Previous Page  76-77 / 118 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 76-77 / 118 Next Page
Page Background

otururken Lampard’ın Premier Lig’i

üç kez kazanması sürpriz olmadı.

Aslında Liverpool formasıyla ligde

şampiyon olmanın zorluğunu

Gerrard da biliyordu. 2005’te Devler

Ligi’ni kazandıktan sadece 6 hafta

sonra yönetimle anlaşmazlığa

düştü ve başka takıma transfer

olmak istediğini belirtti. Olay, Li-

verpool şehrinde ve tümülkede şok

etkisi yaratmıştı. Gerrard’ın önüne

zaten tıpkı Matrix filmindeki gibi bir

kırmızı, bir de mavi hap konmuştu.

Mourinho’nun onu Chelsea’de gör-

meyi ne kadar istediğini bilmeyen

yoktu. İki renk arasında gidip gel-

dikten sonra tammaviyi seçmekte

karar kılmıştı ki, yapamayacağını

anladı Gerrard. Anfield’ı terk etmek

onun için çok zordu. Eğer mavi hapı

tercih etseydi koleksiyonuna Lam-

pard’la beraber kazanılmış bir Pre-

mier Ligmadalyası da ekleyecekti.

Bunu Liverpool ile başarmayı çok

istese de şans yüzüne gülmedi.

İkisi bir arada?

Peki, Gerrard ve Lampard Chel-

sea’de güçlerini birleştirseydi nasıl

bir manzarayla karşılaşırdık? Millî

takımdaki denemeleri çok parlak

bir tablo çizmese de Mourinho’nun

bir bildiği vardı elbette. Sven Goran

Eriksson takımın orta sahasını

sadece bu ikiliye emanet ettiğinde

problem çıkmıştı örneğin. Gerrard

orta sahayı defansa bağlayen adam

olacakken Lampard’ın atağa katılım

serbestliği daha fazlaydı. Ancak iki

oyuncu da hücumu sevdiği için bu

diziliş işe yaramadı ve İngiltere

fazlasıyla kontratağa açık hale

geldi. Lampard ve Gerrard’ın hemen

arkasında Hargreaves’e şans

verildiğinde işler oldukça daha iyi

görünüyordu fakat bu kez

Hargreaves’e fazla iş düşüyordu.

Aynı sistemde onun yerine Gareth

Barry denense bile dağınıklık

devam ediyordu. Kısacası Lampard

ve Gerrard’danmaksimumverim

almak için o bölgede çok daha

enerjik bir isme ihtiyaç vardı.

İki ismi iyi değerlendirmek adına en

radikal hamleyi Fabio Capello yap-

mıştı. Gerrard’ı sol öne atarak onu

geriden Ashley Cole ve hücumdan

Rooney ile desteklemişti. Lampard

ise Barry’nin önünde hücuma

yönelik orta saha görevindeydi.

Fakat aşina olmadığı mevkide

oynayan fazla oyuncu olmuştu ve

sonunda takımbuna da alışamadı.

Elbette Gerrard ve Lampard gibi

beraber oynamaya alışkın olmayan

iki ismi orta sahaya koyduğunuzda

bir ego çatışması görmek kaçınıl-

mazdı. Hele millî takımgibi sürekli-

liğin kulüplere göre az olduğu bir

ortamda bu daha fazla ortaya

çıkardı. İki oyuncu da topu kendi

ayağında, kontrolü kendi ellerinde

isterdi. Bu durumu kötü bir şey ola-

rak da görmemek gerek zira doğal

birer lider olarak ikisinden de bunu

beklemek normaldi. Onların yanına

Scholes ve Beckhamgibi iki kaliteli

ismi daha eklersek yönetilmesi zor

bir ekip ortaya çıkıyordu.

Kâğıt üzerinde fazla-

sıyla güçlü bir orta

saha dörtlüsüydü

ancak İngiltere Millî

Takımı’na bu isim-

leri ideal biçimde

oynatacak bir tek-

nik adamgelmedi.

Kısacası problem

sadece Gerrard

ve Lampard’da

değildi.

Yine de millî ta-

kımdaki bera-

berliklerinin

başarısız ve

kupasız geç-

mesi, Gerrard ve

Lampard’ın birlikte

oynayamayacağı an-

lamına gelmez. Zira millî

takım adına yılda sadece birkaç

kez bir araya gelebilen bu ikili, aynı

kulüp çatısı altında koca bir sezonu

yan yana geçiriyor olsaydı işler de-

ğişebilirdi. Mourinho 2005 yazında

Gerrard’ı takımına katabilseydi,

Lampard ve onun arasında çok

daha net ve uzun soluklu bir görev

paylaşımı çizebilirdi. Tabiî ki bunu

nasıl planladığını ve nasıl sonuçla-

nacağını artık

bilemeyeceğiz ama Portekizli bu iki

üstün yeteneğe birbirini tamamla-

mayı öğretebilseydi, benzerine az

rastlanmış bütünlükte bir orta saha

kurgusu görebilirdik.

Her ne kadar onları yan yana pek

keyifle izleyemesek de futbol

dünyası Gerrard ve Lampard’ı

çok özleyecek. Hatta böyle birer

efsane ve sadık oyuncuya kendi

kulübünde şahit olamadığı için

birçok taraftar Liverpool ve Chelsea

tribünlerine uzun bir süre daha

imrenmeye devam edecek.

Onları taktiksel bir değişime yön

veren, oyunun iki yönünün nasıl

oynanacağını gösteren isimler

olarak tanıdık ve enerjilerine

hayran kaldık. MLS’e giderken

futbol dünyası değişmiş, onlara

benzer çok oyuncu çıkmıştı ama

Gerrard ve Lampard birer bayrak

adama dönüşmüştü. Oyunculuk

kariyerine bu kadar çok nişan

sığdıran isimlere de her şeyden

önce saygı duymak düşüyor.

gerekir. İşin romantik tarafını bir

kenara koyacak olursak, yeni mi-

lenyumun başında parlayan bu iki

yıldızın İngiltere ve Avrupa futbo-

lunda açtığı yolu görmemiz gerekir.

2000’li yıllara gelene dek kıta fut-

bolunda söz sahibi birçok ekibin

orta sahasında görev dağılımı bu-

günküne nazaran çok daha netti.

Her oyuncunun iyi yaptığı ve öne

çıkardığı birer özelliği vardı ama

bunun haricindeki görevler konu-

sunda bugünkü kadar donanım

sahibi çok az isimvardı. Örneğin

Claude Makelele ve Roy Keane gibi

durmadan koşan ve çalışan bir

“defansif orta saha”nın önünde bu-

güne kıyasla şımarık ve hatta tem-

bel kalan 10 numara varyasyonları

meşhurdu. Günümüzde defansif

orta saha gibi bir kalıbın neredeyse

kullanılmadığını, söylendiğinde ise

çoğu kez düzeltildiğini belirtmekte

fayda var. 10 numaraların da o

döneme kıyasla daha fazla defansif

yükünün olduğunu düşünürsek,

bu iki mevkiin artık birbirine biraz

daha benzediğini söyleyebiliriz. Ve

bu iki gömleği de sırtına geçirebilen

Paul Pogba’nın neden 105 milyon

euro ettiğini daha iyi anlayabiliriz.

Makelele’yi Pogba’ya evimleştiren

yaklaşık 15 yıllık dönemde Gerrard

ve Lampard öncü rolü üstlendi. Fut-

bol artık başka türlü oynanmaya

başlamıştı. Yunanistan’ın 2004’teki

Avrupa Kupası zaferi ile Jose Mou-

rinho’nun Porto’daki başarıları,

büyük sürprizler olduğu kadar

oyundaki değişimi de simgeliyordu.

Takım savunmasının altını kalınca

çizen bu gelişmelerin temelinde

birbirine yakın oynayan, mevkii ne

olursa olsun savunma yapma

zorunluluğu bulunan isimler

yatıyordu. Herkes birbirini daha iyi

anlayıp tamamladıkça sahadaki 11

oyuncunun toplamı nicelik olarak

12 ve hatta 13 olabiliyordu. Hele ki

onlardan biri Gerrard veya Lampard

ise bu bütünü tamamlamak daha

kolay oluyordu. Zira onlar orta

sahadaki yapbozun hangi parçası

eksikse onu tamamlayan birer

joker eleman gibiydi. Futbolun tam

da böylesine

çokyönlülüğe

kayan bir geçiş

yaşadığı dö-

nemde sah-

neye çıkmaları

hemkendileri

hemde Avrupa

futbolu adına

ciddi bir atılım

demekti. Kıtada

her işi yapabilen

merkez oyuncu-

ları aranmaya

başlamışken

Gerrard ve Lampard

bu akımın bayrak

sallayanları oluvermişti.

Makelele ve Keane sonrası Real

Madrid ve Manchester United’ın

nasıl zorlandığını anlatmaya gerek

bile yok. İki kulüp de ilk etapta on-

lara benzer isimler transfer ederek

boşluğu doldurmaya çalıştı ancak

ihtiyaç duydukları şey aslında o çok

yönlülüktü. Makelele ise 30 yaşın-

dayken geçtiği Chelsea’de adeta ye-

niden doğmuştu zira hemen önünde

her işe koşabilen bir Lampard var-

ken daha verimli oynayabiliyordu.

İşte Gerrard ve Lampard’ın sunduğu

meziyetler tamda futbol dünya-

sında böylesine bir akımvarken

parıldıyordu. Onların Liverpool ve

Chelsea’ye olan bağlılığı bu noktada

diğerlerinden ayrılıyor. Zira Real

Madrid ve Manchester United gibi

elit seviyedeki ekipler bile onlara

benzer tipte oyuncular ararken

Merseyside ve Londra’da kalmayı

tercih ettiler.

Bu bağlılık önünde sonunda adeta

ilahî birer lütuf ile karşılık buldu.

Ne 2005 yılında Liverpool’un ne de

2012 baharında Chelsea’nin Şampi-

yonlar Ligi’nde zafere ulaşacağını

kimse tahmin edemezdi. 2005’teki

İstanbul mucizesi bir futbol efsane-

sine dönüşmüşken, Chelsea’nin

2012’de hemyarı final hemde

finalde nasıl ucu ucuna başarılı

olduğu halen akıllarda. Bu iki kupa

da sadakatlerinin bir karşılığı

olarak gitmişti sanki Gerrard ve

Lampard’ın ellerine. Onlar olmasa

ne Liverpool ne de Chelsea o denli

dirayetli birer duruş sergileyebilirdi.

Yine de futbol tanrıları bu tarz bir

ödüllendirme konusunda Gerrard’a

biraz daha cimri davrandı. Çok iste-

diği Premier Lig şampiyonluğuna

bir türlü ulaşamadı efsane kaptan.

Onun kalitesine yakın çok az isimle

oynama fırsatı buluşu, bu eksikliğe

giden başlıca etkenlerden biriydi.

Hemen arkasında Jamie Carragher,

yanıbaşında Javier Mascherano ile

Xabi Alonso ve önünde Fernando

Torres’in olduğu yıllarda bile çok

yaklaşmasına rağmen ligi zirvede

bitiremedi Gerrard. Aynı şekilde

Luiz Suarez’le omuz omuza savaş-

tığı sezon ayağının kayması da onu

bu zaferden alıkoydu. Öte yanda

Chelsea’nin kalesinde Petr Cech,

defansında John Terry ve Ashley

Cole, hücumhattında ise Didier

Drogba ve Arjen Robben gibi silah-

lar varken Lampard, hele ki yanın-

daki Makelele ve Essien ile çok

daha bütünleşik bir takıma sahipti.

Teknik direktör koltuğunda da Jose

Mourinho ve Carlo Ancelotti gibileri

76

77