TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Necdet Ergun: Gölgedeki yıldız 1.04.2020
Necdet Ergun: Gölgedeki yıldız
Geri
İleri

Trabzonspor'un Türk futbolunu domine ettiği yıllarda bordo-mavili formayla adından sıkça söz ettirdikten sonra, Beşiktaş'ın 15 yılın ardından elde ettiği şampiyonlukta pay sahibi oldu. Ama Galatasaray'a elle gol atınca babasını adeta kahretti. İnönü Stadı'nda tribünün gölgesinin düştüğü kanatta oynamayı tercih etmesinden mülhem, "Gölgedeki Yıldız" isimli biyografi kitabı piyasaya çıkan usta futbol adamı, yaşanmışlıklarını tüm samimiyetiyle TamSaha'ya anlattı.

Röportaj: Derya Oruçoğlu / TamSaha

TamSaha'daki sohbetlerimizin ritüeli ile başlayalım hocam. Necdet Ergün'ü kendisinden dinleyelim önce. Aile yapısını, çocukluğunu, futbola nasıl başladığını, hayallerini…

Babam 1936 ya da 1937'de İstanbul'a gelmiş. Beyoğlu Belediyesi'nde bekçiymiş. Daha askerliğini yapmadan bekçi olmuş. Emekliliğine kadar da orada çalışmış. Üç çocuklu bir ailenin en küçük ferdiyim. Benim dışımda iki ablam var. Annem ev hanımı. Küçük ablamla birlikte Göztepe'de yaşıyor. Büyük ablam evli, torunları var. Okula İstanbul'da başladım. Ortaokul ve liseye de İstanbul'da devam ettim. İlkokulu ve ortaokulu Fındıklı'da bitirdim. Sonra İzzetpaşa'ya taşındık. Liseye orada başladım ama futbol yüzünden devam etmedim.

Okulu terk mi ettiniz?

Evet maalesef… O dönemlerde profesyonel olmuştum. Lise 1'de akademik eğitimi bırakıp Bolu'ya gittim.

Cahit Hocayı görmeye geldim!

Kimse 'yapma, etme, okuluna devam et' demedi mi?

Bizim eski yardımcı antrenörümüz Cahit Sinan, Bolu'da okul müdürüydü. Bir gün sohbet sırasında eğitim durumumu sordu. Lise 1'de bıraktığımı söyleyince, "Evraklarını getir, burada dışarıdan bitir" dedi. İmtihanlar için okula gittim. Okulun bahçesine girince herkes yanıma geldi. Orada ne aradığımı sordular. Utancımdan sınava gireceğimi söyleyemedim, "Cahit Hocayı görmeye geldim" dedim. Sınava da girmedim.
 
Aile bölümünden iyice uzaklaşmadan kızlarınızdan bahsedelim mi? Baba ocağında iki abla, sonrasında da iki kız evlât…

Evet, iki kızım var. Erkek kardeş ya da erkek evlat nasip olmadı. Büyük kızım Özge çalışıyor. Küçük kızım Öykü Ece ise evlenip ev hanımı oldu. Futbolu bıraktığım dönemde büyük kızım 3-4 yaşlarındaydı. Jübile maçına gelmiş, hatta sahaya girmişti. Maç sırasında bir baktım, bir çocuk koşa koşa bana doğru geliyor. Nasıl girdi anlamadım. Ben de mecburen alıp dışarı çıkardım.

Babanızın Atatürk'le tanışma olayı var yanlış bilmiyorsam. Onu anlatır mısınız?

Elbette… Babam iki kez karşılaşmış Atatürk'le. Dolmabahçe'de, caminin yanındaki iskelede. Karşılaşmakla da kalmayıp tokalaşıyor, konuşuyor. Daha doğrusu konuşmaya çalışıyor (tebessüm ediyor). Hep anlatırdı Atatürk'le karşılaşmasını. "Gözlerinden ateş çıkıyordu. Konuşamadım, karşısında irkildim" derdi.

Bu maçta iyi oyna, Millî Takım garanti

Gelelim kariyerinizin başlangıç dönemine. Bolu önemli bir adım oldu sizin için. O süreçten bahseder misiniz biraz?

Bolulu bir sınıf arkadaşım vardı. Üsküdar Anadolu'da oynarken Şeref Stadı'nda bir maçımı izlemeye gelmişti. Yanında Bolusporlu yöneticiler de vardı. O karşılaşmada beğenilince kendimi Bolu'da buldum. Sezon sonuydu oraya gittiğimde. İki sene kadar Boluspor'da oynadım. A millî formayı da ilk kez Boluspor'da giydim.

Daha o dönem dikkat çekmeyi başardınız yani…

Boluspor'da dördüncü maçıma çıkıyordum. Takımı Rumen teknik direktör Valeriu Neagu çalıştırıyordu. Bana, "Bu maçta iyi oyna, Millî Takım garanti" demişti. Rakibimiz Galatasaray'dı. Millî Takımımızın hocası da rahmetli Coşkun Özarı. O gün Coşkun Hoca da tribündeydi. Beni beğenince Millî Takım yolum açılmış oldu. Millî formayı giyince de başka kapılar açıldı…

Fenerbahçe'ye niyet, Trabzonspor'a kısmet

Beklediğiniz oldu mu peki? Daha büyük kulüpler ilgilendi mi sizle?

Evet. En hızlı davranan da Fenerbahçe oldu. Rahmetli Yüksel Günay'ın yanına götürdüler beni. O zaman ikinci başkandı. "Seni almaya karar verdik" dediler, anlaştık. Beşiktaş da devredeydi ama Fenerbahçe daha hızlı davranınca bir an önce İstanbul'a dönmek için kabul ettim. Bu arada birkaç belge imzaladım tabiî. Ne olduğunu bile bilmediğim belgeler. Sözleşme mi, senet mi, çek mi, ben de bilmiyorum. O zamanlar Temmuz ayından önce atılan imzalar geçerli değildi ve biz henüz Haziran ayındaydık. Tatile gitmeye hazırlanıyordum ve bana, "Nereye gidersen git. İmzaları aldık" demişlerdi. Oradan ayrıldıktan sonra Trabzonspor'da oynayan Ali Yavuz geldi yanıma. "Trabzonspor seni istiyor" dedi. "Fenerbahçe ile anlaştım" dedim ama dinlemedi beni. "Arkadaşlığımız var. Gel kurtar beni. Gidelim çay, kahve içelim. Anlaşamazsan dönersin. Seni Trabzonspor yönetimi ile görüştürmezsem bana fırça atarlar" diye ısrar etti.

İki arada bir derede kaldınız yani…

Aynen öyle. Kalktık gittik Maçka Oteli'ne. Alttan girdiler üstten çıktılar, 600 bin liraya beni Trabzonsporlu yaptılar. Fenerbahçe ile de 500 bin liraya anlaşmıştım. O zamanlar 1 Temmuz'a kadar oyuncu kaçırma olayları var. İmza da attık ama yine de bırakmıyorlar beni. O arada Mehmet Ekşi de gelmişti. Tanju Gürsu ve bir idareci aldılar bizi, Ankara Otel'e gittik. 1 Temmuz'a bir hafta kalmıştı ve o süreyi orada geçirdik. Sonra da noterde imzaları atıp resmen Trabzonsporlu olduk.

Kazandığınız ilk büyük paraydı sanırım Trabzonspor'dan aldığınız. Neler değişti hayatınızda, ilk olarak ne yaptınız mesela?

Fenerbahçe ile yaptığım anlaşmaya göre 100 bin lira fazla kazanmıştım. İlk iş olarak 500 bin liraya anneme Göztepe'de (İstanbul) bir ev aldım. 100 bin lira da bana kaldı.

Fenerbahçe'ye de imza attığınızı söylediniz. Ses çıkmadı mı o imzalar konusunda?

Çıkmaz olur mu? 3-4 ay kadar sonra kaldığım otele icra kâğıdı geldi. Ben ne anlarım icradan, mahkemeden… Bilmem hiç öyle şeyleri. Ama evraklara göre 250 bin lira borçluyum. Hemen genel kaptanımız rahmetli Süha Akçay'ın yanına gittim. "Bana böyle bir şey geldi ağabey. Sözleşme imzalarken size söylemiştim ne olduğunu bilmediğim bazı evraklara imza attığımı" dedim. Biraz göz gezdirdikten sonra "Seni icraya vermişler, 250 bin lira istiyorlar" dedi. Ne yapacağız diye üsteleyince de, "Ali Kemal'i veriyoruz onlara. O konuyu görüşürken oradan düşerim 250 bin lirayı. Sen hiç merak etme" dedi. Söylediği gibi de Ali Kemal'in transferinde 250 bin liralık borcu halletti rahmetli.

Trabzonspor serüveni nasıl başladı sizin adınıza?

İyi başladı. Millî Takım'da da banko oynuyorum o dönem zaten. Ama sancılarımız da olmadı değil…

Nasıl sancılar?

Mecazi değil (gülerek söylüyor) gerçek sancılardan söz ediyorum. Sol ayak küçük parmağımda nasır vardı. O nedenle çok acı çektim. Çok ilginç bir anım bile var onunla ilgili.

Ah o nasır!

Anlatacaksınız sanırım…

Anlatırım tabiî. Şampiyon Kulüpler Kupası'nda Kopenhag'la eşleşmiştik. Trabzon'da 1-0 kazandık. Golü de ben attım. Rövanşı var tabiî bunun bir de. Ama o sıralar ayağımdaki nasırın çektirdiği acılar öylesine arttı ki anlatamam. Oraya top ya da ayakkabı değince beynime vuruyor ağrısı. İdmanda da maçta da kenarı kesik ayakkabı ile oynuyorum. Nasırlı parmak dışarıda kalıyor. Neyse gittik Kopenhag'a. Isınmaya sahaya çıkacağız. Herkes ayakkabısını giydi, benim ayakkabı yok. Ayakkabıları malzemeciler getirip götürüyor o zamanlar. Gittim malzemecimiz Mehmet ağabeyin yanına, "Ayakkabım nerede" diye sordum. "Senin ayakkabıyı getirmedim" demesin mi? "Eeee ne giyeceğiz şimdi?" dedim. "Oğlum maçı televizyon canlı yayınlıyor. Trabzonspor'un oyuncusu yırtık ayakkabıyla sahaya çıkar mı hiç? Televizyonda görünürse ne olacak?" dedi. Adam haklı… Bir de yağmur var, bardaktan boşalırcasına…

Ne yaptınız peki?

Ahmet Ceyhan'ın ayakkabısını aldım. Altı lastik. Bu da yetmezmiş gibi iki numara küçük. Ben 41 giyiyorum, o 39 numara. Maç başladı, ayağım Ahmet'in ayakkabısının içinde yumru gibi. Rahatlığı bırak, acıdan duramıyorum. İlk devre ofsayttan bir de gol yedik. Ben ayakta duramıyorum. Koşarken lastik ayakkabı kayıyor. Nasırlı yere top değince aklım başımdan gidiyor… Hocamız Ahmet Suat Özyazıcı o zamanlar. Baktı olmuyor, kenara aldı beni. O ayakkabı yüzünden dört ay da forma vermedi. O süreçte idmanla otel arasında mekik dokudum. Tabiî o arada ameliyat oldum da öyle kurtuldum nasır illetinden. O sezon öyle bitti. Sonraki sezon da şampiyon olduk zaten.

Ha uşağum böyle oynacaksun

Trabzon'da büyük başarılar yaşadınız. Hatıralarınızdaki yeri nedir?

Trabzon'un her tarafı hatıra... Çok güzel şeyler yaşadık orada. Kadınlar yolda bizi çevirip taktik veriyordu mesela. "Ha uşağum böyle oynacaksun" diyenler çıkıyordu. Sanırım ilk kadınlar tribünü de Trabzon'da kurulmuştur. Trabzon da Trabzonlular da anlat anlat bitmez ki.

"Şunu mutlaka anlatayım" diyeceğiniz bir anı var mı?

Çok var da birini anlatayım… Beşiktaş'ta oynarken Trabzon'a gitmiştik. Uçak pistten çıktı. Arkamızda Trabzonlu biri var. Ali Kemal (Denizci) cam kenarında oturuyor, ben de koridor tarafındayım. Uçak çok sallayınca, "Korkmayın uşaklar. Ha bura hep sallar böyle" dedi arkamızdaki. Bizi teskin etmeye çalışıyor tabiî. Uçak pistten çıkınca herkes panikte, hostes bayıldı, Bora'nın (Öztürk) kucağına düştü. Kokpit patladı. Kanadı vursaymışız uçak infilak edecekmiş. Kanatlarda yakıt olduğunu da o zaman öğrendik. Neyse herkes aşağı indi, korkuyla birbirine bakıyor. Ben de arkamızda oturan Trabzonlu arkadaşı arıyorum. Buldum da. "Ne oldu?" diye sorunca, "Bir daha da uçağa binmem" dedi.

Trabzon'da yerel medya ile aranız nasıldı? Dışarıdan gelmiştiniz sonuçta…

Hoş olmayan bir anı daha anlatayım size. Ben Trabzonspor'a Boluspor'dan gitmiştim. Trabzon'da Boluspor ile oynayacağız. Baktım yerel gazetelerde, "Bolulular geldi, Necdet'i gördü. Maç sakata geldi. Necdet Bolulular ile çok samimi" gibi haberler var. Neredeyse maçı sattığımı yazacaklar. Güya Bolulu yöneticiler maçtan iki gün önce gelmiş, benle konuşmuş filan… Hepsi uydurma, yalan. Maçı 1-0 kazandık ve tek golü ben attım. Ondan sonra o haberleri yazanlar ne oldu bilmiyorum ama insan çok üzülüyor.

Üzülmemek mümkün mü? Bir anlamda insanın ahlâkı sorgulanıyor. Buna benzer başka bir olay yaşadınız mı?

Üsküdar Anadolu'da oynarken de benzer bir şey oldu. Vefa Stadı'ndan çıktım, ertesi gün Şeref Stadı'nda maçımız var. Rakibimiz küme düşüyor, biz rahatız. Otobüse bindim, mahalleye gidiyorum. Yanıma bir adam oturdu ve rakip takımın antrenörü olduğunu söyledikten sonra, "Sana 10 bin lira. İster Kamuran ile Halil'e ver, ister verme" dedi. Şike teklif ediyor resmen. Konuşa konuşa geldik Taksim'e kadar. "Ben bu işlerden anlamam. Ne sen beni gördün, ne ben seni" dedim, sonra başka arabaya geçtim. Adam Kamuran ve Halil'le diyaloğuma kadar bilgi sahibi… Bu çok ilginç. Kulübe geldim, çantamı alacağım, sonra da kampa gideceğiz. Bütün takım ikili kalıyor ama ben Halil ve Kamuran'la birlikte kalıyorum. Hocamız da Günay Kayarlar. Beni uyku tutmadı tabiî. Halil ve Kamuran'a olayı anlattım. Dikkatli olmalarını söyledim. O maçta da gol attım, rakibimiz küme düştü.

Güzel şeylerden bahsedelim biraz da. Yaşadığınız mutluluklardan…

Çok şükür mutluluğu da çokça tattık. Şampiyonluklarımız mesela… İlk şampiyonluğumuzu Trabzon'da yaşadık. Son maç Ordu'daydı. Dönüşte 2-2.5 saatlik yolu 10 saatte geldik. Bütün caddelerde lastik yakmışlardı çünkü. Bütün sahil coşku içindeydi. Trabzonlusu, Ordulusu, Giresunlusu…

İki saatte Beşiktaşlı oldum

Beşiktaş'a transferinizin nasıl gerçekleştiğini dinleyelim mi?

Nisan ayıydı yanlış hatırlamıyorsam. O dönem meydanda Usta Otel'de kalıyorum. Saat 23.00'te de yatmamız gerekiyor. Odama geldiler, "Süha Akçay ile tanımadığımız bir adam seni bekliyor" dediler. Restoranda oturuyorlardı, yanlarına gittim. Gelen Beşiktaş yönetiminden Metin Keçeli imiş. Süha Ağabey önce tanıştırdı, sonra da "Seni Beşiktaş'a götürmeye geldi" dedi. Oturdum, 1-2 saat muhabbet ettik. Para dışında tüm şartları konuştuk, anlaştık. O akşam Beşiktaş'a söz verdim.

O sıralar oyuncu kaçırmalar filan yoğun şekilde yaşanıyordu bildiğimiz kadarıyla. Sizin böyle bir hikâyeniz yok mu?

Olmaz olur mu?.. Trabzonspor'la Cumhurbaşkanlığı Kupası maçı için Ankara'ya gitmiştik. İstanbul'a dönüşte uçak çok doluydu. Herkes bizi kovalıyor. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş… Beşiktaş'ın o dönemki başkanı Hüseyin Cevahiroğlu'nun adamları geldi aldı bizi havaalanından. Mehmet Ekşi ve Bora Öztürk'le birlikte Silivri'ye götürdüler. Gittiğimiz yer de bir yöneticinin oteliydi. Orada sıkılınca bizi Şile'ye götürdüler. İki gün orada kaldık. Orada olduğumuz ortaya çıkınca gazeteciler de akın etti tabiî. Oradan da ayrıldık, Büyükada'ya geçtik. 10-12 gün de orada saklandıktan sonra 1 Temmuz'da
resmi imzaları attık ve Beşiktaşlı olduk.

İmza ile konu kapandı yani…

Kapandı ama kolay olmadı. Mesela bir gün Trabzonspor yönetimi çağırdı bizi. "Şampiyonluk primi vereceğiz" diye. Geldik Maçka Otel'e. Rahmetli Serkan Acar da orada. Fenerbahçe henüz vazgeçmemiş bizden. Rahmetli Serkan Acar dışarıda Mehmet Ekşi'yi bekliyor. Şampiyonluk primi filan da vermediler zaten. Rahmetli Süha Akçay, "Bir sürü para alacaksınız. Boşverin primi" dedi. Durumu anlayınca Mehmet Ekşi'yi de diskonun arka kapısından kaçırdık. Serkan Acar'ı atlatıp öyle Beşiktaşlı olduk. Söz vermiştik ve sözümüzün arkasında durup imzaları attık.

Eskişehir'den 10 saatte dönebildik

Beşiktaş'taki şampiyonluğunuzdan da söz edelim biraz da…

1981-1982 sezonuydu. Beşiktaş 15 yıldır şampiyon olamıyordu. Kötü seriyi bitirmek bize nasip oldu. Eskişehirspor da küme düşmemeye oynadığı için son maçta akıl almaz şeyler yaşanmıştı. Hakem yaralanıp bir daha sahaya çıkmayınca şampiyonluğumuzu ilân etmiştik. Eskişehir'den İstanbul'a da anca 10 saatte dönebildik. Beşiktaş taraftarının coşkusu daha başka tabiî. Biz oynarken Avni Aker Stadı 20 bin kişilikti, İnönü Stadı ise 40 bin kişilik. Ambiyans farklıydı haliyle. 15 sene şampiyonluğa susamış bir Beşiktaş taraftarı vardı ayrıca. Onların coşkusu daha fazlaydı…

Geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?

Trabzonspor futbolda İstanbul hegemonyasını yıkmış, devrim yapmıştı. O kadroda yer almak gurur vericiydi hepimiz için. Hepsinin ayrı ayrı güzel tarafları var. Yani böyle durumların tattırdığı duyguları anlatmak o kadar zor ki. Ancak yaşayınca bilebilirsiniz. Tadına doyum olmayan güzellikler hepsi. Daha güzel ne olabilir inanın bilmiyorum.

Eşinizi bile futbol vesilesiyle tanıdınız sanırım…

Evet öyle. Eşim Beşiktaş'ın eski başkanlarından Rıza Kumruoğlu'nun kızı. Onunla Beşiktaş'a transfer olduğum yıl tanışmıştık. Bir sene sonra 1981'de evlendik. Bir yıl sonra da büyük kızım doğdu.

Hamam parası meselesi

Başkanın kızı ile evlendiniz…

Evet. Kayınpederim Rıza Başkan seçimle gelmedi. Kendisi ikinci başkandı. Bir önceki başkan bırakıp gidince yönetim kurulu kararıyla başkanlık makamına oturdu. 8-9 ay kadar başkanlık yaptı. Şeref Stadı zamanı, yokluk zamanı. Mazot yokluğundan duş alamadığımız dönemlerdi. Rıza Başkanın mavi bir Mercedes'i vardı. Duş alabilelim diye arabanın bagajında mazot getirirdi. Sular akmadığı zaman Ortaköy Hamamı'na giderdik. Onunla ilgili kötü de bir anımız var hatta. Hadi onu da anlatayım konu açılmışken. Yağmurlu bir gün, idman sonrası yine gittik, hamamcı bizi içeri almadı. "Üstümüz çamurlu diye mi almıyorsun, idmandan geliyoruz" dedim. "Yok ondan değil, yöneticiler daha bir ay önceki hamam parasını ödemedi" dedi. Neler hissettiğimizi varın siz düşünün…

Farklı bir konuya geçelim şimdi. Takım değiştirdiğinizde uyum sorunu yaşar mıydınız?

Evet yaşardım. İlk dönemim hep yalnız geçerdi. Bu durum 3-4 ay sürerdi. Benim karakteristik yapım herhalde. Bolu'ya gittiğimde de Trabzonspor'a transfer olduğumda da yaşadım bunu. Allah'tan Şenol'un (Güneş), Dozer Cemil'in (Usta), Necati'nin (Özçağlayan), Kadir'in (Özcan), Ali Kemal'in (Denizci) yakınlıkları vardı. Gittiğin yer farklı, yattığın yer farklı, baktığın yer farklı… Zor geçiyor yani ilk dönem.

Alışırken zorlandınız da Trabzon'dan ayrılmak zor oldu mu sizin için?

Yöneticiler kalmamı istedi. Hatta beni evlendireceklerini ve aile hayatıyla daha rahat edeceğimi söylediler. Ama ben istemedim. İki sene Bolu'da, iki yıl da Trabzon'da kalmıştım. Bir de askere gidecektim. "Annem babam İstanbul'da. Biraz da onlarla kalayım. Kusura bakmayın" dedim. Sonra da Beşiktaş'ta farklı bir hayat başladı benim için.

Beşiktaş'a çabuk alışabildiniz mi peki?

Geldiğim sezon hocamız Serpil Hamdi Tüzün'dü. Genç takımı Avrupa şampiyonu yapmış, A takımın başına getirilmişti. İlk dönemimizde tartışmıştık hocayla. Ama sonra en çok bizi sevdi. Hocam okursa kızmasın lütfen ama genç takım hocası A takımda hemen uyum yakalayamıyor. Süper Lig farklı deneyimler istiyor. Serpil Hocanın A takımın başına geçmesi de beraberinde bazı sorunlar getirdi. Takım o sezon küme düşmemeye oynadı. Son maçta kurtardık.

Ben de seni kovuyorum!

O süreçte en önemli sorun neydi sizce?

Devre arası kampında bazı rahatsızlıklar vardı. Genç takımdan gelenlerle henüz kaynaşamamıştık. Üçüncü sezonda ancak kaynaşabildik. Antalya'ya kampa gitmiştik. İki gün koştuktan sonra hoca Antalyaspor ile maç aldı. Antalyaspor o zaman 2. Lig'de ve şampiyonluğa oynuyor. Epeydir de kamptalar. Biz ise tatilden gelmişiz. Antrenmansızız. Hocanın yanına gittim.  "Hocam bunların maçları devam ediyor, hepsi formda. Biz iki gün koştuk sadece. Bunlarla oynarsak sakatlık olur" dedim. Cevabı, "Oynayacağız paşam, sana ne" oldu. Oynadık nitekim o maçı. 35. dakika filan. Kafa topuna çıktık Hüseyin'le. Dizi kaburgama geldi. Nefes alamıyorum. Kulübeye beni değiştirin diye işaret yapıyorum, hoca da bana elinin tersiyle "git, git" işareti yapıyor. Benim canım yanıyor, hoca bana kızıyor. Ben de geldim kulübenin önüne, sahanın içindeyim ama. Çizgiden çıkmıyorum. Orada durdum 10 dakika. Maç oynanıyor bu arada. Devre oldu, hızlı hızlı gittim ben sinirle. Soyunma odasında ayakkabıları çözmeye başladım. Arkadaşların geldiğini anlıyorum krampon seslerinden. Hoca da geldi, "Paşam burası senin babanın çiftliği değil, o aldığın paraların hakkını vereceksin" diye çıkıştı. "Sakatlandım, sen ne diyorsun hocam" dedim. "Oynayacaksan oyna, oynamayacaksan çek git, kovarım seni" diye bağırdı. Ben de çok sinirliydim. "Sen beni kovuyorsan ben de seni kovuyorum" şeklinde karşılık verdim, ipler koptu. O yüzden genç takımla A takım farklı diyorum. Ben Beşiktaş'a transferle gelmişim, Millî Takım'da banko oynuyorum. Ona uygun davransa daha iyi olurdu. Sonra oyuncuların içinde hoş olmayan bir duruma düştü. Böyle şeyler güvenilirliği azaltır.
 
Mehmet Ekşi'nin 'zorla' da olsa kabul etmesiyle sonlanan kaptanlık olayı var o dönem sanırım. O günleri anlatır mısınız?

Bana da kaptanlık vermeye çalışıyorlar, istemiyorum. Rasim Kara oynamadığında benim kaptan olmam içim baskı var. Ben reddedince Mehmet Ekşi'ye gittiler. Mehmet olmadı, tekrar bana geldiler. Tekrar Mehmet'e gittiler, en sonunda kabul ettirdiler.

Neden istemiyorsunuz kaptanlığı?

Henüz ilk senemiz çünkü. Uludağ'da sezon başı kampında söyledi bunu bana Serpil Hoca ilk olarak. "Hocam biz daha yeni geldik. Ben İstanbul çocuğuyum tamam da sekiz eski oyuncu var. Yapamam" dedim. Sonra Mehmet Ekşi ile konuşuyor, o da kabul etmiyor. Çünkü takımda huzursuzluk hâkim. Her kafadan bir ses çıkıyor. Bazen idareciler ortada yok. Paralar ödeniyor, ödenmiyor… Böyle sıkıntılarla uğraşırsam top da oynayamazdım. Velhasıl Mehmet Ekşi zorla kaptan oldu. Kaptan Rasim Kara, ikinci kaptan Mehmet Ekşi. Mehmet de oynamazsa ben çıkıyorum kaptan. O arada Adem (İbrahimoğlu) de geldi. Adem gelince Rasim Hoca biraz kenarda kaldı. O zaman Mehmet kaptan oldu, ben de ikinci kaptan. 1983'te çift sarı kart olayından Mehmet ayrılınca kaptanlık bana kaldı. Yönetici Mekki Başak geldi, "Artık kaptan sensin" dedi. Yine itiraz ettim ama "Yönetim kurulu karar aldı, deftere de yazıldı" deyince kabul ettim ve 1986'ya kadar kaptanlık yaptım.

Babamı küstüren gol

Galatasaray'a elle attığınız golden söz edelim mi biraz da?

Maçı Ali Sami Yen Stadı'nda oynuyoruz. Bir orta geldi, göğsüme aldım. Top yere düşmek üzereyken vuracağım ama önümde Ali Çoban var. Tam topa vuruyordum, elimle aldım, önümde kaldı. Vurdum gol oldu. Kaleci Haydar hakem gördü diye hamle bile yapmadı. Gol oldu, herkes itiraz ediyor. Herkes gördü, sadece hakem görmedi. Gelip sorsaydı elle aldığımı söyleyecektim ama sormadı. O zamanlar iptal ediliyormuş. Ama ben kuralları da o kadar iyi bilmiyordum. Maç 1-0 bitti.

Tepki almadınız mı bununla ilgili?

Almaz olur muyum? En sert tepki de babamdan geldi. Babam hasta Galatasaraylıdır. Amcam da babam da Galatasaray Lisesi'nde çalışmış. Derbiden sonra eve geldiğimde annemle sohbet ederken babamın nerede olduğunu sordum. Odada olduğunu söyledi. Odada oturup, sigara üzerine sigara yakıyormuş babam. Onun Galatasaraylı olduğunu unutmuşum tabiî. Oğlu Beşiktaş'ta oynayınca Beşiktaşlı olması lâzım normalde. Gittim yanına, "Hayrola, salona gelsene baba" dedim. "Hadi lan" deyip kızdı, bağırdı, "Elle gol atacak başka takım bulamadın da bize mi atıyorsun" diye azarladı. Sonra bir ay boyunca benle konuşmadı. Rahmetli Metin Oktay sayesine fanatik Galatasaraylı olanlardan benim babam.

Seba futbolu bırakmamı istedi

Çalıştığınız başkanlar konusundaki düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?

Beşiktaş'ta en iyi başkan rahmetli Süleyman Seba'ydı. Kulüpten bir tane toplu iğne almamış, hep kulüp için çalışmış bir adam. Süleyman ağabey çok ciddi devlet adamıydı, iyi de başkanlık yaptı. En çok da benle kavga etmiştir. Herkes çekinirdi Süleyman Başkandan. 1983-1984 sezonu, genç takımdan gelenler para almıyor. Bizim de hiç alacağımız kalmamış. Büyükler küçüklere yardım ediyor. Arabaları yok, belediye otobüsleri ile gidip geliyorlar. A takımda oynayanlar bile... Bir gün dedim ki, "İdmana çıkmayalım." Neden diye sordular. "Paranızı almanız için" dedim. Ya maça çıkmayacağız ya da idmana. Tamam mı tamam. Biz Ulus'ta oturuyoruz o zaman. Ertesi gün 11.00'de idman var. 10 dakika kala gittim tesislere. Altı kişi eşofmanlı, geri kalanı sivil. Ama idmana çıkmayacak olanlar daha kalabalık. O arada hocanın odasına telefon geldi. Başkan beni istemiş. "Buyur başkanım" dedim. "İdmana çıkın, sonra da alacağı olanlar kulübe gelsin. Hepsinin parası ödenecek" dedi. Bütün gazeteciler dışarıda bekliyor ama gecikmenin sebebini bilmiyorlar. Sızdırmadık da. Antrenmanımızı yapıp, kulübe gittik. Arkadaşlarımı yalnız bırakmayıp, onlarla gittim.

Bundan başka sıkıntınız oldu mu rahmetli Seba ile?

Futbolu bırakmamı bile istedi.

Nasıl yani? Bu bölümü biraz açar mısınız?

Sezon bitti, Kalyon Otel'deyiz. Benden önce dört kişi var. Hepsiyle idareciler konuşuyor, sona ben kaldım. Bir durum var ama çözemiyorum. Sıra bana gelince herkes dışarı çıktı, Süleyman ağabey girdi odaya. Daha oturmadan, "Futbolu bırakacaksın" dedi. Öyle deyince "Sen mi başlattın da sen bıraktırıyorsun? Bırakmıyorum. İki sene daha oynayacağım" diye çıkıştım. İyice sinirlendi. Mekki Başak'ı çağırdı, "Ben bununla konuşamam" dedi.

"Keşke şu da olsaydı" dediğiniz bir şey kaldı mı içinizde? Yeşil sahalara dair…

Jübilemi İnönü Stadı'nda yapamamak çok üzdü beni.

Neden yapamadınız?

Stadı vermediler bana. Statlar yeni yeni çimlendiriliyordu o sıralar. Beşiktaş verdi ama Gençlik Spor'un bölge müdürü engel oldu. Ben de jübilemi Fenerbahçe'nin stadında yaptım. Bu içimde ukde olarak kaldı hep.

Millî Takım'da ne kadar oynadınız?

1983'e kadar millî formayı giydim. 18 kez A, 2 defa da ümit millî oldum. 5 kez de Ordu Millî Takımı'nda görev yaptım. Ordu Millî Takımı serüveni de ilginç başladı mesela…

Orayı da anlatın sizin için sakıncası yoksa…

Soyunma odasından askere götürdüler beni. Genelkurmay'ın telsiz emriyle. Şenol Güneş, Turgay Semercioğlu, Halil İbrahim Eren, Ayhan Akbin, Sinan Turan, Cüneyt Memişoğlu, Zonguldakspor'dan Turgut, Bursaspor'dan Sedat Özden filan hep Ordu Millî Takımı'nda o zaman. A Millî Takım yani. Binbaşı Altan Tetik de hocamız. Bizden önce Yusuf (Tunaoğlu) ağabeyler şampiyon olamadılar diye Ordu Millî Takımı lağvedilmiş, sonra da yeni bir takım inşa edildi. Ama biz de ikinci olabildik.

Soyunma odasından askere gittiğinizi söylemiştiniz…

Evet. Soyunma odasındayken içeri şapkası yamuk biri girdi. 1.90 boylarındaydı. "Necdet Ergün kim?" diye sordu. "Benim" dedim. "Çabuk giyin askere gidiyorsun" diye seslendi. "Bari annemi babamı göreyim" dedim. Bir asteğmen verdi yanıma. "Çabuk git gel" dedi. O asteğmenle birlikte gittik eve. Sonra da Ankara Spor Okulu'na teslim etti. Amasyalıydı kendisi. O izne gitti, ben asker oldum.
 
Millî formanın hissettirdiklerinizden bahseder misiniz?

Millî Takım duygusu herkes için aynıdır. Oynarken, millî marş söylenirken tüyleriniz diken diken olur. Konsantrasyon tavan yapar.

Teknik direktörlüğe adım atışınız nasıl oldu?

Futbolu bıraktıktan sonra 13 sene ara verdim. Önce kayınpederimle ticarete girdim. İlk antrenörlük deneyimim U19 Millî Takımı'nda takımında oldu. Necati Özçağlayan şef hocaydı o zaman. Sonra tekrar bölgeye geçtik. 2006'da Rıza Çalımbay Beşiktaş'a gidince "Beraber çalışalım" dedi. Ben de izin aldım Fatih (Terim) Hocadan. U18'in hocalığını yaptım iki sene. Sonra da bir sene A takımın scout işi. Sonra döndüm tekrar Türkiye Futbol Federasyonu'na. 10 senedir de bölge antrenörüyüm.

Günümüz futbolunda en beğendiğiniz sağ açıklar kimler?

Biz 4-3-3'e göre oynuyorduk. Çizgide kalıyorduk. Quaresma tribüne oynamazsa iyi futbolcu. Galatasaraylı Onyekuru da öyle. İkisi de süratli ve motorik özellikleri var. Kenarda oynayan futbolcunun farkını ortaya koyabilmesi lâzım. Kenardayken karşında bir kişi var, ortalarda ise iki-üç kişi. Motorik özelliklerin iyiyse ve pozisyon bilgin varsa kenarda işin biraz daha kolay. Kenarlardaki oyuncuların bu özellikleri varsa takımını da taşıyor ileri.

Başarıda etkenler neler sizce?

Genetik en önemlisi bence. Çalışma ve diğer oyuncularla uyum, işini sevmek de önemli faktörler. Yönetimle ve taraftarla uyumlu olmak da performansa etki eder. Biz koşunca tribünde koşan seyirciler vardı eskiden.

Son olarak yeni piyasaya çıkan kitabınızdan söz edelim ve bu keyifli sohbete noktayı koyalım. Henüz okuma şansım olmadı. Nelerden söz ettiniz 'Necdet Gölgedeki Yıldız' isimli kitabınızda?

Necdet Ergün'ü anlattım doğal olarak. Bu röportajda konuştuğumuz şeyler de var içinde konuşmadıklarımız da. Türk futbolu var, Türk futboluna yön verenler var. Doğrular da var, yanlışlar da. Yani Necdet Ergün bu yaşa kadar ne yaşadıysa hepsinden kesitler var...

Geri
İleri