

“Kaçırdı” deniyor. Ama kaleci
kurtarınca, “Kurtardı” oluyor.
Atmak bence daha zor.
Bu kadar çok penaltı kurtarmanızın
sebebi atmayı bilmeniz olabilirmi?
Tabiî, evet… Küçükken oyuncu
olarak başlamıştım futbola. Oradan
ayak becerisine, topa vurma bece-
risine sahiptim. Bir de penaltı kur-
tarmanın sadece bir değil, 10-15
etkeni olduğunu sayabilirim size.
Daha önce hangi köşeye atmış?
Sağ ayakla mı atmış, sol ayakla mı
atmış? Kaleciler onları yanıltmak
için sağa gider gibi yapar sola gider;
sola gider gibi yapar sola gider
yine… Bazıları bakarak atar. Bazıları
bakmadan vurur. Bazıları ayağının
içini gösterir, son anda bileğini
kıvırır. Bunların hepsi analiz
ediliyor; edilmeli de bir kaleci
tarafından… Atanın da bu şekilde
kaleciyi analiz etmesi lâzım.
Tamamen atanın ve kalecinin
hissiyatları ön plana çıkmalıdır.
Kariyerinizde önemli başarılar
olmasına rağmen herkes sizi 1986
Dünya Kupası elemelerinde
İngiltere ile oynanan ve 8-0 biten
maçla hatırlıyor.
Bu bende bir yara… Çok üzgünüm
bu konuda… TV kanallarında, gaze-
telerde, röportajlarda benimle ilgili,
“Ne kadar kendisiyle barışık” ifade-
lerini kullanıyorlar. Sağ olsunlar.
Zaten öyle birisiyim. 23 yıllık futbol
kariyerimde 5 şampiyonluğumvar.
Cumhurbaşkanlığı Kupaları var,
Türkiye Kupaları var, en az gol
yiyen kaleci unvanımvar. En çok
penaltı atmış, en çok penaltı
kurtarmış, ilk Dünya Karması’na
çağrılmış oyuncuyum… Askerdim
gidemedim. İsa gitmişti… 2. Lig’den
Millî Takım’a seçilmişim. Bunlar
benimkariyerim. Bunların hepsi
evimde kupalarımve albümlerimde
sabit. Ama duvarda. İnsanların zih-
niyetinde kalan tek şey İngiltere
maçı… Ben o İngiltere maçında
çok kişiyi kurtardım. Başta federas-
yonu… Başta antrenörü… Başta fut-
bolcu arkadaşlarımı… Hepsini ben
kurtardım. Fatura olduğu gibi bana
çıkartıldı. Her şey bana yıkıldı. Tabiî
sağ olsun gazeteci arkadaşlar da
bana hemen “kova” damgasını vur-
dular. Esasında kova bana değil,
kalecilere ait genel bir tâbirdir.
Beklere de “Koridor oldu” derler.
Benim lâkabımkaleci… Herkes
telefonuna “Kaleci Yaşar” diye
yazar. Şimdi Ahmet, Mehmet
deniyor kalecilere… Volkan, Muslera
olarak geçiyor. Ama ben Kaleci
Yaşar’dım… Ama bu kova damga-
sını yiyeli 33 sene geçti. 1984 yılıydı.
Şimdi adamkendisi 30 yaşında,
7-8 yaşındaki oğluna diyor ki;
“Bu amcanı tanıdınmı?… Fenerbah-
çe’de oynadı, Millî Takım’da oynadı
ama 8 gol yedi” Böyle bir tanıştırma
şekli… Bu telefonda da böyle. Telefo-
nun diğer ucunda insanlar benimle
konuşurken, “Kova Yaşar” diyor…
Bunlar üzücü şeyler… Bunlar bende
yara… 23 sene top oynamışım.
Hayatım topla geçti. 23 sene oyun-
culuk… Antrenörlüğü de koyarsanız
50 yıldır bu işin içindeyim. Bu işten
emekli oldum. Hâlâ sürdürüyorum
bu işi… Seviyorum… Hayatımız fut-
bol… Futbolun içinde bir hayat oldu.
Ben bundan itibar gördüm. Ben
bundan evlendim. Ben bundan pa-
ralar kazandım, çocuklarımı okut-
tum. Bir meslek; güzel bir meslek…
Günde 2.5 saatini ayıracaksın. Ama
şimdi mesailer 8-10 saat… Eskiden
meslek değildi. Kız vermezlerdi
bize… Şimdi meslek. Herkes ya
topçu, ya popçu olmak istiyor.
Sağlıklı bir yaşam içindesin.
Para kazanıyorsun. Kendine
ayıracağın çok zaman var…
Biraz eski günlere dönelim. Bir
futbol takımının o günkü çalışma
şartları, tesisleri, idmanmalzeme-
leri, sahaları ve statları nasıldı?
1969-1970 sezonunda amatör ola-
rak Ankara’da bana lisans çıktı.
Dışkapı’da, 19 Mayıs Stadı’nın
altında küçük odalar vardı. Kulüp
takımları orada soyunur ve sahaya
çıkardı. Elimde annemin verdiği
filenin içindeki eşofmanlarla
yürüye yürüye giderdim. En az
5 kilometre yürürdüm. İdman
biterdi; küçük olduğumuz için
soyunma odasını biz yıkardık.
Saçımız ıslak eve giderdik. Üç sene
böyle geçti Ankara’da… Gaziantep’e
geldiğimde üçüncü kaleciyim.
17-18 yaşındayım. Takımın en
küçüğüydüm. İdmanda canı sıkılan,
yorulana kadar bana şut atardı.
İdman sahası toprak. Vücudumu-
zun her tarafı yara-bere içinde
oluyordu. Yorulana kadar çalıştırır-
lardı bizi. “Çay söyle bana… Ceke-
timi getir… Kramponumu al…”
Bu tip istekleri de vardı. Ayakçılık
yapardık. Para yok. Annem
rahmetli Ankara’da oturuyor.
Ona bakmam lâzım. Okulu lisede
bırakmışım. “Başaracağım” dedim.
Maddi olarak sadece futbola mı
bağlıydınız?
Evden 1 lira harçlık alırken Gazian-
tep’e gittiğimde 15 bin lira para
koydum cebime. Nasıl seviniyorum.
Hemen ağabeyimle teyp aldık bin
liraya… Bir kulaklık onda, biri bende
12 saat teyp dinleyerek Ankara’ya
geldik. Şartlar bu…Malzeme sıkın-
tısı var kulüplerde. O zaman lojma-
nımız Gaziantep’in dışındaydı.
Kulüpte yemek çıkmazdı. Otobüs-
lerle giderdik deplasmanlara.
Otobüsün arasında yatarak giderdik
maçlara… Çok zor şartlardı. Benim
bir resmimvar. Çamurdan bir tek
gözlerimgözüküyor. Böyle saha-
larda çalıştık.
Statlar nasıldı?
Adana’ya Spor Yazarları Kupası’na
gittiğimiz zaman ışıklandırmalı
sahada oynuyoruz diye sevinirdik.
3-4 takımTSYD Kupası’nda oynu-
yorduk. O ışığın altında oynamak
bizi acayipmotive ediyordu. Acayip
havaya giriyorduk. İyi oynamak için
elimizden geleni yapıyorduk.
Büyük sahalara gittiğimizde en iyi
oyunumuzu oynardık. Çünkü
futbolcular bunlara lâyık.
İyi sahalarda oynamalılar. …
Bu şartları yaşayan bir futbol
adamı olarak bugünkü şartları
nasıl değerlendiriyorsunuz?
Futbolcunun bir defa meslek sevgi-
sinin olması lâzım. 18 yaşında Millî
Takım’a gelen arkadaşlar var.
Bir 18 daha oynasan 34-35…
Kalecinin 38… Akıllı olacak. Şu anki
şartlar sülalesini kurtarır. İyi bir
yatırımla kurtarır. İyi bir yaşam
koçu seçmeli… Bu abisi olur, babası
olur, güvendiği bir büyüğü olur…
Parasını da iyi değerlendirirse ömür
boyu rahat eder. Bizimdönemi-
mizde inanın eğitim eksikliği de
çoktu. Ben futbolu bıraktım; kaleci
antrenörümhiç olmadı. Şimdi bu
kadar güzel ortam; her şehrimizde
artık statlar muazzam. Şehirlerdeki
sosyal yaşamgüzel. Ha İstanbul,
ha Hakkari… Bir antrenör ve
futbolcu olarak yaşam aynı olmalı.
Ev, idman sahası… O kadar… Başka
ne yapacak? İstanbul’da oturan en
fazla biraz denizi görür. Şimdi artık
oyuncuları 09.00’da çağırıyoruz;
akşamyemeğine kadar orada tutu-
yoruz. Tesisler olsun, malzeme
olsun her şeymüthiş gelişme
içinde. Hasan Doğan Millî Takımlar
Kamp ve EğitimTesisleri muazzam.
Buranın eski halini biliyorum. Şimdi
6 tane saha var. Teknik direktörlük
kursuna burada katılıyorum. Yani
futbolcu sadece işine odaklanacak.
Ailesiyle düzgün bir yaşantısı ola-
cak ve 35 yaşına kadar böyle yaşa-
yacak. Buna katlanmayacak, zevkle
yapacak. Çünkü günde 2 saat ayırı-
yor. Sadece 2 saat. Çift idman olsa
ki haftada iki gündür; 4 saat… 20
saat kendisine kalıyor. Günü 3’e
bölmeli 8’er saatten… İşi, uykusu,
istirahati, sosyal hayatı…
15-16 yaşındaki oyuncuların önüne
bugün inanılmaz paralar konuyor;
her yerde rağbet görüyorlar. Boca-
lamaları da aslında normal. Sizin bu
anlattıklarınızı 18 yaşındaki genç
ne kadar algılayabilir? Bu ortamlar
sizce oyuncuları nasıl etkiliyor?
Şimdi her şeyin bir zorluğu var.
Ne diyorlar? Bütün futbolcular o
dönem fakir aile çocuklarıydı. Şimdi
değişti. Zengin aile çocukları da
futbol oynuyor. Ama o zaman
çocukların başka kurtuluşu yoktu.
Mahallede top oynuyordu. Abisi,
büyüğü elinden tutup takıma
yazdırıyordu. Anneler-babalar
futbola karşıydı. Biz de kaçak
oynardık. Ayakkabımız yırtılırdı,
babamız kızardı. Annemiz çamaşır-
dan sebep kızardı. Sosyal aktivite
yoktu. Şimdi telefonlar çıktı en
başta… Oyunlar çıktı… Tamamen
teknolojiye dayandı her şey…
Nasihat vermek ve söylemek çok
önemli. 17-18 yaşındaki çocuk algı-
lamıyor. O zamanki parayla şimdiki
para arasında çok büyük fark var.
Bu çevreyle de ilgili. Eğer benim
çevremde akıllı, beni yönlendiren
arkadaşlar edinmezsem olmaz.
Bakar, onun yatırımı var; oraya me-
yillenir. Ama arkadaşları kötüyse
parasını tutamaz… Herkesin bir
yaşamkoçu olmalı. Şimdi tabiî me-
najerlerle yaşamkoçunu ayrı tuta-
64
65