TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Yağmur Uraz: "Her zaman yüzde 100'ümle varım!" 1.01.2022
Yağmur Uraz: "Her zaman yüzde 100ümle varım!"

Kadın futbolunun öncü kuvvetlerinden. 16 yaşında oynadığı A Millî Takım'daki ilk maçından iki golle ayrılsa da son dönemlerde ay-yıldıza uzak kalınca futboldan kopma noktasına geldi. Necla Güngör Kıragası'nın elinden uzatmasıyla futbolu içinde kalarak Millî Takım'a golleriyle önemli katkı sağladı. Şimdi 31 yaşında ama büyük bir iştah ve gayretle çalışmaya devam ediyor. Başarısının sırlarını ise "Çok maç izlemek, çok maç oynamak, oynarken yüzde 100 kendini vermek" diye sıralıyor ve hem idmanda hem maçlarda tam anlamıyla sahanın içinde olduğunu anlatıyor.

Röportaj: TamSaha / Rasim Artagan

19 Şubat 1990, Ankara Altındağ doğumlusun. Öncelikle bize aileni tanıtır mısın?

Ben bir esnaf çocuğuyum. Annem ve babam kendimi bildim bileli Altındağ'daki kuruyemiş dükkânımızda çalıştı. Ben de o dükkânın önünde büyüdüm. Şu an ikisi de emekli. Üç kardeşiz. Ablam evli. Erkek kardeşim ise İstanbul'da benimle birlikte yaşıyor ve otomotiv işiyle uğraşıyor.

Kuruyemişçinin önünde başlayan çocukluk nasıl devam etti? Neler yaşadın?

Kendimi bildim bileli sokaktayım. Futbolla ilişkim, amcalarımla, sokaktaki çocuklarla top sektirme yarışıyla başladı. 300, 400, 500 kez top sektiriyordum kolasına… Kaybeden bizim dükkândan ısmarlıyordu. O zamanlar 11 yaşında filanım… Topla haşir neşirim. Sonrasında tek kale maç yaptık hep erkeklerle… Topla olan ilişkimi de o zaman fark ettim. Altındağ Örnek Mahallesi zor bir semtti. Sürekli olaylar olurdu ve bizim mahalle sürekli televizyonlara çıkardı. Orada büyüdüm. Ama hiçbir zaman etkilenmedim. Çünkü ailem sürekli benim yanımda ve destekçimdi. En şanslı olduğum kısım da buydu. En büyük şanslarımdan birisi de henüz 12 yaşındayken Gazi Üniversitesi'nde BESYO okuyan bir ablanın bana Gazi Üniversitesi'nin kadın futbol takımı olduğunu söylemesiydi. Annemle seçmelere gittim. O zamanlar sosyal medya yok, bir şey yok. Doğal olarak haberim de yok… O ablanın dokunuşuyla hayatım değişti diyebilirim.

Futboldaki yeteneğini o ablan mı keşfetti yani?

Burcu ablam evet… Beni o keşfetti. O dönemde okuldan geliyorum, çantayı eve atıp hemen sokağa çıkıyor ve top oynamaya başlıyorum. Hava kararana kadar dükkânın önünde top peşinde koşuyorum. O da bizim müşterimiz. Dükkânın karşısında oturuyordu. Beni de mahallede gördü ve keşfetti. Burcu ablanın dokunuşuyla bugünlere geldim.

12 yaşında Gazi Üniversitesi'nin kadın futbolu seçmelerine gidiyorsun…

Evet. Beni hemen beğendiler, "Bu çocukta iş var" dediler. O günden itibaren spor ve öğrencilik hayatımı birlikte sürdürüyorum. Ama tabiî o süreçlerde aileme çok tepki geldi. "Fiziği bozulur… Eğitim hayatını birlikte sürdüremez" dediler…

O tarihte de yaşıtlarından uzun muydun?

Evet. Hep uzun boylu ve zayıftım. Ama ailem gelen baskılara hiçbir zaman kulak asmadı. Beni hep desteklediler. İdmanlarıma geldiler. Üstelik idman saham 1.5 saatlik mesafedeydi. Otobüs bekle, idmana git, tekrar dön… Zordu her şey. O sırada hentbol takımından da teklif geldi. Bana, "Hentboldan daha çok para kazanırsın" dediler ama benim içimden gelen şey futboldu… Ailem de "Kararı sen ver" deyince futbola devam ettim.

Öğrenim hayatın nasıl devam etti?

Hiçbir zaman çok çalışkan bir öğrenci olmadım ama dersi derste dinledim. İyi bir dinleyiciydim. Her zaman bir not defterim vardı. Her şeyim orada yazar. Hiçbir şeyi aksatmam. Düzenli hayatım da orada başlıyor aslında.

Ailende kim düzenli? Sana bu düzenliliği ve disiplini kim kazandırdı?

Annem… İnanılmazdır. Sabah erkenden kalkardı. Bizi bir gün bile kahvaltı yaptırmadan evden dışarı çıkarmadı. 31 yaşındayım hâlâ da böyle devam ediyor. Güne kahvaltısız başlamam. Kendi öğrencilerime de bunu hep anlatıyorum.

Lise bittikten sonra öğrenim hayatın nasıl devam etti?

Süper Lise okudum. Bir sene İngilizce gördüm. Üç senenin ardından lise haziranda bitti, eylül ayında da üniversite öğrencisi oldum. Hiç ara vermedim. Gazi Üniversitesi BESYO'ya hiç ara vermeden girdim. Dört yıllık üniversite hayatım boyunca da futbola hiç ara vermeden devam ettim. 2010-2011 sezonunda İstanbul Ataşehir'e transfer oldum. Onun öncesinde 8 yıl Gazi Üniversitesi'nde oynadım. Hep şampiyon olan bir takımdı ama artık yok maalesef. Evlenenler, bırakanlar, sakatlananlar oldu, takım dağıldı. Didem Karagenç de oradan takım arkadaşım. Bütün altyapımı Gazi Üniversitesi'nde aldım. Sonra Ataşehir'e transfer oldum. Okulumuz olduğu için perşembeden otobüsle İstanbul'a geliyor, pazar akşamı geri dönüyorduk. Çok zor bir süreç yaşadık. Okulum bittikten sonra eylülde direkt öğretmen olarak işe başladım. Hemen atandım. Hatta bir Millî Takım kampı için Bağcılar'daydık ve tayin olduğum okul da Bağcılar'daydı. Çok şaşırmıştım. Millî oyuncu olduğum için çabuk atandım.

O zaman Millî Takım'a gelelim… Ay-yıldızlı formayla ne zaman tanıştın?

16 yaşındaydım. U16 yoktu. U19 takımına çağrıldım ve orada millî oldum. 16 yaşındayken A Millî Takım'da oynadım. İlk maçımda Gürcistan'a iki gol atmış ve çok mutlu olmuştum.

Öğretmenlik tayininde de millî oyuncu olman işine yaradı ve 22 yaşında hemen atandın?

Evet. Ne lisede ne üniversitede ne de öğretmenlikte bir senem bile boşa geçmedi çok şükür. Futbol hayatım da öyle oldu. Ataşehir'de 3 sene oynadım. Sonra 1.5 sene Konak Belediyespor… Perşembeden İzmir'e uçup idmana çıkıyor, cuma, cumartesi, pazar maç oynuyor ve akşamında da İstanbul'a dönüyordum. 1.5 sene böyle oynadım ve iki kez şampiyon olduk. Takıma perşembeden katılmama rağmen ilk on birde oynuyordum. Konak'tan sonra İstanbul'da bir sezon Kireçburnu'nda oynayıp sonra Ataşehir'e döndüm. İki sezon Ataşehir, yarım sezon ALG derken, 2019'dan bu yana Beşiktaş'tayım. Geçtiğimiz sezon da burada şampiyonluk yaşadım.

Kadın futbolunun emeklemekten ayağa kalkma sürecini bire bir yaşadın. Bu süreci nasıl anlatırsın?

Her zaman şunu söylüyorum; biz en kötü kısmını gördük ve yaşadık. Şu an inanılmaz gelişmekte olan kısmını da görüyor ve yaşıyoruz. Bizden küçük kardeşlerimize sürekli, "Değerini bilin, fırsatları değerlendirin, kendinize bakın, profesyonelce yaşayın" diyoruz. Kadın futbolunun daha da iyi noktalara geleceğini düşünüyorum. Ama bunun yanında takım oyunu olduğu için her oyuncunun kendisine iyi bakması gerekiyor. Bu imkânları iyi kullanmamız lâzım.

Gerçekten çok profesyonelce yaşayan bir oyuncusun. Kendine çok iyi bakıyor, her şeye dikkat ediyorsun. Bunu nasıl başarıyorsun?

Bu konuyu takım arkadaşlarımla da konuşuyorum. Bana sürekli, "Mental kısımda kendini nasıl zinde tutuyorsun?" diye soruyorlar. Mental kısma çok takılan bir sporcuyum. Önce mental anlamda hazır olmak gerek… Herkes fiziğini çok güçlü tutabilir, çok iyi idmanlar yapabilir ama mental olarak bir şeye hazır değilsen, fizik gücün bunu tamamlamaz. Küçüklükten beri annem ve babamın kulaklarımdan hiç çıkmayan bir sözleri var, "Bir işi ya iyi yap ya da hiç yapma…" İşin özü bu aslında… Ya yapmayız ya da iyi yaparız. Bu disiplini küçük yaştan beri iyi aldığım için bir alışkanlığım var. Hem eğitim hayatımda hem de spor hayatımda… Farkındalığım çok gelişti. Bir yandan Nişantaşı Üniversitesi'nde hareket ve antrenman bilimi üzerine yüksek lisans yapıyorum. Spor hayatım bitince daha farklı hedeflerim var. Fazla boş zaman bulamıyorum ama eğitim anlamında kendimi geliştirecek bir şeyler yapmak istiyorum. Bu mental kısmın alışkanlığı küçük yaştan geldiği için sonra da karşılığını alıyorsunuz. Sahada defans oyuncusu ile forvetin maç sonrası aldığı haz aynı değildir. Çünkü sen gol atıyorsun, attırıyorsun ya da gol pozisyonlarına giriyorsun… Bazen defans oyuncuları bile öne çıkmak istiyor. Neden? Çünkü oranın tadı farklı… Belki bunun da etkileri olabilir. Daha fazla sorumluluk hissediyorsun. Gol atman, attırman lâzım. Otele gidiyorsun, duşunu alıyorsun, dinleniyorsun; gözünün önüne geliyor o sahne… Portekiz maçında mesela… Bulgaristan maçında mesela (Her iki maçta da gollerimizi Yağmur Uraz attı)… İnşallah önümüzdeki maçlarda da kısmet olur… Bunların hepsi biriktiğinde yapmak istiyorsun abi… O yüzden zinde kalıyorsun, mental yanın güçlü oluyor.

Maçta pozisyon aldığında rakip defans seni tutmaya çalışıyor ama buna rağmen sağını ve solunu da çok iyi besliyorsun. Bu konuda kendini çok geliştirmişsin. Bu durumu nasıl açıklarsın?

Görev yaptığım okulda antrenör arkadaşlarım var. Şu an doktora yapıyor. Sohbetlerimizde, "Yağmur mental kısmını zinde tut. Mevkileri izle, maç izle" diye beni sürekli uyardılar. Ben de bunu beynime kazıdım. Bir farkındalık oluştu. İnsanın görüş açısı daha farklı oluyor. Pratik zekânı devreye soktuğunda bunlar birleşiyor. Çok maç izlemek, çok maç oynamak, oynarken yüzde 100 kendini vermek… Bunlar beni iyi bir duruma taşıyor. Teknik direktör bazen der ya, "Yüzde 100'ünle burada mısın?" Bunu ben hiçbir zaman duymadım. Mesela iki senedir çalıştığımız Necla Hocaya sorsak… Bana bir antrenman için dahi, "Yağmur sen bu idmanda beyin olarak yoktun burada" demez. Çünkü ben her antrenmanda ya da her maçta yüzde 100'ümle varım. Mental olarak hazırım.

Saha içine girdiğin zaman dış dünyayı yüzde 100 kapatmak ve yüzde 100 sahanın içinde olmak çok mu zor? Bunu yapamayan birçok oyuncu var.

Kesinlikle çok zor… Bazılarının fiziksel yorgunluğu var, kendisini veremiyor. Bazılarının mental yorgunluğu var, kendisini veremiyor. Özel hayatında bir sürü problemi var, kendisini veremiyor. Benim de genetik midir nedir tam bilemiyorum, sahaya çıktığım zaman aklıma hiçbir şey gelmiyor. Ben tamamen oradayım. Şu sesleniyormuş, bu bağırıyormuş görmüyorum. Bazen sesleniyorlar bana duymuyorum. Kendimi yüzde 100 sahaya veriyorum. Bu yönden şanslıyım.

Takım arkadaşlarını ne kadar etkiliyorsun? El verip onları da yukarı çektiğini hissediyor musun?

Genelde takımda arkadaşlarım bana, "Yağmur abla hadi bizi motive et, bizi heyecanlandır" diyorlar. Mental anlamda birbirimizi yukarı çekmek için sohbetlerimiz oluyor. Bakıldığı zaman robot gibi de yaşamıyorum. Öyle de anlaşılmasın. Dinlenme kısmında da varım, eğlence kısmında da… Ama bakış açım biraz daha farklı. Arkadaşlarımı etkilediğimi kesinlikle düşünüyorum. Konuşmadığım zaman, "Konuş" diyenler oluyor. "Sesin çıksın" diyenler oluyor. Sesimi duyduklarında olumsuz etkilendiğini söyleyen olmadı. Millî Takım'daki antrenmanlarda zor koşularımız var. Bir takım arkadaşım, "Abla seni en önde gördüğüm zaman benim de koşasım geliyor" diyor. Çünkü aramızda 10 yaş var… Ben önde gidiyorum, geliyorum. 31 yaşındayım…

Dünyada futbol yaşı ileri gitti. Senin de emekli olmana daha çok var.

Bu konuya şöyle değinmek istiyorum. Necla Hocam beni Millî Takım'a çağırmadan önce hem takımlardan yıpranmıştım hem de Millî Takım'a çağrılmama sürecimden dolayı elimi ayağımı çekip futbolu bırakma noktasına gelmiştim. Çok zorlu dönemler yaşadım. Necla Hocam beni sorgusuz sualsiz çağırdı ve bana tekrardan şans verince kendimi fark ettim. Futbol oynama tutkusu, arzusu, isteği içimde saklıymış benim… Bir şeyleri sahaya yansıtabileceğimi görmeye başlayınca, "Kendime daha iyi bakmalıyım" dedim. Böyle bir sürecim oldu.

Zor zamanlar aslında seni güçlendirmiş…

Kesinlikle… O zor zamanlar beni güçlendirdi. Karşılığında değer görünce, insanların benden beklentileri olduğunu fark edince daha iyi hissettim kendimi. Aslında kendimi çok kapattığımı da fark ettim. Şu an onun açılımı aslında. Dediğin gibi yaş ilerledi ama kendine iyi bakmanla alâkalı… Ne kadar kendine iyi bakarsan, o kadar iyi oluyorsun. Burak Yılmaz'ın şeker diyeti yaptığını duydum mesela… 4 yıldır şeker diyeti yapıyormuş. Beşiktaş'ta diyetisyenimiz var, sürekli okuyoruz, görüyoruz… Beslenmeme sürekli dikkat ediyorum bu yüzden. Uykuma, dinlenmeme çok dikkat ediyorum.

Vücudunu dinliyorsun aslında… Nerede ne olduğunu biliyorsun değil mi?

Evet, bir süre sonra vücudunu tanıyorsun. Farklı doktorlarla çalışıyoruz, "Neyin var?" diye soruyorlar. Çok rahatlıkla anlatıyorum. Diyorlar ki, "Keşke her sporcu senin gibi olsa da hemen müdahale edebilsek." O yüzden kendimi artık çok iyi tanıdığımı düşünüyorum.

Önümüzdeki süreçte kariyer planın nedir?

İki sene öncesine bakarsanız çoktan bırakmıştım. Necla Güngör Kıragası Hocamın bana tekrar şans vermesi, dönüm noktalarımdan birisi oldu. Şu anda eleştiriye açık bir insanım. "Bana hatamı söyleyin ki çalışayım" diyorum. Bunu açık yüreklilikle söyleyebilen bir insanım. Önüme bir süre koymadım. Futbolu ne zaman bırakacağımı bilmiyorum. Şimdi takımlar çoğaldı, iştahım arttı. Daha fazla oynamak, gol kraliçesi olmak, Millî Takım'da daha fazla gol atmak istiyorum. Olabildiğince kendi sınırımı görmek istiyorum. O sınıra gelince, "Tamam" diyeceğim. O anı biliyorum. Ne kadar katkı verebilirim diye baktığımda da teknik anlamda kadın futbolunun içerisinde kalmak istiyorum.

Evet, onu soracaktım. Bir sonraki adımın ne olacak?

Antrenörlük kısmında olmak istiyorum. Öğrendiklerimi sahanın içinde hissettiklerimi, çalıştıklarımı sporculara yansıtmak istiyorum. Şu an UEFA B belgem var. 4-5 yıl önce almıştım. Futbolun içinde kalmak istiyorum. Bilgilerimi benden sonra gelecek oyunculara aktarmak istiyorum.

Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor gibi kulüplerimiz kadın futboluna girdi. İki-üç sezon sonra sence nasıl bir tablo ortaya çıkar?

İlk sene takımlar birbirini ve kadın futbolunu tanıyacaklar. Takımları, oyuncuları görecekler. Seneye çok fazla sirkülasyon olacaktır oyuncu anlamında… Transferler çoğalacaktır. İstanbul'da kaç tane takım oldu. Seçenek çoğaldı. Oyuncular için de iyi oldu. Herkes radarlarını açıp kendisine iyi bakmalı. Paralar da yükseliyor şu an… Arz-talep ilişkisi oluşmaya başladı. Bu ilk sene… Şu anki lig ne kadar verimli olur bilemiyorum. Herkes kendi takımını kurmaya çalışıyor. Ama seneye çok daha fazla gelişim gösterecektir. Kadınlar Ligi iki-üç sene içinde profesyonelliğe dönüşebilir.

Kadın oyuncuların, "İşler büyüyor. Paralar büyüyor. Pazar büyüyor" kısmını görmesi gerekiyor.

Kesinlikle. Talep çok olacak. Millî maçlara gelen o kadar çok teknik adam var ki… Hepsi hesap yapıyor. "Bu oyuncuyu buraya mı alsam acaba?" diyor. Televizyondan veriliyor maçlar. Gelemeyen TV'den izliyor. Her sporcu kendisine çok iyi bakmalı.

Kendine rol model aldığın oyuncu ya da oyuncular var mı?

İdolüm Zlatan Ibrahimovic. Hayatını okudum. Beni çeken bir yönü var Ibrahimovic'in… Çok ilginç bir karakter zaten… Hem saha içinde hem saha dışında… Onu küçüklüğümden beri izliyorum. Ben 11 numara giyiyorum. Forma numaram Pavel Nedved'den geliyor. Onun hayranıyım. Yıllardır 11 giyiyorum bu yüzden. 11 numara beni motive ediyor. Gol sevincim ise Drogba'dan kalma… Bunu idmanlarda bile yapıyorum bazen… Drogba ve Ibrahimovic beni çok etkiledi.

Unutamadığın goller var mı?

Liglere bakıldığında genelde 90 artılarda attığım goller vardı. Gazi Üniversitesi'nde bile oynarken hep uzatmalarda atıyordum. İlk A millî maçımda Gürcistan'a attığım goller var… İlk formayı giyiyorsun. Hoca sana şans veriyor. İlk golünü atıyorsun… Yakın zamanda Portekiz maçı var. Elinde kayıtların olması çok değerli. Önceden attığım golleri izleyemiyorum yayın olmadığı için. Ama şimdi izleyebiliyorum. Portekiz'e attığım gol çok değerli. Bunların hepsi beni ayakta tutuyor. Bu hayatın her yerinde öyle değil midir? Yeni heyecanlar insanı ayakta tutmaz mı? Ben kendimi ara ara ödüllendiririm. Böyle şeylerim vardır. Onun haricinde araba tutkum da var. İmkânım oldukça alabildiğim arabaları alıyorum. Yere yakın araçları seviyorum. Sürekli araç değiştiriyorum. Tadına varıyorum aracın ve değiştiriyorum. Araba benim ikinci tutkumdur.

Futboldan uzaklaşmak istediğinde neler yaparsın?

Kendimi doğaya atarım. Ağva tarzı yerleri çok seviyorum. Su olacak mutlaka… Onun haricinde kitap okuduğumda kafamı boşalttığımı hissediyorum. Beğenmediğim kitabı okumam. Bilardo oynamayı seviyorum. O da bana iyi geliyor. Bowling seviyorum. El becerim de çok iyi.

Peki fobin?

Küçük asansöre binemem. Eski binalarda olur bilirsin. Asla binemem. Gideceğim yer sekizinci katta bile olsa yürürüm. Asansörde kalma fobim var. Hiç kalmadım ama kalacakmış gibi hissediyorum. Hiç olmazsa biri olsun yanımda. Yüksek binalarda aşağı bakamam. Ama uçaktan korkmuyorum mesela…

Seninle birlikte futbola başlayan birçok arkadaşın futbolcu olamadı ama sen çok profesyonel bir düzeye geldin. Bunu nasıl başardın?

Birincisi istemek, ikincisi disiplin… Çünkü zor bir hayatımız var. Eğitim, futbol, eğitim, futbol… Başladığımız süreçlere dönersek altımızda arabamız yok. Otobüsle gidiyoruz geliyoruz. Yaz sıcağında gidiyoruz. Ankara'da kışın ayazında gidiyoruz… Öğrenciyken bir gün var unutamam… Soğuktan ağladım ve taksiyle gittim. O yüzden kesinlikle istiyordum… Ben küçük yaşta da olgun bir insandım. Şımarık ya da kendimi bilmediğim bir dönem olmadı. 16 yaşında da beni tanısaydın olgun Yağmur görecektin. Onun da etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir işim olmalı, mesleğim olmalı, yaptığım şeyin en iyisini yapmalıyım diyordum. Ailemden bir baskı yoktu. Kendime de baskı yapmadım. "Bu senin görevin ve böyle yapman gerekiyor" dedim hep… Hiçbir zaman bırakmadım. Bu bilinçteyim.

Bugün annen ve babanla oturduğun zaman ne konuşuyorlar? Sana ne diyorlar?

Bizim sülalede bırakın futbolcuyu herhangi bir sporcu yok. Diyorum ki sülalenin yeteneğini Allah bana vermiş. Oturup sohbet ettiğimizde babam, "İyi ki seni desteklemişiz. Senin arkandan devam etmişiz" diyor. En son Bulgaristan maçına geldiler İstanbul'a… Annemin geldiği her maçı kazanırız. Ben de gol atarım. O gün de totemimiz bozulmadı. Gol attım ve kazandık. Antep olsun, başka şehir olsun arabayla gidilebilecek her yere geliyorlar. Gezmeyi de seviyorlar. O yüzden konuştuğumuzda güzel anılar oluyor. Dükkânın önünde başlayan serüven devam ediyor. Gelemediklerinde TV'den izliyorlar. Sülaleden birçok telefon geliyor. 31 yaşında olmama rağmen süreci devam ettirmem onlar için de gurur verici.

Avrupa hayalin var mıydı?

Vardı ama direkten dönen bir sürecim oldu. 24-25 yaşındaydım. Dünya Kadınlar Günü sebebiyle Beylerbeyi'nde bir gösteri maçı düzenlendi. Fatih Terim Hocam da Millî Takım'ın başındaydı. Kenara geldi, bizi izliyor. Ben tabiî aldım, verdim bir-iki hareket yaptım. Fatih Hoca yanına çağırdı, hâlimi hatırımı sordu, "Bir isteğin var mı?" dedi. O süreçte ben de yurt dışına gitmek istiyordum ve bunu söyledim. Öğretmen olduğum için yurt dışında oynamama imkân yoktu. Hemen MEB Müsteşarı'nı aradı. "Milli sporcu. Ülkeye katkısı olacak. Yurt dışında gitsin oynasın" diye özel izin aldı. Her şey hazırdı. Menajer ayarladık. Videolar o zaman bu kadar net değildi. Olanları birleştirdik. Takımlara yolladık ama kimse istemedi. Ondan sonra olay kapandı. İçimin bir tarafında yurt dışı kısmı kaldı. Öğretmenliğimizi bırakmadığımız sürece yurt dışına gidemiyoruz. Orada olsaydım nasıl bir Yağmur olurdu? Bunu hep merak ediyorum. Daha fazla maç oynuyorlar. Daha uzun oynuyorlar. Daha hazırlar. Oradaki Yağmur'un daha güçlü olacağından eminim.

Fiziksel yönünü geliştirmek için çalışıyor musun?

Bu kısımlara daha yeni başladık. Şimdi Personel Trainer'lar var biliyorsunuz. Bir PT ile çalışıyorum. Testlerimiz oluyor. Beşiktaş bu anlamda çok iyi. GPS'lerle çalışıyoruz. Her maçta GPS takıyoruz. Biraz geç oldu ama başladık. Kendime bakıyorum.

Oyuncular ve takımlar gelişiyor. Sence büyük bir turnuvanın finallerine ne zaman katılabileceğiz?

Eskiden yurt dışındaki takımlarla karşılaştığımızda, "Bizden güçlüler" diyorduk. Şimdi bu eksiği kapatıyoruz. Takımlarımız da artık daha bilinçli çalışıyor. Türk oyuncular daha çok gelişiyor. Aradaki fark kapanacak. Teknik anlamda zaten çok fazla fark olmadığı için o başarı neden gelmesin? Bizim ligimiz henüz başlamadı. Millî Takım'a maç oynamadan geliyoruz. Ama buna rağmen çok iyiyiz. Maç temposu da eklenince takım yukarı çıkacak. Önümüzdeki iki sene kadın futbolu için çok önemli. Ele geçen bu fırsatları çok iyi değerlendirmeliyiz.

Necla Güngör Kıragası Hocamla nasıl bir ilişkin var?

Necla Hocam, "Futbolu bırakacağım" dediğim o kötü süreçte elimden tuttu. "Gel bakayım buraya, hayırdır, nereye gidiyorsun?" dedi. Beni sahiplendi. Bu kısım benim için çok önemli. Beni karşısına aldı, "Sen bu Dünya Kupası elemelerinde oynayacaksın. Asla bırakamazsın" dedi. Neler yaşadığımı çok iyi biliyordu. Beni motive eden, Necla Hocamın bana inanmasıydı. Mart ayında Malta ile hazırlık maçıyla başlayan Millî Takım süreci şu an hâlâ iyi gidiyor. Necla Hocam çok emek veriyor kadın futbolu için… Herkes ailelerinden uzakta. Gerçekten erkeklerin çalıştığı imkânlarla çalışıyoruz. Her istediğimiz oluyor.

Futbolla ilgilenen kız çocuk sahibi ailelere ne söylemek istersin?

Çocuk hangi spor branşıyla ilgilenirse ilgilensin, neye yeteneği olursa olsun, "Eğitim hayatıyla birlikte spor sürdürülemez. Sporu bırak. Derslere yönel" anlayışı çok yanlış. Önlerinde örnek olarak bizler varız. Hem eğitim hayatımızı hem de spor hayatımızı sürdürüyoruz. Millî Takımlara geliyoruz. Onlar da çocuklarının arkasında olsun. Bu şekilde çok arkadaşım bıraktı. Yeteneği olan futbolcular, sporcu kardeşlerimiz bulundukları şehirlerdeki kulüplere gitsinler. Artık her şehirde bir kadın futbol takımı olmaya başladı. Sınırlarını zorlasınlar istiyorum.

Öğrencilerinle nasıl bir ilişkin var?

Son üç aydır kamptaydım. Öğrencilerim dört gözle beni bekliyor. Gitmeden önce onları bilgilendirdim. "Maçlar TV'de yayınlanıyor. Sosyal medyayı ve TV'yi takip edin" dedim. Bunu diyebilmek de çok güzel. Önceden bunu söyleyemiyorduk. "Maçı izleyin, gelince konuşalım" diyorum. İmza alıyorlar. "Hocam senin bizim öğretmenimiz olman bizi motive ediyor" diyorlar. Çocuklardan bu şekilde cevaplar alıyoruz. Oradan keşfetmeye çalışıyoruz.

Aslında doğal bir scout ekibisin.

Evet, kesinlikle… Alıp seçiyoruz. Bakıyoruz iyi. Hemen hocaları arayıp, "Burada bir oyuncu var. Gönderiyorum bakın" diyoruz.

Dokunduğun öğrenci var mı?

Evet, Hümeyra var… Ümraniye'de görev yaptığım okuldaki öğrencim. Mustafa Öncel Ortaokulu'nda görevliyim. Devlet okulu… Mesleğimde de 10'uncu senemdeyim. U17 seçmelerine geldi. Şu an mezun olup başka branşlarla uğraşan öğrencilerim de hâlâ yazıyor bana, "Şuraya geldim hocam. Şununla ilgileniyorum" diye… Beden Eğitimi dersi olarak amaçladığımız şeyler yetenekli öğrencileri ortaya çıkarıp doğru kulüplere yönlendirmek ve spora kazandırmak. Orada karşılaştığımız sorun aileyi iknâ etmek oluyor. Aileye kendimi anlatıyorum ve önyargılar hemen kırılıyor.

Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız
Orjinal boyutları için tıklayınız