

Aynı psikolojik eğilimi futbol dün-
yasına bire bir uyarlamakmüm-
kün. İnsanı ihanet noktasına
getiren süreç bir gecede bitmiyor.
Nitekim futbolcuyu da… Yavaş
yavaş kopmalar oluşuyor, gücen-
meler meydana geliyor ve sonu
kızgınlığa kadar varıyor. Ve bu
psikolojik gerçek doğrultusunda
oyuncu kendine şu soruları soru-
yor:
“Şu ana kadar ne başardım?
Gelecekte ne yapabilirim?”
Tüm
bunların birleşimi, insanı kariyeri-
nin durağanlaştığını ve bir değişi-
min şart olduğunu düşünmeye
itiyor. Nihayet ego ipleri eline alıyor
ve kişinin kendini daha önemli his-
setmeye ihtiyacı olduğunu vurgu-
lamaya başlıyor.
Örneğin Luis Figo… Bir anlamda
futbol tarihinin bugüne dek gör-
düğü en şoke edici transfere imza
atan nam-ı diğer hain… 1995 yı-
lında Barcelona’ya transfer oldu-
ğunda henüz 23 yaşındaydı ve
Brian Laudrup gibi bir yıldızın
yerini doldurması bekleniyordu.
Teknik direktör Johan Cruyff’un
ona güveni tamdı. Gün geçtikçe bir
Barça efsanesine dönüştü Figo ve
Luis Van Gaal’in 2 La Liga, bir Copa
del Rey ve bir UEFA Süper Kupa
kazanan takımında önemli bir yer
tuttu. Fakat son sezonunda takım
zayıflamaya ve Van Gaal’in koltuğu
sallanmaya başladı. 28 yaşına
gelen Figo yeteneğinin farkındaydı
ve işte o noktada bu ekiple hiçbir
zaman Şampiyonlar Ligi’ni kaza-
namayacağını düşünmeye başladı
belki de. Üstelik sonradan verdiği
mülakatlarda o dönemBarcelo-
na’da teşkil ettiği öneme göre
gayet düşük bir ücret aldığını be-
lirtti. Öte yanda Galacticos projesini
Figo ile başlatmak isteyen ve
büyük hedefler peşinde koşan bir
Real Madrid kapısını çalıyordu.
Tümbu unsurlar Portekizlinin ego-
sunu geri dönülmez biçimde duy-
gusallığının önüne çekti. Madrid ile
anlaşmaya varınca Barcelona da
ona aynı ücreti önerdi fakat artık
çok geçti zira Figo’nun egosu kont-
rolü bir kere ele geçirmişti. Sonrası
ise her zaman hatırlanacak bir iha-
net hikâyesinden ibaret. 100 bin ki-
şinin tek bir oyuncuya nefret
duyması ve hatta ona domuz kafası
fırlatması…
Veya Sol Campbell… Tottenhamku-
lübünün kapısından içeri girdiğinde
yaşı henüz 15’ti. 21 yaşından itiba-
ren düzenli şekilde forma giymeye
başladı ve gerek altyapıdan gelişi,
gerekse sahadaki mücadelesi so-
nucu taraftarın sevgisini kısa sü-
rede kazandı. Yeni milenyuma
girdiğimizde Campbell’ın yıldızı
iyice parlıyordu fakat 27 yaşında ol-
masına rağmen takımıyla ligi 7.’lik-
ten daha yukarda tamamlayama-
mıştı. Kontratı sona ermeye yakın-
ken onu Chelsea ve Barcelona gibi
kulüpler istiyordu. Taraftarların
önemli bir kısmı da Campbell’ın ta-
kımdan ayrılmasına kendini hazır-
lamıştı ancak kimse onun Arsenal’e
imza atmasına ihtimâl vermiyordu.
Belki de kendi seviyesini artık Tot-
tenham’ın hayalindeki hedeflerden
çok daha yukarıda görüyordu. Ve
elbette ezeli rakibine imza atarken
istediği başarıları orada elde edebi-
leceğine fazlasıyla inanmıştı.
Nitekimkararından hiç pişmanlık
duymadı Campbell. Üstelik hâlâ
fırsat buldukça bu transferin ne
kadar doğru bir karar olduğunu
yineler ve Arsenal’deki her şeyin
Tottenham’dakinden çok daha iyi
olduğunu vurgulamaktan kaçın-
maz. Aynı zamanda Götze, Lewan-
dowski ve Hummels’in de Borussia
Dortmund’tan Bayern’e geçiş hikâ-
yesini Campbell’ınkine benzetmek
mümkün.
Para
Bir futbolcunun egosunu tatmin et-
menin bir sürü yolunu bulabilirsiniz.
Fakat yanına para unsurunu da ek-
lediğinizde onun egosunun uçuşa
geçmesini bile sağlayabilirsiniz.
Figo, Campbell ve Dortmund üçlü-
sünün tamamı egosal sebeplerle
transfer kararı aldı fakat hepsinin
cebi de bir nebze daha kabarmış
oldu. Yine de bu isimlerin hiçbirine
“paragöz” yaftası yapıştırmak
doğru olmaz.
ArseneWenger ezeli rakibinin kalbi
Campbell’ı söküp defansını sağlam-
laştırdığında komşusundan oldukça
fena bir ah işitmiş olmalı. O günden
sonra namağlup şampiyon bile
olmayı başardı fakat sonrasında
kendi eliyle yetiştirdiği yıldızların
birer birer onu terk edişini izlemek
zorunda kaldı. Artık Chelsea ve
Manchester City gibi petrol zengin-
lerinin devri başlıyordu ve Arsenal
gibi yetiştirici kulüpler adeta birer
altınmadeni gibiydi. Önce Ashley
Cole’u Mourinho’nun Chelsea’sine
kaybetti Wenger. Taraftarlar henüz
bu tarz kayıplara alışık olmadığı için
ciddi tepkiler geldi ve Cole paragöz
ilân edildi. Henry ve Vieira gibileri-
nin ayrılışı daha çok değişim ihtiya-
cından ileri geliyordu fakat City’ye
geçiş yapan Adebayor, Kolo Toure,
Gael Clichy ve Nasri’ninmotivasyon
kaynağı paraydı. Özellikle Clichy ve
Nasri ile beraber Arsenal’deki ayrı-
lıklar paradan ziyade ego eksenli
oldu ve Fabregas ile Van Persie gibi
isimler sadece kupa kazanmak is-
tedikleri için çıkış yolunu tercih etti.
1990 Mayıs’ında Roberto Bag-
gio’nun Fiorentina’dan Juventus’a
transferi duyulduğunda Floransa
savaş alanına döndü. Tuğlalar sö-
küldü, molotof kokteylleri atıldı,
demir ve zincirler elden düşmedi.
Şehir kaosa sürükleniyordu ve bu
esnada 50 kişi yaralanırken 9 gös-
terici de tutuklanıyordu. İşin aslı şu
ki, Baggio Mor Menekşeler’den ay-
rılmayı hiçbir zaman istememişti.
Ancak kulübün paraya ihtiyacı
vardı ve Juventus’un ödediği tutar
onu dünyanın en pahalı futbolcusu
yaptı. Artemio Franchi’ye siyah-be-
yazlı forma ile çıktığı ilkmaçta tri-
bünler onu yuhalamaktan geri
kalmadı. Juventus 1-0 yenikken
penaltı kazandı fakat Baggio takı-
mın penaltıcısı olmasına rağmen
kullanmayı reddeti. Bir süre sonra
oyundan çıkarken ona fırlatılan
Fiorentina atkısını alarak öptü üs-
telik. Kaçan penaltının da etkisiyle
maçı 1-0 Fiorentina kazandı ve
Baggio’nun Mor Menekşeler’e olan
aşkı o şartlarda bile vücut buldu.
İdeoloji, ego ve para… İnsanı ihanete
sürükleyebilen bu üç tehlikeli un-
surdan birinin bile sıkıca üstüne
gitmek, taraftarların aklına bile gel-
meyecek transfer hikâyeleri doğu-
rabiliyor. Günümüzde ideoloji iyice
geri planda kalmış olsa bile Figo’dan
Higuain’e, Ashley Cole’dan Fabre-
gas’a kadar uzanan yelpazede ego
ve paranın ciddi etkisini görmek
mümkün.
112
113
Luis Figo
Sol Campbell