besleyici ve erişeceğimiz ışık
Bununla beraber, son yıllarda daha
olumlu ve iyimser bir psikoloji ortaya
çıkmıştır. Bu, her insanı içinde en güzel
çiçeklerin ve en büyük ağaçların kilitli ol-
duğu “bir tohum” olarak gören anlayıştır.
Burada görüşlerine yer verdiğimiz Whit-
more, bunu açıklarken meşe ağacı ile
meşe palamudu örneğini kullanmaktadır;
“Her meşe palamudunun içinde büyük bir
meşe ağacı olma potansiyeli gizlidir, onun
sadece beslenmeye ve gelişime ihtiyacı
vardır, yani besleyiciye ve yükselmek, yu-
karılara çıkmak için ışığa.”
Bu yaklaşım, insanlar ve futbolcular
için, özellikle genç oyuncular için ne ka-
dar doğrudur? Bu yaklaşıma, iş hayatı ve
eğitimin bazı alanlarında güven ve ilgi
gösterilmekle birlikte maalesef futbolda
yaygın bir kabul görmede hala sorunlar
bulunmaktadır.
Bu yaklaşımın sembolik bir örneğini,
İngiliz futbol kulüplerinden Blackburn
Rovers’ta görmekteyiz. Rovers, genç fut-
bolcu gelişimi için akademisini kurarken
felsefesini ve yaklaşımını, kulüp amblemi
ile akademi ve sivil toplum faaliyetleri için
geliştirdikleri amblemler arasında küçük
ama anlamlı değişikliklerle göstermiştir.
Akademiden profesyonel takıma gelişim
sürecini bu amblemler çok güzel ifade et-
mektedir.
‘Havuç ve sopa’ yaklaşımı
Davranışçı teoriden yukarıda söz et-
miştik. Bu aynı zamanda adresini Eğitim
Psikolojisi teorisinde bulan, çok kullanılan
ve sıklıkla ‘denenmiş ve test edilmiş’ ola-
rak tanımlanan bir yaklaşımdır. Çok kulla-
nılır çünkü o,“iş görür!”
Bu yaklaşıma bir şekilde meydan oku-
mamız gerekmektedir. Ama bunu yapar-
ken, bu yaklaşımın kısa süreli, geçici ve
anlık başarıların peşinde geçirilen 200
yılın ürünü olduğunun farkına varmak ve
hafife almamak da gerekir. Çünkü onun
işleyişi basit bir şekilde gerçekleşir; bunu
davranışı bir tür ödül ve ceza ile çabucak
değiştirme yöntemi olarak da değerlendi-
rebiliriz.
Bu yaklaşım performansa, neticelere
ve bu işin tek yolu budur (yani bir anlam-
da ya hep, ya hiç) yaklaşımına dayanır.
Aynı zamanda hep dıştan gelen, ikincil,
geçici, eğreti ödüllere (motivasyon ele-
manlarına) dayanır ve başarısızlık korkusu
üzerine kuruludur.
Eski alışkanlıkların ortadan kalkması
elbette çok çabuk ve kolay olmamaktadır
ve futbol dahil spor antrenörlüğü kökleri-
ni hala davranışçı yaklaşımdan almaktadır.
Bu yaklaşım, talimat, direktif vermeye da-
yanır, yani bizi “boş varil” gibi gören yak-
laşıma. Buna göre, antrenör uzmandır ve
oyuncu antrenör tarafından seçilen ve for-
müle edilen bilgiyi almakla yükümlüdür.
Oyuncu kendisine antrenörü tarafından
verilen bu bilgiyi alır ve bununla bir şeyler
üretmeye çalışır. Öğrendikleri, performan-
sı ve öğrenme çıktıları ile değerlendirilir
veya ölçülür. Bu ilginç bir şekilde yıllardır
uygulanagelen “beyin yıkama” etkisi veya
Pavlov’un şartlı öğrenme yöntemleriyle
de benzerlik gösterir: performans, oyun-
cuların yeteneği veya öğrenme yeteneği
ile ölçülür, ama antrenörün yeteneği veya
öğretme yeteneğiyle değil. Burada “öğre-
tenin” yani antrenörün performansını ne,
nasıl ölçecektir? Her şeyin kazanma-kay-
betme ekseninde değerlendirildiği bir algı
üzerine kurulan değerlendirmeye göre ve
sadece alınan başarılı veya başarısız so-
nuçlarla mı ölçeceğiz?
Doğru antrenörlük için ne yapmalı?
Doğru antrenörlük için yapılacaklara
dair tek bir yol ve hazır bir reçete yoktur.
Burada anlatacaklarımız sadece doğruyu
yakalamaya yönelik bir bakış açısı vermeyi
amaçlamaktadır, “akıl vermeyi” değil.
Antrenörlük ortaya bir iş, bir emek
koymaktır. Bu anlamda, gerçek antrenör-
lüğün kendini göstereceği bir ortam fut-
bolda her zaman için var olacaktır. Bunun
yanında, futbolda antrenör ile oyuncu
arasında destekleyici bir ilişki ve etkileşim
de bulunmaktadır.
Bu yüzden antrenör, oyuncunun içinde
var olan ama “kilitli duran” potansiyeli aç-
mak için bir uyarıcı olarak etki etmektedir,
böyle bir etkisi ve işlevi vardır antrenörün.
Bu anlamda antrenör, “boş varili” doldur-
maz, o oyuncuda zaten mevcut olan yete-
nek rezervinin kapağını, tıpasını açar.
Burada,
antrenörlük
kelimesine
odaklanıyoruz ve modern tanımıyla
‘iyi’ antrenörlüğe gönderme yapıyoruz.
Davranışçı yaklaşım antrenörlük değil
‘şartlandırma’dır. Antrenör ve oyuncu
(yani öğreten ile öğrenen) arasındaki ilişki
çok önemlidir. Doğru Antrenörlük, oyun-
cuyu ve oyuncunun performansını, antre-
nörün kendi bilgi ve deneyiminin de ötesi-
ne taşımayı hedeflemelidir. Bu da elbette
antrenörün egosuna yenik düşmemesini,
alçak gönüllü bir bilgelik içinde olmasını,
kendini bu yola adamasını ve ekibiyle bir-
likte uzun vadeli planlarla sabırlı bir çalış-
ma içinde olmasını gerektirecektir.
Bu anlamda gelecek kuşaklar için ba-
şarılı antrenörlük, aslında birbirine bağlı
iki önemli faktöre dayanacaktır:
‘Oyuncular görülenden daha fazlasını
verme potansiyeline sahiptirler’: Antre-
nörler ve oyuncular bunu anlamalı, inan-
malı ve samimi bir şekilde kendilerini bu
yaklaşıma adamalıdırlar. Birincisi budur.
İkincisi ise, oyuncuların da bir şekilde
antrenörün göremediği şeyleri tecrübe
edebileceklerini, hissedebileceklerini an-
lamak olacaktır. Yani, ‘öğrenenler’ de bir
şekilde ‘öğretenlere’ bir şeyler verebilirler
ve sanıldıkları kadar “boş” değillerdir.
Antrenörlerin, insan potansiyelinin
ortaya koyabileceklerine dair böylesine
büyük bir inanca sahip olmaları gerekir.
Performanstan ziyade potansiyele odak-
lanmalıdırlar. Bunu yaparlarsa performan-
sın (oyuncunun performansı) tüm beklen-
tilerin ötesinde bir gelişim kaydettiğini
göreceklerdir.
Profesyonel futbolda sonuçlar elbet-
te önemlidir ve her şey kazanmak üzeri-
Blackburn Rovers Kulübü’nün akademi
logosundaki gonca, A Takım logosunda
açılmış gül figürüne dönüşüyor.
Öğrenme, organizmanın davranışında bir
değişikliğin olmasıdır. Öğrenmede hayvan
ve insan davranışlarını benzer olarak alan-
lara davranışçı ve geliştirdikleri kuramlara
da davranışçı kuramlar denilmiştir.
Bu yaklaşıma göre planlanan eğitim-
öğretim faaliyetlerinde, öğrenme çoğun-
lukla öğretmenin yönlendirdiği ve kontrol
ettiği, öğrencinin ise pasif bir alıcı duru-
munda olduğu; derslerin de öğretmenin
anlattıklarıyla yürütüldüğü ve derslerin
yapısının yoğun bir şekilde kitaplara da-
yandığı gözlenmektedir.
Bunun sonucunda da eğitim bilimcile-
re göre, öğrencilerde kalıcı öğrenme ger-
çekleşmemiş ve beklenen eğitim-öğretim
hedeflerine ulaşılamamıştır.
İnsanı, “içi boş bir varil” olarak görüp,
onu ancak dışarıdan verdiklerimizle ge-
liştirebiliriz diyen bir anlayıştır bu. “Va-
rili” ne kadar doldurursak, o da ancak o
kadar gelişir, gerisi boştur yaklaşımı… İn-
sanı, insani özelliklerine ters düşen basit
bir şartlandırmayla “geliştirmeye” çalışan
arayışların başkaca bir sonuç doğurması
da beklenmemelidir.
Halbuki olması gereken, gelişim ça-
ğındaki bir insanın, içinde yaşadığı sosyal
çevreden aldığı etkileri, göz-
lemlediği olayları ve olguları
kendi bilgi ve deneyimleriy-
le birleştirerek yapılandıra-
bileceği, böylelikle içindeki
potansiyeli ortaya koyarak
kendini gerçekleştirip geliş-
tirebileceği bir yaklaşımdır.
Bunu, Davranışçı yaklaşımda
değil, ama Yapılandırmacı
yaklaşımda görebilmekteyiz.
Yapılandırmacı yaklaşım
Bu görüşe göre öğrenme,
öğrencinin duyu organları
aracılığıyla dış dünyadan al-
gıladığı belirli bir nesne, olay,
olgu ya da kavrama ilişkin
zihninde kendi gerçeğini (bil-
gilerini) yapılandırması ya da en azından
önceki deneyimlerine dayalı olarak gerçe-
ği yorumlaması sürecidir.
Biraz daha açarsak, ‘yapılandırmacılık’
bilginin öğrenci tarafından yapılandırılma-
sını ifade eder. Her öğrenci öğrenirken,
anlamı, bireysel ve sosyal olarak yapılan-
dırır ve esasen öğrenme dediğimiz şey de,
bu anlamlandırma ya da anlam yapılan-
dırma sürecidir.
Öğrencinin bizzat kendisinin yapılan-
dırdığı bu bilgi ya da anlam, onun daha
önce edindiği bilgiler, tutumlar ve inanç-
ların yanında, içinde yaşadığı sosyal ve
kültürel çevrenin değerlerinden de etki-
lenerek gelişmektedir. Bu görüş, öğren-
menin bireysel olduğu kadar toplumsal
bir etkinlik olduğunu da savunmaktadır.
Böylece, öğrenciler hem toplum içinde
kendi görüşlerini açıklayabilme, hem baş-
kalarının görüşlerini dinleme, anlama ve
benimseme, hem de farklı görüşlere saygı
gösterme gibi demokratik tutum ve bece-
riler geliştirebilmektedirler.
Burada öğretmekten ziyade öğren-
me ön plandadır, öğrencinin özerkliği ve
girişimciliği cesaretlendirilir. Öğrenme,
öğretmenin dışarıdan verdiklerinin pasif
bir kabullenişi değil, öğrencinin edindiği
her yeni bilgi ve deneyimi kendi içinde
sorguladığı ve hem bireysel, hem de sos-
yal gelişimi doğrultusunda değerlendirdi-
ği aktif bir süreçtir. Bunun için öğrencide
öğrenme isteği ve amacı yaratmak önemli
olmakta, öğrencinin bilgiyi sorgulaması ve
doğal merakı desteklenmektedir.
Buna göre öğretmen de, öğrencinin
sadece ne öğrendiği ile değil, onun nasıl
öğrendiği ile de ilgilenmekte; öğrencinin
yaratıcılığını ve analiz yeteneğini geliştir-
mesine yardımcı olmakta, öğrencinin öğ-
rendiklerini eski bilgi ve deneyimleriyle
karşılaştırarak yeniden anlamlandırıp ya-
pılandırabilmesini, analiz edebilmesini ve
geleceğe yönelik öngörülerde bulunması-
nı teşvik edici olmaktadır.
Bunun sonucunda da, kişinin içindeki
potansiyeli ortaya koyabileceği bir ortam
yaratılmakta ve yeni bilgi ve deneyimlerin
de katkısıyla kendini ve kapasitesini bilen,
eksiklerini görüp kendini sürekli geliştire-
bilen, özgüvenli ve kendini motive ede-
bilen insanların yetiştirilmesinin önü açı-
labilmektedir. Yapılandırmacı yaklaşımın,
günümüzde eğitimden beklenen hedef-
lerin gerçekleşmesinde ve bireye kendini
okul hayatından sonra da sürekli gelişti-
rebileceği bir anlayış kazandırılmasında
davranışçı yaklaşıma göre daha başarılı
olduğu söylenebilir.
Eğitimde en iyi yöntem hangisi?
Elbette eğitim-öğretim süreçlerinde
ülkemizde ve dünyada denenmiş ve ha-
len uygulanmakta olan başka yöntem ve
yaklaşımlar da vardır. Burada sadece bu
iki yaklaşım üzerinde durulmasının nede-
ni, davranışçı yaklaşımın ülkemizde uzun
yıllardır denenmesi ve bundan istenen ve-
rimin alınamaması üzerine son yıllarda ya-
pılandırmacı yaklaşım arayışlarına yönelik
bir eğilimin gelişmekte olmasıdır. Yine, tek
bir yaklaşımın doğru diğerlerinin yanlış ol-
duğunu söylemek de bilimsel bir yaklaşım
olmayacaktır. Her yöntem ve yaklaşımın
kendi içinde doğruları ve yanlışları olabi-
lir, önemli olan bunların amaçlanan he-
deflere ulaşmak için bireyin gelişimi ve
gelecekteki insan kaynağı beklentilerini
karşılayacak noktada birleştirilip olumlu
sonuçların alınabilmesidir. Aynı şey, gü-
nümüzün ve geleceğin elit-genç futbolcu
beklentilerini karşılamak noktasında da
geçerlidir.
Burada kısaca açtığımız bu farklı yak-
laşımların futboldaki eğitim-öğretim sü-
reçlerine etkilerini görebilmek ve genç
oyuncu gelişimi içinde bunların olumlu bir
şekilde değerlendirilebilmesi açısından
antrenörlerin oyuncu gelişiminde hangi
yaklaşımları benimsediği ve kendilerini
bunların içinde nerede görebildiğini de
değerlendirmek gerekecektir.
Futbol, antrenörlük ve eğitim
John Whitmore, antre-
nörlük etmeyi (coaching),
bir insanın performansını en
üst düzeye çıkarabilmesi için
‘içinde kilitli duran’ gerçek
potansiyelini açmak olarak
değerlendirmektedir. Yani,
bireyin potansiyelini ortaya
koymasını sağlamak, bunu
gerçekleştirmesinin
önün-
deki engelleri ortadan kal-
dırmak… Bu aynı zamanda,
onlara öğretmenin yanında,
onların bizzat öğrenmelerine
yardımcı olacak bir sürecin
de önünü açacaktır.
Whitmore’un söyledikle-
ri aslında yeni değildir ve bu
tür antrenörlük yaklaşımı köklerini 2000
yıl kadar önce öğrenme teorisini gelişti-
ren Sokrates’in felsefesinden almaktadır.
Bu aynı zamanda, günümüzün ve gelece-
ğin eğitimli insan beklentilerini karşılama
noktasında, iyi anlaşılması ve doğru bir
şekilde değerlendirilmesi gereken bir yak-
laşımdır. Eğitim alanında yanlış tercihler,
yöntem ve uygulamalar bize iki yüzyıl kay-
bettirdi. Bunun nedeni de eğitim-öğretim
süreçlerinde son iki yüzyılda, sanayi dev-
rimiyle birlikte gelişen maddecilik (mater-
yalizm) peşinde, potansiyelin önündeki
engelleri kaldırmaktan çok bizi içi bilgiyle
doldurulması gereken “boş bir varil” gibi
gören davranışçı yaklaşımın farklı uygula-
malarına yer verilmesidir.
Gelişimde neye ihtiyacımız var: Besin,
Futbol Gelişim
4
5
Futbol Gelişim