Akılcı insan
Dünyanın gördüğü en önemli üretim
kapasitesi artışını sağlayan Taylor’ın fabri-
kalarıyla, hızla küresel bir hastalık haline
gelen futbol arasındaki bu ortaklık sade-
ce işleyiş biçimiyle sınırlı kalmamaktaydı.
Taylor’un dünyasının en önemli unsurla-
rından biri “akılcı” insandı. “Bir bireyin/
aktörün/kurumun amacına giderken en
iyi yolları seçebileceğini” varsayan bu
yaklaşımın en basit halinde insanlar/ku-
rumlar kendi çıkarlarının nerede bulun-
duğunu bilen, çıkarlarına ulaşabilecek
en az maliyetli yolları teşhis edebilen ve
en az zararla en çok faydayı kendisine
sağlayabilen aktörler olarak tanımlanır.
Gazeteci/yazar Ege Cansen’in aktarımıyla
kasıt kelimesinden gelen iktisadi davra-
nış, rasyonel/akılcı davranış anlamına ge-
lir. Bu basit varsayım Herbert Simon gibi
Nobel kazanmış iktisatçıların katkılarıyla
daha gerçekçi ve zarif bir hale dönüşür.
Simon’ın akılcı insanı/aktörü kararlarını
alırken dünyadaki bütün bilgilere erişme-
diğini bilir, dolayısıyla sınırlı bilgiyle karar
verdiğinin bilincinde “maksimalist” değil,
“yetinmeci” kararlar alır.
Taylor’ın “bilimsel yönetim” devri-
mine aynı zamanda “akılcı devrim” den-
mesi, hatta çok uzun süre “işletmelerin
akılcılaştırılması” gibi tanımların iş hayatı
jargonunda bulunması akılcılık varsayımı-
nın bu anlayışta ne kadar önemli bir yer
aldığını gösterir. Taylor’la aynı dönem-
de yaşamış büyük toplumbilimci Max
Weber’in modern devlet aygıtını “akılcı
bürokrasi” olarak tanımladığını akılda
tutmak gerekir. Weber’in akılcı bürokra-
sisi modern çağın gereksinimlerini en iyi
şekilde karşılayan dev bir akılcı organi-
zasyon olarak ortaya çıkar. Weber’in bu
kurumu geleneksel ve karizmatik otorite
kaynaklarıyla beraber “yasal-akılcı” oto-
rite olarak üç otorite kaynağından birini
oluşturur.
Futbolun akılcılaşma süreci
Weber 1922 yılında “İktisat ve Top-
lum” kitabını yayınlarken, futbol da kendi
akılcılaşma sürecini yaşamaktaydı. Saha
içinde ve dışında işbölümü gerektiği an-
layışı yerleşmiş, futbol takımlarının teknik
direktörden başlayan “akılcı bürokrasisi”
kurulmuş ve FIFA 1924 Olimpiyat Oyunla-
rı ve 1930 Dünya Kupası gibi uluslararası
turnuvaları organize etmeye başlamış-
tı. Türkiye’de futbol kulüplerini ilk defa
bir araya getiren, atası Türkiye İdman
Cemiyetleri İttifakı olan Türkiye Futbol
Federasyonu’nun 1923 yılında kurulması
ve ilk başkanının spor yöneticisi kariyeri-
ne sahip Yusuf Ziya Öniş olması da Akılcı-
lık Devrimi’nin yayılma hızını gösterir.
Günümüzün “sanayileşmiş” futbolu-
nun Taylor’ın ve Weber’in devrimlerin-
den ne kadar etkilendiği kolaylıkla gö-
rülebilir. Artık futbol, 11 kişilik takımlar
arasında değil; kendi içinde dev bir bü-
rokrasiye sahip, bir kısmı borsada hissele-
ri alınıp satılan girişimler arasında oyna-
nıyor. Dünya’nın en değerli futbol takımı
Manchester United’ın yıllık cirosu 400
milyon Avro’nun üzerinde ve 600’ün üze-
rinde çalışanı var. Ülkemizin önde gelen
futbol takımlarının bağlı oldukları Sportif
AŞ’lerin de çalışan sayısı 600 civarında,
ciroları da yaklaşık 100 milyon Avro. Bu
kadar büyük bir sanayinin Taylor’ın akılcı
devriminden payını almaması beklene-
mezdi. Başka bir yazının konusu olmakla
beraber, Türkiye’de futbol kulüplerinin
“akılcılaşma” sürecinin devam ettiğini
söyleyebiliriz.
Beklenti Kuramı
Geleneksel iktisadın çıkarını kova-
layan akılcı “homo-economicus”un ne
kadar gerçekçi bir varsayım olduğu bu-
günlerde yoğun bir tartışma konusu.
Özellikle 2008 Ekonomik Krizi sürecinde
gerek bireylerin, gerekse de kurumların
Cansen’in tanımıyla iktisadi davranma-
dıklarının aşikar olması, konunun uzman-
larını gayri-akılcı davranışların kökenini
sorgulamaya yöneltti. Aslında bu çaba
çok daha erken bir dönemde başlamıştı
ancak 1970’lerin taviz vermeyen liberal
iktisat yazınında fazla bir yer alamamıştı.
2001 yılında Nobel Ekonomi Ödülü’nü ka-
zanan psikolog Kahnemann ve müteveffa
arkadaşı psikolog Tversky, “Beklenti Ku-
ramı” adını verdikleri yaklaşımlarını daha
1970’lerde yaptıkları çalışmalarda geliş-
tirmiş, kurama adını da 1979 yılında ver-
mişlerdi. “Beklenti Kuramı” başlıklı/içe-
rikli akademik yayın sayısının 1970-1990
arasında 80 binken, 1991-2013 arasında
400 bini aşması yaklaşımın ne kadar hızlı
yayıldığının iyi göstergesi. Sadece son 5
yılda 100 binden fazla “Beklenti Kuramı”
içerikli yayın yapıldı.
Kahnemann ve Tversky’nin geleneksel
iktisadı bu denli sarsan kuramları aslında
çok basit bir tespite dayanır. Gelenek-
sel iktisadi aklın “homo economicus”u
kazançlar ve kayıplar arasında bir fark
göz etmez. 5 birimlik kazancın vereceği
haz ile 5 birimlik kaybın vereceği üzüntü
denktir, dolayısıyla 5 birimlik üzüntü ve-
ren ama 6 birimlik kazanç sağlayan bir iş
yaptığınızda, kara geçersiniz. Kahnemann
ve Tversky yaptıkları çok sayıda deneyle
insanların hiç de böyle düşünmediklerini
gösterdiler. Örneğin insanlara yüzde 80
olasılıkla 4000 TL kazanmak ya da kesin
olarak 3000 TL kazanmak arasında tercih
yapmaları istendiğinde, tercihleri kesin
kazançtan yana oluyor. Tam karşıt örnek-
teyse, yüzde 80 olasılıkla 4000 TL kay-
betmekle kesin olarak 3000 TL kaybetme
arasında bir tercih yapılması gerektiğinde
kesin kayıp yerine, olasılıklı seçenek ter-
cih ediliyor. Özetle insanlar kazançlar ala-
nında riskten kaçarken, kayıplar alanında
riske karşı olumlu bir tutum sergiliyor,
dolayısıyla 4000 TL kazanmakla, 4000 TL
kaybetmek aynı duygusal yarar/zararı ta-
şımıyorlar.
Yazarlar bireylerin alternatifleri de-
ğerlendirirken alternatiflerin getirileriy-
le olasılıklarının çarpımlarından oluşan
Fayda Fonksiyonu yerine kayıp/kazanç ve
düşük/yüksek olasılıkları bir arada kullan-
dıklarını söylerler. Eğer olasılık yüksekse,
insanlar kazançlar alanında riske karşı
tedbirli, kayıplar alanındaysa daha riske
açık davranırlar. Düşük olasılıkların söz
konusu olduğu durumlarda, kazanç ala-
nında daha fazla risk alınırken, kayıp ala-
nında riske karşı tedbirli tercihler yapılır.
Bu durumda Beklenti Kuramı bireylerin
tercihlerini muhtemel kazanç/kayıplara
göre değil, olasılıkların nasıl sunulduğuna
bağlı yaptıklarını öne sürer.
Bu konuda verilecek örneklerin sayısı
neredeyse sınırsız olmakla birlikte, şu ti-
pik örnek Beklenti Kuramının nasıl çalıştı-
ğını çok güzel gösteriyor. Diyelim ülkemiz
600 kişinin öleceği öngörülen salgın bir
hastalıkla karşı karşıya. Siz de bu konu-
daki karar vericilerden birisiniz. İki tedavi
programından birini seçeceksiniz. A prog-
ramında 200 kişi kesinlikle kurtulurken B
programı uygulanırsa 1/3 olasılıkla 600
kişi kurtulacak 2/3 olasılıkla kimse kurtul-
mayacak. Bu durumda genelde bireyler
çoğunlukla A programını seçerler.
Bir de sorunu şu şekilde sunduğumu-
zu düşünelim: Yine iki programdan birini
seçeceksiniz. C programı uygulanırsa 400
kişi ölürken, D Programı uygulanırsa 1/3
olasılıkla kimse ölmeyecek, 2/3 olasılılıkla
600 kişi ölecek. Bu alternatifte de çoğun-
lukla D programı C’ye tercih edilir.
Biraz dikkatli bir bakış aslında A prog-
ramının C’yle; B programının D’yle öz-
deş olduğunu gösterir. Bireyler, “homo-
economicus”un tam tersine kararlarını
verirken seçeneklerin nesnel sonuçlarını
değil, nasıl sunulduklarını önemsemiş
ve kazançlarda kesinliği, kayıplarda riski
göze almışlar.
Kahnemann’a
Nobel
Ekonomi
Ödülü’nü getiren -Tversky vefat etmemiş
olsaydı o da alacaktı- bu kuramsal açılım
önce Davranışsal Finans, sonra da Davra-
nışsal Ekonomi disiplinlerinin gelişmesini
sağladı. Bu çalışmalar sayesinde iktisatçı-
ların ilgi odağı ülkelerden bireylere yöne-
lirken, psikoloji ve nörobilim de iktisadi
jargonu belirlemeye başladı. “Beklenti
Kuramı” takipçilerinin yöntem olarak ma-
tematik formüllerinden çok deneysel ça-
lışmaları tercih ettiklerini de söyleyelim.
Futbolun sadece İngilizlerin kendi
aralarında oynadıkları oyun olmaktan
çıkıp, küresel bir salgına dönüşmesiyle;
Sanayi Devrimi’nin en kritik aşamaların-
dan birinin aynı anda gerçekleşmesi bir
rastlantı değil. 1863 yılında İngiliz Futbol
Federasyonu The Football Association
kurulurken, kendi halinde bir mühendis
olan Frederick Winslow Taylor da elinde
saat ileride kendi adıyla anılacak yönetim
biçimini keşfetmekle meşguldü. FA kuru-
cuları o güne kadar düzensiz bir şekilde,
mahalle aralarında boş arsalarda oyna-
nan futbolu düzenlemeyi ve kurallara
bağlamayı amaçlıyorlardı. FA’yi günümüz
FIFA’sının babası sayılacak International
Football Association Board (IFAB-Ulusla-
rarası Futbol Birliği Yönetimi) gibi ulusla-
rarası kuruluşların kurulması (1886) ve ilk
futbol liginin hayata geçmesi (1888) izle-
di. Futbol boş zaman eğlencesi olmaktan
çıkıp kurumlaşırken, başta teknik direktör
olmak üzere futbolun yönetimsel yapısı
da yavaşça hayata geçiyordu.
Üretimdeki iş bölümü anlayışının futbo-
la yansıması
Aynı dönemde, meraklı bir mühendis
olan Taylor da, tıpkı mahalle aralarında
oynanan futbola benzeyen bir biçimde
üretim yapan fabrikalarda çalışmaktaydı.
Her ne kadar dönemin İngilteresi sanayi
üretimi açısından benzersiz bir liderlik
sergilese de, fabrikalar günümüzün dü-
zenli fabrikalarından çok, bir araya gelmiş
atölyelerden oluşuyordu. Nasıl dönem
futbolunun kuralsızlığı oyunun keyfini
kaçırıyorsa; fabrikalardaki üretimin dü-
zensizliği de karlılığı düşürüp müteşeb-
bislerin canını sıkıyordu. Taylor, kişisel
gözlemleriyle üretimin bir iş bölümü içe-
risinde yapılmasının, herkesin her şeyi
yapmasından daha “etkin” olduğu kanı-
sındaydı. Dolayısıyla, herhangi bir fabri-
kada yapılması gereken, üretim sürecinin
anlamlı parçalara bölünmesi ve her işçi-
nin/bölümün üretiminin belli bir parça-
sından sorumlu hale gelmesiydi. Taylor’ın
1890’lardan itibaren yazdığı kitaplar daha
sonra “Bilimsel Yönetim” adı verilecek
yönetim biçiminin doğuşuna yol açtı. Bu
bakış açısında üretimin etkin hale gelmesi
çalışanların iş bölümü yapmasından geç-
mekteydi. İş bölümü çerçevesinde işçiler
en yetenekli oldukları işlerde uzmanlaşır
ve üretimin sadece bir parçasına odakla-
nırken; üretimin koordine edilmesi ve her
işçinin ürettiği parçaların bir otomobile
dönüşebilmesi de için yöneticilerin dev-
reye girmesi gerekmekteydi. Taylor’ın is-
mine hitaben Taylorizm de adı verilen bu
üretim biçimi, otomobil üreticisi Henry
Ford’un ismiyle anılacak kitlesel üretim
biçiminin (Fordizm) yanı sıra modern dev
şirketlerin ve o şirketlere yön verecek yö-
netici sınıflarının doğuşunu da sağladı.
Taylor’ın düşüncelerinin etkisi yayılır-
ken, futbol oyunu da kendiliğinden dö-
nüşmekteydi. Herkesin bir topun peşinde
koştuğu oyun biçimi yerini oyuncuların
kendilerine ait görevlere sahip olduğu bir
işbölümüne bırakmıştı. Tıpkı Taylor’ın tek
bir konuda uzmanlaşan yetenekli işçileri
gibi; futbolcular da yetenekli oldukları
alanlarda uzmanlaşıyor ve fabrikalarda
gördüğümüz işbölümü anlayışı futbol
sahasında da görülmeye başlanıyordu.
Futbolcuların sadece kendi görevlerinden
sorumlu oldukları bu yapı, futbolda da
yönetici sınıfların doğmasını sağlamak-
taydı.
Oyunun tamamını görecek ve yönlen-
direcek teknik direktörden, futbol kulüp-
lerinin karlı ve etkin işletmeler olarak faa-
liyet göstermesini gözetecek yöneticilere
kadar geniş bir alanda bugün olsa “beyaz
yakalı” olarak adlandıracağımız bir yöne-
tici sınıfı ortaya çıkmıştı. Etkinlik/karlılık
kaygısı fabrikalarda olduğu kadar, futbol
sahalarında da en önemli faktörlerden
biri haline gelmişti.
Futbol, akılcılık ve karar verme hataları
Futbol bireylerin anlık ya da düşünülmüş kararlarının üzerinde yükselen bir oyun. Teknik direktörün taktik tercihle-
rinden, oyuncuların maç içindeki seçimlerine kadar oyunun her unsuru bireysel kararların birer sonucu. Dolayısıyla
hata yapmaya eğilimli olduğumuzu kabul etmemiz, bu hataların neler olabileceğini öğrenmemiz ve bu hatalara
karşı tedbirli olmamız; oyunu daha güzel oynamamıza yol açabilir.
Yazan: Dr. Emre Erdoğan
Futbol Gelişim
74
75
Futbol Gelişim