkın, 17 milyonu sevindirdi adam" diye haykırdı. Herkes döndü baktı, kim bu diye. Hemen yer verdiler tabiî. Çaylar, kahveler, sohbetler filan… Böyle güzel bir anım da var işte...

Taraftarlarla ilişkiler de farklıydı tabiî ki...

Elbette... Onlarla hep iç içeydik. O zamanlar Galatasaray derbileri filan da çok olaylı olmazdı. Arada bir-iki polis olurdu. Aynı vapurda Galatasaraylı taraftarlarla dönerdik. Mesela benim en çok Galatasaraylı arkadaşım vardı. Maç biter, onlarla beraber yemek yerdik. Beşiktaşlılarla da… Bu hep böyleydi. Taraftar da şimdiki gibi değildi. Ben Fenerbahçe'de iyi bir dönem geçirdim ama bazen sıkıntılı bir maçtan sonra toplanırlardı. Otobüsle geldiğimizde birkaç fanatik taş atardı. Ama araba durduğu zaman kaçarlardı. Bugünkü gibi değildi yani. Bıçaklar filan yoktu.

Beraberlikte bile sokağa çıkmazdım

Medya ile ilişkileriniz nasıldı?

O zamanlar muhabirler sahaya gelirdi. Mahmut ağabey vardı, Yavuz ağabey vardı, herhangi bir şey olunca onlarla iletişim kuruyorduk. Benle ilk röportajı Şansal Büyüka yapmıştı. Bizim mahalledendi. Çok samimiydik muhabirlerle. Öyle yalan haber filan yoktu. Kötü bir durumumuz da olmuyordu. Bizden sonraki jenerasyon biraz daha farklıydı. Gece hayatının içindeydi. Maç berabere bitince bir hafta sokağa çıkmazdım. Kötü bakışlardan çekinirdim. Beraberliği bile başarısızlık olarak tanımlardım. Kendime iyi bakardım. Saat 20.00-21.00 gibi yatardım. Güçlü olmam gerektiğine inanırdım. Güçlü olmasam zaten Fenerbahçe'de oynayamazdım.

Ersoy'suz Fenerbahçe olmaz

Peki ya yöneticiler ile ilişkiler...

Yöneticilerle de aramız iyiydi. Onlarla pek bir arada olunmazdı zaten. Maçtan maça görürdük. Derbilerden önce gelir, başarı dilerlerdi. Onlar sadece kendi işlerini yaparlardı. Sahaya ineyim, taraftarla, onunla bununla cebelleşeyim diye bir şey yoktu. Biz ancak senede bir kez görürdük başkanı. Antrenörlerle de diyaloğumuz iyiydi. Onlar da bizden çok memnundu. En sevdiğim antrenör olarak Didi'yi söyleyebilirim. Onunla ilişkilerimiz çok iyiydi. Bana çok sempati duyuyordu. Onunla çok da mesafe kat ettim. Sorun yaşadığım bir süreçte, "Ersoy'suz Fenerbahçe olmaz" diyerek takıma dönüş yolumu açmıştı. Onunla ilgili ilginç bir anım da var. Didi takımdan ayrılacağı zaman gazeteciler kendisiyle röportaj yapmak istemiş ancak Didi'ye ulaşamamışlardı. Bunun üzerine beni devreye soktular ve Didi ile görüşüp kendisini ikna etmemi istediler. Bir çiçek yaptırıp evine gittim. Zili çaldığımda eşi kapı deliğinden bakıp Didi'ye benim geldiğimi iletti ve kapı açıldı. Didi ile sohbet ettik, bana neden ayrıldığını anlattı ama bunu gazetecilerle paylaşmamı istemedi. Sarılıp vedalaştık ancak Didi'nin ricası üzerine gazeteci arkadaşlara bu görüşmeden söz etmedim ve kendisini evde bulamadığımı söylemek zorunda kaldım.

Bugünkü futbolcular çok şanslı

Bugünün futbolcuları şanslı mı sizce?

Hem de çok... Her bakımdan. Ekonomik olarak çok daha iyi durumdalar. Teknoloji var, TV yayını var, kartlı sistem var, sponsorlar var, havuz sistemi var… Ülkenin hali başkaydı bizim zamanımızda. Şu anda kulüpler çok iyi çalışma ortamlarına sahip. Bizim tek antrenman sahamız vardı. Küçücük bir soyunma odamız, üç tane duşumuz vardı. Ortada bir kömür sobamız, üzerinde de bir çaydanlık vardı. Sabahtan akşama kadar ıhlamur kaynar, rengi kıpkırmızı olurdu. Üç kişi girerdi duşa. Önce büyükler tabiî. Sonra diğerleri girecek, sırtlarında ter soğumuş bekler. Öyleydi işte, düşünebiliyor musunuz? Fenerbahçe'nin sahası topraktı. Şimdiki sahalar nerede? O koşullarda oynadık ama onun da zevki ayrıydı.

Orta sahada görev yapıyordunuz. Günümüzde en beğendiğiniz orta saha oyuncusu kim?

Türkiye'de Emre Belözoğlu. Buraya gelen yabancılardan ise Alex de Souza.  Alex çok değerli bir futbolcuydu. Çok da katkı sağladı Fenerbahçe'ye. Hem oyun kalitesi hem de insan kalitesi olarak çok değerliydi. O gittiğinde çok üzüldüm. Belli bir noktadan sonra futbolculuk bitiyor ama hâlâ bir şeyler verebilirdi.

Şu anki konumunuzdan bahsedelim biraz da. TFF Bölge antrenörlüğünden…

Bizim burada asli görevimiz oyuncu potansiyelini araştırmak, Genç Millî Takımların altyapısını oluşturmak. Bölgedeki tüm oyuncuları tarayıp, yetenekli oyuncuları Millî Takım'a kazandırmayı hedefliyoruz. Başka talepler de oluyor. Çocuklar için projeler hazırlıyoruz zaman zaman. "Herkes için futbol" mesela. Okullarla ilgili bir proje. 6-10 yaş arası çocukları kapsıyor. Onlarla ilgili bir çalışmamız oldu son dönemde. Bu şekilde birçok başarılı çocuk çıkıyor. Tüm Trakya'yı, Marmara'yı tarıyoruz… 14 bölgemiz var. Her bölgede arkadaşlarımız var. Sezon sonunda bölge karmalarıyla ilgili çalışmalarımız oluyor. Geçen sene iki defa yapıldı. Kasım ve Ocak aylarında. Böyle bir havuz oluşuyor Millî Takımlar için.

Gençlere mentör lâzım

Gençlere tavsiyeleriniz...

Çok çalışmalılar her şeyden önce. Kulüplerde hep sıkıntılar var. Herkes bir şeyler söylüyor ama eyleme dönüşmüyor. Altyapıda çok güzel kaynaklar var. Geçen gün bir program izledim,  Barcelona ile ilgili. Yeni bir Messi yetişiyor. Bakıyorum; onun kadar yetenekli çok oyuncumuz var. Onları bir program içine alıp, hakikaten bu işe gönül vermiş çok iyi hocalarımızla yetiştirmeliyiz. Ahbap-çavuş ilişkisinden vazgeçmeliyiz. Rant büyük. Aileler bir an önce çocuklar hazır olsun, oynasın istiyor. Yetenekli çocuklar aileleri, yöneticileri ve antrenörleri tarafından çok pohpohlanıyor. İkili ilişkilerde biraz sıkıntı yaşanıyor. Çocuk birden farklılaşıyor. İleriye taşıyabileceğiniz bazı genç yetenekler böyle kaybediliyor. Bu çocuklara iyi bir mentör lâzım. Bazı kulüplerde var ama onlar da yetersiz kalıyor galiba. Gençlerin sosyalleşmesi sağlanmalı. Yarın içine gireceği ortamlara her açıdan hazırlanmalı. Yurt dışına çıkacaklar gelecekte.

Futbolumuzda güzel şeyler oluyor

Türk futbolunun gelişimini nasıl görüyorsunuz?

Çok güzel şeyler oluyor. Türk Millî Takımı gençleşiyor. Bu hamleyi olgunlaştırmak lâzım. Üzerine koyarak devam etmek gerek. Burada yetişip yurt dışına giden oyuncuların çoğalması sevindirici. Kendi oyuncularımıza daha fazla güvenmeliyiz. Fazla yabancı oyuncuya karşıyım. Yabancı alınacaksa Alex gibi hem futbol kalitesi hem insan kalitesi yüksek oyuncular gelsin. Hagi var, Popescu var. Beşiktaş'a gelenler var. Bunlar katkı sağlıyor. Boş transferler kulüplerin ekonomik yapısını bozuyor. Kenarda duruyor ama tonla para alıyor.

Genç potansiyeli iyi değerlendirmek gerek

Altyapıda ne durumdayız sizce?

Kulüpler altyapı konusunda üzerine düşeni yapmıyor gibi görünüyor. Beşiktaş'ın Fulya'da bir tane antrenman sahası var. 10 takım çalışıyor. Hepsi orada nasıl çalışıyor? Fenerbahçe keza öyle. Bu kadar tesis yapıldı ama demek ki hepsi A takıma yönelikmiş. Başlangıçta Aziz Yıldırım "Altyapıya güvenmiyorum" dedi. Sonra fikri değişti. Baktı olmayacak gibi. Altyapının başına hocalar getirdiler. Hep karambole geldi bu işler. "Fenerbahçe'de bir şey yapamaz" denilen Merih, Juventus'a transfer oldu. Çocuk kendisine inanmış, artık bir yere geleyim istiyor. Oraya gidiyor çabalıyor, buraya gidiyor çabalıyor, sonunda gidiyor. Onları iyi değerlendirmek lâzım.

Çocuklara benim ismimi koydular

Bu güzel sohbete noktayı gollerinizle koyalım istiyorum. Unutamadığınız birkaç golünüzü hatırlatalım mı?

Orta sahada oynadığım için az gol attım ama kritik gollerim var. Derbilerden önce anketler yapılırdı, golü kim atacak diye. Heyecan verici olurdu. 1974'te Galatasaray'a karşı ilk golü ben atmıştım. O dönemde fanatik Fenerbahçeliler çocuklarına hep benim adımı vermişti. Bir Ankaragücü maçında ilginç bir gol atmıştım. O zaman TV'lerde ayın golü gösterimi oluyordu. Ankaragücü'ne 40 metreden attığım gol Avrupa'da ayın golü, Türkiye'de de yılın golü seçilmişti.

Geri
İleri