TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ahmet Ceyhan: "Herkes hayal etti, ben bizzat yaşadım" 3.02.2020
Ahmet Ceyhan: "Herkes hayal etti, ben bizzat yaşadım"
Geri
İleri

70'li yılların ikinci yarısından 80'li yılların ortasına kadar Türk futbolunu domine eden Trabzonspor'un elde ettiği altı şampiyonluğun beşinde kadroda yer alan Ahmet Ceyhan, aynı dönemde kazanılan 6 Cumhurbaşkanlığı, 2 Türkiye ve 2 de Başbakanlık Kupası'nın kulpundan tuttu. Sol açık olarak başladığı kariyerini sol bek olarak tamamlarken, Galatasaray'da 14 yıllık hasreti bitiren şampiyonluğu da tattı. Tüm yasaklara ve "dayak tehdidi"ne rağmen futbol aşkının peşinden koşan tecrübeli futbol adamı, "Allah dualarımı kabul etti ve o yıllarda futbola sevdalı çocukların hayal ettiği ne varsa hepsini yaşadım" diyor.

Röportaj: TamSaha / Derya Oruçoğlu

Türk futbolunda ihtilâlin adıydı Trabzonspor... O dönem 1. Lig olarak anılan en üst versiyonda şampiyonluklarda sadece Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray'ın adı yazılıydı. İdmangücü, İdmanocağı, Martıspor ve Karadenizgücü'nün bir araya gelmesiyle resmi olarak 2 Ağustos 1967'de kurulan Trabzonspor da hızlı bir yükselişle 1974-1975 sezonunda ilk kez 1. Lig'de boy gösteren gencecik bir takımdı. Ustalar arenasındaki ilk denemesinde 16 ekip arasında kendisine 9'uncu sırada yer bulan bordo-mavili ekibin bir sezon sonra devlere kafa tutabileceği kimsenin aklından geçmiyordu elbette... Ama efsane başkan Şamil Ekinci yönetimindeki 'Karadeniz'in kabuğuna sığmayan hırçın çocuğu', ezber bozmaya çok yakındı... Neredeyse tamamı Trabzonlu oyunculardan kurulu kadrosuyla 1975-1976 sezonunda başladığı şampiyonluk serisini 1983-1984 sezonunda altıncı zafere ulaştıran bordo-mavili takımın aslen Trabzonlu olmayan birkaç oyuncusundan biriydi Ahmet Ceyhan... Şimdilerde Türkiye Futbol Federasyonu'nda görev yapan ve U19 Millî Takımımızın Teknik Direktörlüğünü üstlenen Ceyhan, bordo-mavi efsanenin doğuşunda pay sahibi olduğu gibi Galatasaray'ın 14 yıllık hasretinin bittiği şampiyonlukta da önemli rol oynamıştı. Hem Trabzonspor'un hem de Galatasaray'ın kritik dönemlerinde oyuncu olarak ter döken Ceyhan, TamSaha'ya verdiği röportajda adeta Türk futbolunun bir dönemine ışık tuttu.

Önce bilmeyenlere kısaca Ahmet Ceyhan'ı anlatalım...

Ailem Elazığ'ın bir köyünden İstanbul'a göç etmiş. İki ablam Elazığ'da doğmuş. Küçük kardeşimle ben de İstanbul'da... Annem, babam ve kardeşlerim vefat etti. Çekirdek aileden bir ben kaldım. 1951 doğumluyum. Bir kızım, bir oğlum ve iki torunum var. Kızım evli, oğlum ise üniversiteye hazırlanıyor.

Gelelim futbola nasıl başladığınıza...

Herkes gibi mahallede başladım. Kendi aramızda mahalle maçları oynardık. Engel ve yasaklara rağmen futbolla yatar, futbolla kalkardık. Belli bir yaşa gelince semtimizin takımlarından teklifler almaya başladım. Ama ilk adresim o dönem amatör kümede mücadele eden Dikilitaş oldu. Bir sene orada oynadıktan sonra semtimin takımı Haliç'e geçtim. İki yıl Haliç forması giydim. O zamanlar 3. Lig yeni kurulmuştu. Bir sene de amatör olarak o ligde oynadıktan sonra askere gittim. Askerdeyken Ankara'da Muhafızgücü'nde futbol oynamaya devam ettim. Askerlik bittikten sonra eski hocalarımın isteği ile Giresunspor'un kapıları açıldı. 3. Lig'de oynadığım dönemde hocam olan Tekin Yolaç ile Naci Özkaya Giresunspor'da çalışmaya başlamıştı. Beni de yanlarında istediler ve bu vesileyle 22 yaşında profesyonelliğe de adım atmış oldum.

Anneniz ve babanız futbol oynamanızı destekledi mi? Ailede sizden başka futbolla ilgilenen kimse var mıydı?

Küçük kardeşim de futbolla ilgiliydi ama fazla oynayamadı. O da ben de futbol yüzünden çok dayak yedik. Arkadaşlarımız da aynı şeyleri yaşıyordu. O zamanlar öyleydi. Anne-babalar çocuklarının top oynamasını değil eğitimlerine devam etmesini istiyordu. Fakirlik de vardı. Ayakkabıların çok çabuk yırtılması bile büyük sorundu. Ama ben futbolu çok seviyordum. O nedenle her şeyi göze alıp evden kaçarak oynamaya devam ettim. Maç izlemeyi de çok severdim. Balat'tan yürüyerek İnönü Stadı'na (bugünkü Vodafone Park) giderdim. Demir parmaklıkların arasından kaçak olarak stada girerdim. "Bir gün Allah burada top oynamayı bana da nasip edecek mi?" diye düşünür, hayaller kurardım. Çok dua ederdim. Allah dualarımı kabul etti. Maç izlediğim statlarda yıllarca futbol oynadım.

Profesyonel olduktan sonra da aileden destek görmediniz mi?

Mutaassıp bir ailede yetiştim. Futbola toleransları yoktu. Özellikle annem nefret ederdi. Annemle babam beni sahada hiç izlemedi. Profesyonel olduktan sonra sadece radyodan takip ettiler. O dönemde televizyon bile yoktu. Sonraları babam, ablamlar ve kardeşim radyonun başına geçse de annem bu konulara hiç girmiyordu. Son ana kadar da karşı durdu. Annem okuma yazması olmayan bir kadındı. Biz iyi bir muhitte (Balat) büyüdüğümüz için kendimizi yetiştirme şansımız da oldu.

İstek, yetenek ve çalışma üçlüsünün ne kadar önemi var sizce?

Yetenek olmazsa olmaz bir unsur. Ama çalışma ile mutlaka desteklenmeli. Kendimden örnek vereyim; ne kadar istersem isteyeyim Allah vergisi yeteneğim olmasaydı başarılı olmam mümkün değildi. Bende yetenek vardı ve bunun farkındaydım. Büyüklerim de öyle söylüyordu. Çok şükür yaptığım işte en iyi noktaları da gördüm. Hem Trabzonspor'da hem de Galatasaray'da çok kupa sevinci ve şampiyonluk yaşadım. Herkesin hayal ettiği şeyleri bizzat tattım.

Oğlunuzun futbolcu olmasını ister misiniz?

Futbolu çok seviyor ama fazla yetenekli değil. Onu Galatasaray altyapısına bizzat götürdüm. Üç ay antrenmanlara çıktı. O dönemde çalışmadığım için onunla gittim geldim. Baktım olmayacak, "Oğlum bir evde bir futbolcu olur. Ben seni okutmak istiyorum" dedim. Anlayışla karşıladı. Akademik eğitimi çok da iyi gidiyor. Şu an 17 yaşında. Üniversiteye hazırlanıyor. Çok şükür başarılı bir öğrenci. Ondan tek isteğim eğitimine devam etmesi.

Trabzonspor ile yollarınız nasıl kesişti?

Giresunspor forması giyerken Trabzonspor'a karşı da maçlar oynadım. Performans olarak üst düzeydeydim. O dönem Galatasaray, Kayserispor ve Trabzonspor'dan teklif aldım. Galatasaray'ın teklifi Trabzonspor'a imza attıktan sonra geldiği için gidemedim. Trabzonsporlu yöneticilerle konuşurken bana, "Bir tek seni alacağız ve şampiyon olacağız" dediler. Bu sözler beni çok etkilemişti o zaman. Çünkü "Şampiyonluğa oynayacağız" bile değil, direkt "Şampiyon olacağız" demişlerdi ve o sezon şampiyon olduk.  Trabzonspor serüvenim benim için harika başladı. Sonra şampiyonluklar arka arkaya geldi. Çok iyi bir kadromuz vardı. Uzay takımı gibi görüyorlardı bizi. Hatta biz bile kendimizi öyle görmeye başlamıştık. Deplasman-iç saha ayrımı yapmadan maçlarımızı rahatça kazanıyorduk. O sıralar Trabzonspor sekiz sezonda altı şampiyonluk yaşadı ve beşinde ben kadrodaydım. Son şampiyonlukta ise Galatasaray'a transfer olmuştum. Ama orada da 14 yıl sonra gelen şampiyonluğu tattım, ardından da futbolu bıraktım.

Neredeyse tamamen Trabzonlulardan oluşan bir takımın dışarıdan gelen ender oyuncularından birisi olarak bir sıkıntı yaşamış mıydınız?

Hayır, hiç yaşamadım. Çok kolay kabullendiler beni. Ayrım yapmayan, sıcakkanlı ve insanları seven bir yapım var. Şehirle de takım arkadaşlarımızla da müthiş bir şekilde bütünleşmiştik. Şampiyonluklar da bu bütünleşme sayesinde geldi zaten. Trabzon'da hiç yabancılık çektirmediler bana. Taraftar da sahip çıktı, oyuncular da. Oranın bir evladı gibi davranıldı hep.

Avni Aker'in unutulmaz atmosferinden söz etsek biraz...

Trabzonspor taraftarı futbolu çok iyi biliyor. Hatta şöyle söyleyeyim; daha o zamanlarda yüzlerce kadın taraftar gelirdi tribünlere. Kadınların futbolla bu kadar ilgili olduğu bir kentte bir de erkekleri düşünün. Tribünlerdekiler bağırarak sahada ne yapmamız gerektiğini söyler, taktik verirlerdi bize. Düşünün oradaki atmosferi. Deplasmanlarda bile tribünlerin yarısından fazlasını bizim taraftarımız dolduruyordu. Başarı da olduğu için her yere geliyorlardı.

Rakip oyuncularla diyaloglarınız nasıldı o dönemler?

Her şeyden önemlisi saha dışında dosttuk. Maçlardan sonra sahadaki rakiplerimizle bir yerlerde buluşur, uzun uzun sohbetler ederdik. Ben Trabzon'dayken günde bir uçak gelirdi. O nedenle gelen mecburen kalıp ertesi gün dönerdi. Biz de gece rakip takımın oyuncularını kaldıkları otelden alıp yemeğe götürürdük. İç içeydik yani. Şimdi ki gibi değildi bizim dönemimiz. 

Efsane başkan Şamil Ekinci'yi nasıl tanımlarsınız?

Harika bir insan ve harika bir başkandı. Gördüğüm başkanların içinde en iyilerinden birisiydi. Çok severim kendisini (gözleri doluyor). Biraz duygulandım, bu ara çok hasta çünkü. Unutulmaz güzellikte günler yaşadık birlikte. Ne maddi ne manevi sorun yaşadık. Böyle bir başkandı o. Üstelik Trabzonlu da değildir, Kırşehirlidir. Trabzon'da bir un fabrikası vardı. Ama bir Trabzonludan daha çok Trabzon'a faydası olmuştur. Bir de Süha Akçay diye bir yöneticimiz vardı. Takımdan sorumluydu. O nedenle sürekli irtibat halindeydik. O da çok iyi bir insandı. Rahmetli oldu. Bütün yöneticilerimizle abi-kardeş gibiydik. Hiç sorun yaşamadık. Bize sadece futbolu düşünecek atmosferi sağladılar. Sadece Trabzonspor'a has bir durumdu bu. Küçük bir şehir olduğu için yöneticilerle hep iç içeydik. Her yerde karşılıyor, bir derdimiz olduğu zaman gidip konuşabiliyorduk. Galatasaray'a transfer olduktan sonra yöneticilerin çoğunu görmedim bile. Sadece futbolla ilgili olan yöneticilerle hasbihal edebiliyor, diğerlerini göremiyorduk.

Peki, Ahmet Suat Özyazıcı ve Özkan Sümer...

Trabzonspor'da iki hoca ile çalıştım zaten. İki hocamızın da çok emeği var. İkisi ile de çok çok güzel günler geçirdik. Üst üste gelen şampiyonlukların temelinde yatan faktörlerden biri de onlarla hoca-öğrenci ilişkisinden ziyade abi-kardeş ilişkisi içinde olmamızdı. Her ikisinden de çok şey öğrendik. Allah razı olsun. Mesleğimizde bir yerlere geldiysek onların katkısı çok büyük. İkisi de çok iyi hocaydı.

Aralarında fark var mıydı?

Özkan Hoca için "biraz daha despot", Ahmet Suat Hoca için ise "yaklaşımı daha yumuşaktır" derler ama ben bunu kabul etmiyorum. İkisinin de çok emeği var. İkisinin de bize karşı yaklaşımlarını ve üzerimizdeki haklarını unutamam. İkisinden de çok memnunduk. Biz saha içinde hocalarımızın talebesi ama dışarıda kardeşleriydik. Bunları iyi ayırt ediyorduk. Trabzon'da fazla bir sosyal hayat da yoktu o zamanlar. Her Pazartesi günü eşlerimizle birlikte takımdan bir arkadaşımızın evinde buluşup yemek yer, muhabbet ederdik. Bazen de oyunlar oynardık. Başarı da böyle geldi. Trabzon küçük bir şehir olduğu için hep iç içeydik. Buluşmadığımız günlerde bile bir yerlerde karşılaşırdık.

Biraz da efsane kaptan Cemil Usta'yı dinlesek sizden. Bu sezon Süper Lig'e de onun adı verildi...

Çok iyi bir insandı. Fazla konuşmazdı. Bizi motive etmek için çok mücadele ederdi. Sol bek oynardı. Ben de onun önünde sol açık oynuyordum. O futbolu bıraktıktan sonra ben onun bölgesine geçtim. Cemil kaptanımızı unutmamız mümkün değil. Çok iyi bir insan olmasının yanında harika bir aile babası ve dosttu. Allah rahmet eylesin, mekânı cennet olsun. Bazı arkadaşlarımız vefat etti ama yaşayanlarla görüşüyor ve aramızda olmayanları yâd ediyoruz.

Giresunspor'dan ayrılırken Trabzon'da yaşayacaklarınızı hayal edebiliyor muydunuz?

Kesinlikle hayır. İstanbul dışından şampiyon çıkmamıştı o zamana kadar. Benim gayem futbol olarak kendimi ispat edip, İstanbul takımlarında oynamaktı. Çünkü ailem ve arkadaşlarım beni görsün, tribünlerden izlesin istiyordum. Bütün futbolcuların hayali de İstanbul takımlarıydı zaten. Sonra bu hayalim de gerçekleşti.

O dönemden bu kadar bahsetmişken, Trabzonspor'un tüm başarılarının altında imzası olan Şenol Güneş'i de unutmayalım...

Şenol Hoca, Cemil Usta'dan sonraki kaptanımız. Çok iyi bir kaleciydi bir kere. İyi bir dosttu. Liderlik vasfı olan bir oyuncuydu. Bu noktalara geleceği belliydi. Çok da çalışkandı. Şimdi A Millî Takımımızın hocası. Eski bir takım arkadaşı olarak başarılarını hayranlıkla izliyorum. Hiç sorun yaşamadım Şenol Güneş'le. Trabzon'da kimse ile sıkıntım olmadı zaten.

Şampiyonluklara ambargo koyan bir takımdınız. Bu durum kazandığınız paraya da yansıdı mı?

İstanbul takımlarında oynayan arkadaşlarımızın kazandığı paraları tabiî ki kazanmıyorduk ama bize ödenen rakamlar da fena değildi. Aileme epey destek oluyordum. O zaman evli değildim. Gerçi evli olsam da ailemin yanında olurdum. Futbolcu olmadan önce de dualarımda anneme, babama, kardeşlerime gereken her şeyi yapacağıma dair kendi kendime söz vermiştim. Sözümde de durdum. İlk kazandığım parayla annemle babamı hacca göndermiştim mesela. O da hayallerimden biriydi ve ilk fırsatta gerçekleştirdim.

Hafızalara kazınan Liverpool maçından bahsedelim biraz da...

O zamanlar Şampiyonlar Ligi değil, Şampiyon Kulüpler Kupası vardı. Liverpool, yaklaşık 50 maçtır yenilmeyen, çok kaliteli bir takımdı. Taraftarlarımız hariç kimsenin bize dair pek ümidi yoktu. Ama böyle takımlara karşı çok çok iyi konsantre olan bir kadromuz vardı. Taraftarlar karşılaşmaya bir hafta kala havaya girmişti. Kazanacağımıza gerçekten inanıyorlardı. Çıktık, rahmetli kaptanımız Cemil Usta'nın penaltı golüyle 1-0 kazandık. 50 küsur maçtır yenilmeyen bir takımı yendik. Çok güzel bir anı oldu bizim için. Deplasmandaki rövanşta ilk 30 dakikada 3-0 geriye düştük. Maç da öyle bitti.  Ama 50 küsur maçtır yenilmeyen bir takımı Trabzon'da yenmenin gururunu yaşadık. Ben her iki maçta da oynamıştım.

Trabzon'daki ilk şampiyonluğunuz...

Asla unutulamayacak bir mutluluk. Daha önce de bahsettiğim gibi 1975'te Trabzonspor yöneticileri ile yaptığımız ilk toplantıda bana, "Seni alacağız, şampiyon olacağız" demişlerdi. O sözler hâlâ kulaklarımda duruyor. Hiçbir zaman unutmadım. Gerçekten de şampiyon olduk. Bunlar unutulacak şeyler değil. Ama şunu da söylemek lâzım. O şampiyonlukta çok insanın emeği var. O kupa sadece futbolcuların eseri değil. Taraftarın, yöneticilerin, mutfağın arkasında çalışanların, malzemecilerin, masörlerin, sağlık ekibinin... Herkesin payı var.

Galatasaray'a geçiş süreci...

Ayrılık zor bir süreçti tabiî ki. Trabzon beni kabullenmiş, ben Trabzon'u kabullenmişim. Ama aile hasreti nedeniyle İstanbul'a dönmek istiyordum. Galatasaray'a gitmeden bir yıl önce Trabzon'da bir sezon daha oynayıp futbolu bırakmayı düşünüyordum. Her sene şampiyonluğa oynadığımız için çok stresli günler geçiriyorduk. Bedensel açıdan iyi durumdaydım ama kafa olarak yorgundum. Fakat İstanbul'a gelince bırakma düşüncemi beş sene ertelemiş oldum. Transfer sürecine gelince… Özkan Hoca (Sümer) Galatasaray'ın başına geçmişti. O istedi beni. Ben de çok istiyordum gitmeyi. Artık ailemle buluşayım, onlarla zaman geçireyim istiyordum çünkü. Böyle bir teklif gelince değerlendirdim ve Galatasaray'a transfer oldum. Ayrılırken de hiçbir kırgınlığım olmadı. Hâlâ dostluklarım devam ediyor. Jübilemi de iki kulüp birlikte yaptı…

Yılların alışkanlıkları varken kulüp değiştirmek zor olmadı mı?

31 yaşında gittim Galatasaray'a. O zamanlar herkesin futbolu bıraktığı yaşlarda yani. O nedenle benim transferim medyada da eleştiri konusu oldu. Ama ben "Burada oynayacağım, bu yazılanları tekzip ettireceğim" dedim kendi kendime. Oynadığım da... Kendime çok iyi baktım. Beş sezon boyunca sakatlıklarım dışında hiç yedek kalmadım. Gelen hiçbir hoca kulübede tutmadı beni. Özkan Sümer, Derwall, Ivic... O dönem Galatasaray 14 yıl boyunca şampiyon olmamıştı. Jübile sezonumda şampiyon olduk. Hem hasreti bitirdik hem de ben şampiyonlukla bırakmış oldum. Benim adıma gurur verici bir veda oldu.

Lâkabınıza gelelim... Size neden "Çaycı Ahmet" diyorlar?

Her yerde soruyorlar bana bunu. Bizim semtteki kahvehanelerden birine ortaktım. Mevzu orada çekilen bir fotoğraftan kaynaklanıyor. Galatasaray beni daha önce de Giresunspor'dan istemişti. Ben Trabzonspor ile mukavele imzalamış ve gidememiştim. Galatasaray daha sonra beni Trabzonspor'dan da istedi.  Ben de oynamak istiyordum ama bir yıl daha mukavelem vardı. Trabzonspor da beni bırakmak istemiyordu. Sezon açılışına gitmedim. Takım Uludağ'da toplandı. Ben oraya da gitmedim, "Belki bırakırlar" diye düşündüm. Tabiî sözleşme var. Benim ne yaptığım önemli değil. Kemal Belgin, Tercüman gazetesinde çalışıyordu o dönem. O geldi semte. "Ne oldu Ahmet, niye gitmiyorsun kampa?" dedi. Ben de "Galatasaray istiyor beni. Trabzonspor da bırakmıyor" dedim. Fotoğrafımı çektiler. Kemal Belgin "Sen karışma, ben altını doldururum" dedi. Ertesi gün gazeteyi aldım, haber yarım sayfa. Başlık da "Çaycılık yaparım, Trabzon'a dönmem." Halbuki ben böyle bir cümle kullanmadım. Galatasaray taraftarı da bunu hiç unutmamış. Transfer olup ilk maçıma çıktığımda tribünler "Çaycı Ahmet, Çaycı Ahmet" diye tempo tutuyor. Ben o haberi unutmuşum tabiî. "Kim bu Çaycı Ahmet?" diyorum kendi kendime. Sonradan aklıma geldi. Galatasaray taraftarı beni Kemal abinin attığı başlıkla bağrına bastı.

Futbolu bıraktıktan sonrası için teknik direktörlük var mıydı aklınızda?

Doğrusunu söylemek gerekirse teknik direktörlük yapmayı hiç düşünmedim. Zaten jübileden sonra üç yıl başka iş yapmaya çalıştım. İş hayatına atıldım ama beceremedim. Ardından rahmetli Metin Türel Hocam, "Gel kursa katıl. Yarın öbür gün ne olur bilinmez" dedi. Arkadaşlarımın, büyüklerimin de desteğiyle boş olduğum dönemde kursa gittim. Diplomamı aldım. Bu vesileyle mesleğime dönmek nasip oldu. Çok da memnunum. Çünkü futbolu seviyorum. Saha içinde olmayı seviyorum. Ömrüm yettiğince ve görev verildiği sürece de devam edeceğim.

Futbol oynadığınız dönemde sizi çok zorlayan oyuncu kimdi?

Ben kendime çok güvenirdim. Allah vergisi bir hızım vardı. O yüzden kimseden etkilenmez, çekinmezdim. Oyun zekâsı olarak da kendimi iyi görüyordum.

Türk futbolunda en beğendiğiniz futbolcu?..

Şimdi sistemler çok değişti. Meziyetlerini sahaya yansıtma durumu ortadan kalktı gibi. Sistem oyuncusu olarak tabir ediyorum bugünün futbolcularının çoğunu. Hoca olarak bizler de öyle olmalarını istiyoruz zaten. Ama tabiî ki yeteneklerini de sahaya yansıtabilmeleri lâzım. Sistem oyuncusu ve yetenekli oyuncu diye ayırmak gerekiyor aslında. Yetenek olarak Rıdvan'ı (Dilmen) çok beğenirdim. Bizden birkaç yaş büyüklerden Cemil Turan var mesela. Büyük Mehmet (Oğuz) var. Bunlar Türk futboluna damga vurmuş oyuncular. Benim idolüm ise Yusuf Tunaoğlu'ydu. Çok enteresan bir oyuncuydu. Öyle çok hızlı değildi ama müthiş bir oyun zekâsı ve tekniği vardı. Sergen Yalçın'ı da buraya ekleyebiliriz. Ama Yusuf abiden sonra. Bence Türk futbolunda en iyi oyuncular bunlardı. Tabiî ki benim gözlemleyebildiklerim arasında...

Geçelim TFF'deki görevinize ve yaptığınız çalışmalara…

U16, U17 ve U18 Millî Takım Teknik Direktörlükleri yaptım daha önce. Bu benim TFF'ye üçüncü gelişim. Arada kulüp takımlarında da çalıştım. Şimdi U19 Millî Takımı'nın Teknik Direktörlüğünü yapıyorum. Sahada olmayı, oyunculara bir şeyler kazandırmayı çok seviyorum. Bilgi birikimimi ve tecrübelerimi onlara aktarabildiğim zaman mutlu oluyorum. Gençlere bir şeyler katabilmek benim yaşam tarzım artık.

Gençlerden söz etmişken... Onlara tavsiyeleriniz neler?

Her şeyden önce çok çalışsınlar. Artık çalışmadan, sadece yetenekle ilerlemek pek mümkün değil. Kendilerine bir vizyon edinsinler, bir hedef koysunlar ve o hedef doğrultusunda çalışsınlar. Çok maç seyretsinler, oyun bilgilerini yükseltsinler. Hocalarına güvensinler ve dediklerini harfiyen yapsınlar. Futbolda ödev de mesai de bitmez. Genç Millî Takımlar var, kendi kulüplerinin profesyonel takımları var. Yurt dışına giden oyuncularımız var… Geleceğe yönelik hedef belirleyip, çalışmaktan asla yılmasınlar. İnternette Ronaldo'nun bir fotoğrafını gördüm. Müthiş bir vücudu var. Bunu çalışarak yapmış. Bir maçta 2 metre 57 cm yükselmesinin sebebi de bu. Kaslarınız ne kadar güçlüyse siz de o kadar güçlüsünüz. Zıplama, hız, dayanıklılık… Hepsi kaslar sayesinde oluyor. Şunu demek istiyorum; Ronaldo 35 yaşında ama hâlâ çalışıyor. Oyuncular antrenmanlardaki çalışma ile yetinmemeli. Evde bile çalışmalı. Açma-germe yapılabilir mesela. Ya da düşük ağırlıklarla kendilerini kuvvetlendirebilirler. Hedefleri olmazsa gidip 1.5 saat antrenmanla yetinirler ki bana göre bu yanlış. Ayrıca iletişim çağının olumsuzluklarından uzak durmaları lâzım. Telefon, bilgisayar, tablet… Bunlar mutlaka ayarlı kullanılmalı. Gece saat 2-3'e kadar ışıklar yanıyor kamplarda. Bu çok fazla. O zaman işinin dışındaki alanlara fazla dalıyor gençler. O zaman olmuyor işte. En çok yaptığın işi seveceksin. Ona odaklanacaksın, ona göre çalışacaksın, ona göre besleneceksin, ona göre uyuyacaksın. Futbolculuk kolay gibi görünür ama zor tarafları da var. Her şey istediğin gibi olmaz.

Ailelere önerileriniz...

Öncelikle çocuklarını rahat bıraksınlar. Bakıyorum veliler çocuklardan daha fazla işin içinde. Geliyorlar, gidiyorlar, antrenmanları izliyorlar. Tabiî ki izleyecekler ama fazla yorum yapıyorlar. Çocukları baskı altında tutuyorlar. Futbol oynayan çocukların aileleri genelde mali açıdan iyi durumda olmadıkları için çocuklara kurtarıcı gözüyle bakıyorlar. Bu büyük bir yanlış. Çünkü her yetenekli oyuncu yıldız olamayabilir. Hatta futbolcu bile olamayabilir. Belki başka yetenekleri vardır ve o tarafa yönelir. Çocukları hocalara teslim etsinler. Yeteneği varsa hocaları zaten onu geliştirecektir.

Geri
İleri