Previous Page  68-69 / 140 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 68-69 / 140 Next Page
Page Background

kuracaktı belki ama 1924-1930 ara-

lığında iki olimpiyat ve bir de dünya

şampiyonluğu kazanan Uruguay’ın

biraz da kendi topraklarındaki ilk

turnuvaya Avrupa’dan pek rağbet

gösterilmemesinin etkisiyle 1934 ve

1938 Dünya Kupalarına katılmama

kararı almasının da bu noktada göz

ardı edilmemesi gerekir.

1934’te de 1938’de de finali oynayan

her iki taraf da Avrupalılardı.

İtalyanlar, iki turnuvada da zafere

ulaşırken, 1934’te Çekoslovakya’yı,

dört yıl sonrasında da Macaristan’ı

devirmişti. Ancak 1950’de Dünya

Kupası bir kez daha Güney Ameri-

ka’da, bu kez Brezilya’da düzenlen-

diğinde Uruguay yeniden şampi-

yonluğa ulaşıyor, ikinci sırayı ise

ev sahibi Brezilya alıyordu.

Dünya Kupası’nın ilk yıllarında bir

turnuva Güney Amerika’da düzen-

lenmekteyken, iki turnuva ise

Avrupa’da sahne almaktaydı. Dola-

yısıyla 1950’nin ardından 1954 ve

1958’de kupaya sırasıyla İsviçre ve

İsveç ev sahipliği yapmıştı.

1954 İsviçre’de, son şampiyon

Uruguay, yarı finale kadar gittiyse

de bu noktada Macaristan’a diş

geçirememişti. Uruguay ardından

üçüncülükmaçında da Avustur-

ya’ya kaybedince şeref kürsüsünün

tümbasamakları Avrupalılara

kalmıştı (hatırlanacağı üzere

finalde Federal Almanya,

Macaristan’ı 3-2 mağlup etmişti).

Bu noktaya kadar, düzenlenen beş

Dünya Kupası’nın beşinde de kupa,

oynandığı kıtada kalmıştı. Avru-

pa’nın da organizasyona daha fazla

ev sahipliği yapmasından ötürü de

haliyle beş turnuva sonunda üstün-

lük Avrupa tarafına geçmişti. Ancak

1958’de İsveç’te düzenlenen Dünya

Kupası’na Brezilya’nın 17 yaşındaki

Pele ile birlikte damgasını vurması

sonrasında işler değişecekti. Aynı

Brezilya, dört yıl sonra Şili’de üst

üste ikinci Dünya şampiyonluğunu

kazanırken sadece kendisi değil,

Güney Amerika futbolu adına da

çok önemli bir zafer elde ediyordu.

Zira bu sayede dünya şampiyonluk-

ları sayısında Güney Amerika,

Avrupa’ya 4-3 üstünlük sağlaya-

caktı ve sonraki yarım asırda da

bu alanda Avrupa’nın gerisine hiç

düşmeyecekti.

Brezilya’nın 1962’de kazandığı bu

şampiyonluk sonrasında kupa uzun

yıllar bir Avrupa’ya bir Güney

Amerika’ya gidip gelecekti. Bunda

elbette turnuvanın artık iki kez Av-

rupa’da, bir kez Güney Amerika’da

düzenlenmesi yönündeki teamülün

terk edilmesinin payı vardı. 1962

sonrasında kupa artık bir sefer

Avrupa’da, bir sefer ise Kuzey veya

Güney Amerika’da oynanmaktaydı.

Ve evet, tahmin edilebileceği gibi,

Brezilya’nın 1958’de yaratmış ol-

duğu istisna haricinde kupa hangi

tarafta düzenleniyorsa, o tarafta

kalıyordu. Buna göre 1970’te Bre-

zilya, 1978 ve 1986 Arjantin, 1994’te

de Brezilya, Güney Amerika adına

Dünya Kupası’nı kazanırken,

1966’da İngiltere, 1974 ve 1990’da

Federal Almanya, 1982’de İtalya ve

1998’de Fransa, Avrupa’nın dünya

şampiyonları oluyordu.

2002’den sonra

duraklama devri başladı

2002’de Dünya Kupası’nın Güney

Kore-Japonya ortaklığında düzen-

lenecek olmasıysa, kupanın düzen-

lendiği kıtada kalması efsanesinin

biteceğinin bir göstergesi sayılırdı.

Zira Asya’dan bir takımın turnuvayı

kazanmasını neredeyse kimse

beklemiyordu ve favoriler de yine

Avrupa ile Güney Amerika’dandı.

Nitekim turnuva sonunda da kupayı

kucaklayan taraf Brezilya oldu.

Böylece Güney Amerika takımları

da Avrupalılara karşı şampiyonluk

sayılarında bir kez daha öne

geçiyor, durumu 9-8 yapıyordu.

Ne var ki bu şampiyonluk, Güney

Amerikalılar adına bir tıkanma

noktası olacaktı. Öyle ki o günden

sonra düzenlenen üç Dünya Ku-

pası’nda da mutlu sona ulaşanlar,

Avrupalılar oldu. Dahası, bu turnu-

valarda altı finalistten sadece biri ve

12 yarı finalistten de üçü Güney

Amerika’dandı. Avrupa, Güney

Amerika karşısında öne geçtiği gibi

farkı da açmaya başlamıştı.

Normalde bu tip duraklamalar veya

tıkanmalar, belli bir dönemde çok

kaliteli oyuncunun çıkmaması ne-

deniyle görünse de bu kez ortada

böyle bir durumda yoktu. Aksine

Arjantin’in elinde Messi gibi bir

süper yıldız vardı. Uruguay belki de

tarihinin en iyi hücumortaklığı olan

Suarez-Cavani ikilisine sahipti.

Brezilya ise 2006’da Ronaldo,

Adriano, Ronaldinho ve Kaka gibi

oyuncuları varken günümüzde

bu alanda sadece Neymar’a sahip

olmasıyla biraz gerilemiş gibi

gözükse de Sambacılar özellikle

savunma hattında Dani Alves,

Thiago Silva, David Luiz ve Marcelo

gibi son yıllarda dünyanın alanın-

daki en gözde isimleri olmuş

futbolcuları da kadrolarında

barındırmaktaydı.

Kaldı ki geçmişte de bu takımlar

sadece yıldız bolluğu sayesinde

Dünya Kupalarında zirveye çıkma-

mıştı. Arjantin, 1986’da Dünya

Kupası’nı kazanırken Maradona

haricindeki tek büyük şöhretli

oyuncusu, 31 yaşındaki Valda-

no’ydu. O kadrodaki Brown, Olarti-

cochea, Cuciuffo ve Pasculli gibi

oyuncuları bugün çoğu kişinin ha-

tırlamaması bir yana, günümüzde

Arjantin’in Messi haricinde bile

Agüero, Tevez, Di Maria, Higuain gibi

yıldızları bünyesinde toplamasına

rağmen sonuca gidememesi de

Güney Amerika futbolundaki

sorunun çok çetrefilli olabileceğine

işaret etmekte. Keza Brezilya’nın da

1994’te Dünya Kupası’nı kazandı-

ğında ilerideki Romario ve Bebeto

ikilisi haricinde dünyayı peşinde

koşturan oyunculara sahip

olduğunu iddia etmek güçtü ama

onlar da çok sağlamcı bir oyun

anlayışı sayesinde bu durumun

bir dezavantaj olmasının önüne

geçebilmişlerdi.

Kulüpler düzeyinde, Avrupa ile

Güney Amerika arasındaki denge-

nin özellikle son 20 yılda ciddi bir

biçimde bozulduğu bir gerçek.

1990’ların ortalarına kadar, özellikle

Brezilya ve Arjantin takımlarında,

Avrupa’nın büyük takımlarında-

kine denk düşecek seviyede yıldız

oyuncular bulunurdu. Hatta Şampi-

yon Kulüpler Kupası ile Libertado-

res Kupası şampiyonlarını karşı

karşıya getiren Kıtalararası Kupa’da

da 1990’ların ortasına kadar Güney

Amerika ekipleri 19 zafer kazan-

mışken Avrupalılar 11 kez mutlu

sona ulaşabilmişti.

1990’ların ortasında Bosman Kanu-

nu’nun yürürlüğe girmesiyle bir-

likte Avrupa takımları kadrolarını

çok daha geniş bir oyuncu havu-

zundan seçme şansını yakalayınca

kulüpler düzeyinde Güney Ame-

rika’nın etkisi hızla azalacaktı.

Ancak bu durumun, millî takımlar

düzeyinde bir etkisi olduğunu iddia

etmek de pekmümkün değil zira

yeni düzende, Güney Amerika’nın

en önemli yıldızları da Avrupa’nın

en önemli kulüplerinde, eskiye

kıyasla çok daha fazla şans

bulmaya başladı.

Özellikle Güney Amerikalıların

büyük bir kısmının dedelerinin

zamanında Avrupa’dan göç etmiş

olması nedeniyle, Avrupa kulüpleri,

bu Güney Amerikalı futbolculara

İtalyan, İspanyol veya Portekiz

vatandaşlığı çıkartıp onları da

yabancı sınırlamalarının dışında

tutabildiği için bu sayede Güney

Amerika’nın Avrupa kulüpleri adına

eskiye kıyasla çok daha cazip bir

oyuncumadeni haline geldiği dahi

söylenebilir. Hatta perspektifi daha

da genişletip, başta Meksika olmak

üzere diğer Lâtin Amerika

coğrafyasına baktığımızda da

günümüzde bu ülkelerden,

üst düzey Avrupa kulüplerinde çok

sayıda oyuncu olduğunu görüyoruz.

Öyle ya, iki senedir Avrupa’nın en

büyüğü olan Real Madrid’in

kalesinde bile bir Kosta Rikalı olan

Keylor Navas oynuyor. Dolayısıyla

Lâtin Amerikalı futbolcular aslında

eskiye nazaran günümüzde üst

düzey futbolun çok daha fazla

içerisinde yer alıyor. Fakat buna

rağmen iş Dünya Kupalarında

başarıya gelince, son üç turnuvada,

Arjantin’in oynadığı bir final

haricinde elle tutulur bir başarı

olduğunu iddia etmek çok güç.

2002 sonundaki tabloyu ve

2006’dan itibaren olanları biraz

daha detaylı hatırlamak gerekirse;

Brezilya’nın şampiyonluğuyla

sonuçlanan 2002 Dünya Kupası’nın

ardından dünya şampiyonlukları

sayısında Brezilya beş defayla ilk

sıradaydı. Onu üçer şampiyonlukla

Almanya ve İtalya takip ederken,

Arjantin ile Uruguay’ın da ikişer

şampiyonluğu bulunuyordu.

Fransızlar ve İngilizlerin de

turnuvada birer zaferi vardı.

Pele ve Didi’li Brezilya, İsveç 1958’de “Kupa düzenlendiği

kıtada kalır” geleneğine son vermeyi başarmıştı.

Lâtin Amerika, 2002’de Brezilya’nın kazandığı Dünya Kupası’ndan

bu yana yeni bir zafare hasret çekiyor...

68

69