Previous Page  64-65 / 162 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 64-65 / 162 Next Page
Page Background

“Kaçırdı” deniyor. Ama kaleci

kurtarınca, “Kurtardı” oluyor.

Atmak bence daha zor.

Bu kadar çok penaltı kurtarmanızın

sebebi atmayı bilmeniz olabilirmi?

Tabiî, evet… Küçükken oyuncu

olarak başlamıştım futbola. Oradan

ayak becerisine, topa vurma bece-

risine sahiptim. Bir de penaltı kur-

tarmanın sadece bir değil, 10-15

etkeni olduğunu sayabilirim size.

Daha önce hangi köşeye atmış?

Sağ ayakla mı atmış, sol ayakla mı

atmış? Kaleciler onları yanıltmak

için sağa gider gibi yapar sola gider;

sola gider gibi yapar sola gider

yine… Bazıları bakarak atar. Bazıları

bakmadan vurur. Bazıları ayağının

içini gösterir, son anda bileğini

kıvırır. Bunların hepsi analiz

ediliyor; edilmeli de bir kaleci

tarafından… Atanın da bu şekilde

kaleciyi analiz etmesi lâzım.

Tamamen atanın ve kalecinin

hissiyatları ön plana çıkmalıdır.

Kariyerinizde önemli başarılar

olmasına rağmen herkes sizi 1986

Dünya Kupası elemelerinde

İngiltere ile oynanan ve 8-0 biten

maçla hatırlıyor.

Bu bende bir yara… Çok üzgünüm

bu konuda… TV kanallarında, gaze-

telerde, röportajlarda benimle ilgili,

“Ne kadar kendisiyle barışık” ifade-

lerini kullanıyorlar. Sağ olsunlar.

Zaten öyle birisiyim. 23 yıllık futbol

kariyerimde 5 şampiyonluğumvar.

Cumhurbaşkanlığı Kupaları var,

Türkiye Kupaları var, en az gol

yiyen kaleci unvanımvar. En çok

penaltı atmış, en çok penaltı

kurtarmış, ilk Dünya Karması’na

çağrılmış oyuncuyum… Askerdim

gidemedim. İsa gitmişti… 2. Lig’den

Millî Takım’a seçilmişim. Bunlar

benimkariyerim. Bunların hepsi

evimde kupalarımve albümlerimde

sabit. Ama duvarda. İnsanların zih-

niyetinde kalan tek şey İngiltere

maçı… Ben o İngiltere maçında

çok kişiyi kurtardım. Başta federas-

yonu… Başta antrenörü… Başta fut-

bolcu arkadaşlarımı… Hepsini ben

kurtardım. Fatura olduğu gibi bana

çıkartıldı. Her şey bana yıkıldı. Tabiî

sağ olsun gazeteci arkadaşlar da

bana hemen “kova” damgasını vur-

dular. Esasında kova bana değil,

kalecilere ait genel bir tâbirdir.

Beklere de “Koridor oldu” derler.

Benim lâkabımkaleci… Herkes

telefonuna “Kaleci Yaşar” diye

yazar. Şimdi Ahmet, Mehmet

deniyor kalecilere… Volkan, Muslera

olarak geçiyor. Ama ben Kaleci

Yaşar’dım… Ama bu kova damga-

sını yiyeli 33 sene geçti. 1984 yılıydı.

Şimdi adamkendisi 30 yaşında,

7-8 yaşındaki oğluna diyor ki;

“Bu amcanı tanıdınmı?… Fenerbah-

çe’de oynadı, Millî Takım’da oynadı

ama 8 gol yedi” Böyle bir tanıştırma

şekli… Bu telefonda da böyle. Telefo-

nun diğer ucunda insanlar benimle

konuşurken, “Kova Yaşar” diyor…

Bunlar üzücü şeyler… Bunlar bende

yara… 23 sene top oynamışım.

Hayatım topla geçti. 23 sene oyun-

culuk… Antrenörlüğü de koyarsanız

50 yıldır bu işin içindeyim. Bu işten

emekli oldum. Hâlâ sürdürüyorum

bu işi… Seviyorum… Hayatımız fut-

bol… Futbolun içinde bir hayat oldu.

Ben bundan itibar gördüm. Ben

bundan evlendim. Ben bundan pa-

ralar kazandım, çocuklarımı okut-

tum. Bir meslek; güzel bir meslek…

Günde 2.5 saatini ayıracaksın. Ama

şimdi mesailer 8-10 saat… Eskiden

meslek değildi. Kız vermezlerdi

bize… Şimdi meslek. Herkes ya

topçu, ya popçu olmak istiyor.

Sağlıklı bir yaşam içindesin.

Para kazanıyorsun. Kendine

ayıracağın çok zaman var…

Biraz eski günlere dönelim. Bir

futbol takımının o günkü çalışma

şartları, tesisleri, idmanmalzeme-

leri, sahaları ve statları nasıldı?

1969-1970 sezonunda amatör ola-

rak Ankara’da bana lisans çıktı.

Dışkapı’da, 19 Mayıs Stadı’nın

altında küçük odalar vardı. Kulüp

takımları orada soyunur ve sahaya

çıkardı. Elimde annemin verdiği

filenin içindeki eşofmanlarla

yürüye yürüye giderdim. En az

5 kilometre yürürdüm. İdman

biterdi; küçük olduğumuz için

soyunma odasını biz yıkardık.

Saçımız ıslak eve giderdik. Üç sene

böyle geçti Ankara’da… Gaziantep’e

geldiğimde üçüncü kaleciyim.

17-18 yaşındayım. Takımın en

küçüğüydüm. İdmanda canı sıkılan,

yorulana kadar bana şut atardı.

İdman sahası toprak. Vücudumu-

zun her tarafı yara-bere içinde

oluyordu. Yorulana kadar çalıştırır-

lardı bizi. “Çay söyle bana… Ceke-

timi getir… Kramponumu al…”

Bu tip istekleri de vardı. Ayakçılık

yapardık. Para yok. Annem

rahmetli Ankara’da oturuyor.

Ona bakmam lâzım. Okulu lisede

bırakmışım. “Başaracağım” dedim.

Maddi olarak sadece futbola mı

bağlıydınız?

Evden 1 lira harçlık alırken Gazian-

tep’e gittiğimde 15 bin lira para

koydum cebime. Nasıl seviniyorum.

Hemen ağabeyimle teyp aldık bin

liraya… Bir kulaklık onda, biri bende

12 saat teyp dinleyerek Ankara’ya

geldik. Şartlar bu…Malzeme sıkın-

tısı var kulüplerde. O zaman lojma-

nımız Gaziantep’in dışındaydı.

Kulüpte yemek çıkmazdı. Otobüs-

lerle giderdik deplasmanlara.

Otobüsün arasında yatarak giderdik

maçlara… Çok zor şartlardı. Benim

bir resmimvar. Çamurdan bir tek

gözlerimgözüküyor. Böyle saha-

larda çalıştık.

Statlar nasıldı?

Adana’ya Spor Yazarları Kupası’na

gittiğimiz zaman ışıklandırmalı

sahada oynuyoruz diye sevinirdik.

3-4 takımTSYD Kupası’nda oynu-

yorduk. O ışığın altında oynamak

bizi acayipmotive ediyordu. Acayip

havaya giriyorduk. İyi oynamak için

elimizden geleni yapıyorduk.

Büyük sahalara gittiğimizde en iyi

oyunumuzu oynardık. Çünkü

futbolcular bunlara lâyık.

İyi sahalarda oynamalılar. …

Bu şartları yaşayan bir futbol

adamı olarak bugünkü şartları

nasıl değerlendiriyorsunuz?

Futbolcunun bir defa meslek sevgi-

sinin olması lâzım. 18 yaşında Millî

Takım’a gelen arkadaşlar var.

Bir 18 daha oynasan 34-35…

Kalecinin 38… Akıllı olacak. Şu anki

şartlar sülalesini kurtarır. İyi bir

yatırımla kurtarır. İyi bir yaşam

koçu seçmeli… Bu abisi olur, babası

olur, güvendiği bir büyüğü olur…

Parasını da iyi değerlendirirse ömür

boyu rahat eder. Bizimdönemi-

mizde inanın eğitim eksikliği de

çoktu. Ben futbolu bıraktım; kaleci

antrenörümhiç olmadı. Şimdi bu

kadar güzel ortam; her şehrimizde

artık statlar muazzam. Şehirlerdeki

sosyal yaşamgüzel. Ha İstanbul,

ha Hakkari… Bir antrenör ve

futbolcu olarak yaşam aynı olmalı.

Ev, idman sahası… O kadar… Başka

ne yapacak? İstanbul’da oturan en

fazla biraz denizi görür. Şimdi artık

oyuncuları 09.00’da çağırıyoruz;

akşamyemeğine kadar orada tutu-

yoruz. Tesisler olsun, malzeme

olsun her şeymüthiş gelişme

içinde. Hasan Doğan Millî Takımlar

Kamp ve EğitimTesisleri muazzam.

Buranın eski halini biliyorum. Şimdi

6 tane saha var. Teknik direktörlük

kursuna burada katılıyorum. Yani

futbolcu sadece işine odaklanacak.

Ailesiyle düzgün bir yaşantısı ola-

cak ve 35 yaşına kadar böyle yaşa-

yacak. Buna katlanmayacak, zevkle

yapacak. Çünkü günde 2 saat ayırı-

yor. Sadece 2 saat. Çift idman olsa

ki haftada iki gündür; 4 saat… 20

saat kendisine kalıyor. Günü 3’e

bölmeli 8’er saatten… İşi, uykusu,

istirahati, sosyal hayatı…

15-16 yaşındaki oyuncuların önüne

bugün inanılmaz paralar konuyor;

her yerde rağbet görüyorlar. Boca-

lamaları da aslında normal. Sizin bu

anlattıklarınızı 18 yaşındaki genç

ne kadar algılayabilir? Bu ortamlar

sizce oyuncuları nasıl etkiliyor?

Şimdi her şeyin bir zorluğu var.

Ne diyorlar? Bütün futbolcular o

dönem fakir aile çocuklarıydı. Şimdi

değişti. Zengin aile çocukları da

futbol oynuyor. Ama o zaman

çocukların başka kurtuluşu yoktu.

Mahallede top oynuyordu. Abisi,

büyüğü elinden tutup takıma

yazdırıyordu. Anneler-babalar

futbola karşıydı. Biz de kaçak

oynardık. Ayakkabımız yırtılırdı,

babamız kızardı. Annemiz çamaşır-

dan sebep kızardı. Sosyal aktivite

yoktu. Şimdi telefonlar çıktı en

başta… Oyunlar çıktı… Tamamen

teknolojiye dayandı her şey…

Nasihat vermek ve söylemek çok

önemli. 17-18 yaşındaki çocuk algı-

lamıyor. O zamanki parayla şimdiki

para arasında çok büyük fark var.

Bu çevreyle de ilgili. Eğer benim

çevremde akıllı, beni yönlendiren

arkadaşlar edinmezsem olmaz.

Bakar, onun yatırımı var; oraya me-

yillenir. Ama arkadaşları kötüyse

parasını tutamaz… Herkesin bir

yaşamkoçu olmalı. Şimdi tabiî me-

najerlerle yaşamkoçunu ayrı tuta-

64

65