

kadronun, EURO 88’de artık şeyta-
nın bacağını kırması bekleniyordu.
Ne var ki söz konusu turnuvanın ilk
tur gruplarında SSCB, Hollanda ve
İrlanda’ya rakip olan İngilizler,
oynadıkları üç maçtan da yenilgiyle
ayrılarak büyük bir fiyaskoya imza
atacaklardı. Bu fiyasko sonrasında
çoğu İngiliz artık iki yıl sonra
İtalya’da düzenlenecek olan Dünya
Kupası’ndan da umudunu kesme
noktasına gelmişti. Bu, Heysel
faciası sonrasında aldıkları ceza ta-
mamlanmadan önce düzenlenecek
son uluslararası turnuvaydı ve
kulüpler düzeyinde uğradıkları
tecridin acısını çıkarmaları için de
önlerindeki son şanstı.
Ancak İngilizlerin sınırlarının dışına
çıkabilmesi için sıra dışı bir oyun-
cuya da sanki ihtiyacı vardı. Yakın
geçmişte Arjantin, Maradona ile
böyle dünya şampiyonu olmuş, ha-
keza Hollanda van Basten ve Gullit,
Fransa da Platini ile böyle Avrupa
şampiyonluğuna ulaşmıştı. Zaten
İngilizlerin tek dünya şampiyonlu-
ğunda da Bobby Charlton benzer bir
role soyunmuştu. Tek başına büyük
maç alabilecek, işler kötü giderken
bir anda şapkadan tavşan çıkarabi-
lecek bir yıldızdı lâzımolan. Lâkin
yıllardır çok sayıda üst düzey
oyuncu yetiştirmekte olan İngiliz-
ler, bu oyunculardan bir-ikisini
belki de o son ve en yüksek
seviyeye çıkartamadıkları için
uluslararası turnuvalarda hep
sukutu hayale uğruyorlardı.
İtalya 90 ile parlayan yıldız
İngilizler beklediği o yıldıza, İtalya
90’da sanki kavuşuyor gibiydi.
Takımın orta sahasında hücuma
yönelik görev yapan tıknaz, kırmızı
suratlı bir genç, topla her buluşma-
sında alışılmış İngiliz futbolculardan
çok farklı bir stilde olduğunu gös-
termekteydi. Son derece keskin bir
zekâya sahip olan 19 numaralı
oyuncu paslarıyla serseme çevir-
diği rakip savunmaları driplingle-
riyle de yerlerde süründürebiliyor,
uzaktan çektiği sert ve isabetli şut-
larla da karşısındaki kalecilerin kâ-
buslar görmesine yol açabiliyordu.
Böylesine zeki ve ele avuca sığmaz
bir oyuncuya uzun yıllardır değil
İngilizler, Güney Amerikalılar hariç
dünyada neredeyse kimse sahip
olmamıştı. Bu genç oyuncu, iki yıl
önce Newcastle United’dan Totten-
ham’a geçen ve yavaş yavaş Ada’da
adından söz ettirmeye başlayan
Paul Gascoigne’den başkası değildi.
Yine de İngilizler, Gascoigne’in etkili
oyununa karşın turnuvada sonuca
gitmekte zorlanıyorlardı. İlkmaçla-
rında İrlanda ile 1-1 berabere kal-
mışlardı. Ardından da Hollanda
önünde golsüz bir beraberlik elde
etmişlerdi. Aslında iki yıl önceki
Avrupa Şampiyonası’nda bu iki
takımla da oynadıkları maçları kay-
betmişlerdi ve o bakımdan ensenin
fazla da karartılmaması gerekirdi.
Nitekim İngiltere sonmaçında
Mısır’ı 1-0 yendi ve grubunu lider
tamamladı. Galibiyeti ve liderliği
getiren golde MarkWright’a asisti
yapan isimde Gascoigne’di.
İngiltere, ikinci turda, bir önceki
Dünya Kupası’nda dördüncü olan
Belçika ile eşleşirken ortaya yine
hayli zorlu bir mücadele çıkmıştı.
90 dakika golsüz tamamlanırken
uzatmaların da büyük bölümünde
top üç direk arasından geçmemişti.
Artık hemen herkesin penaltı atış-
larını beklediği esnadaysa Gasco-
igne kendi yarı sahasından aldığı
topla müthiş bir driplinge kalkıyor
ve rakip yarı sahanın ortasında
deyimyerindeyse “yaka paça” dur-
duruluyordu. Kazanılan frikikte de
topun başına geçen Gascoigne,
barajın üzerinden ceza sahası içine
çok güzel bir şandel pas atacak ve
David Platt de bu topu nefis bir
voleyle ağlara göndererek İngil-
tere’yi çeyrek finale taşıyacaktı.
Çeyrek finalde de Gascoigne en çok
ön plana çıkan isimlerden biri
olacaktı. İngiltere’nin, turnuvanın
sürpriz takımı Kamerun ile karşı
110
111
karşıya geldiği eşleşmede önce Ka-
merunlu Milla’ya yaptığı bir müda-
hale neticesinde rakibinin penaltı
ve akabinde gol kazanmasına yol
açan Gazza, normal süresi 2-2 biten
maçın uzatma bölümündeyse
Lineker’ı çok güzel bir arapasla
rakip savunmanın arkasına kaçıra-
cak ve golcü oyuncu da Kamerun
file bekçisi N’Kono tarafından
düşürülünce bu kez İngilizler
penaltı kazanacak ve atışı
Lineker’ın gole çevirmesiyle de
maçı 3-2 galip tamamlayarak yarı
finale yükselen taraf olacaklardı.
İngiltere, yarı finaldeyse Federal
Almanya ile bu kez 120 dakika
içerisinde dahi yenişemeyecekti.
1-1 tamamlananmücadele sonrası
penaltı atışlarına geçilmiş, burada
da Almanya rakibine 4-3 üstünlük
sağlayarak finaldeki yerini ayırt-
mıştı. 1966’daki dünya şampiyon-
luğu sonrasında İngilizler ilk kez bir
Dünya Kupası’nda yarı final oynu-
yorlardı ve finale çıkmalarına da
ramak kalmıştı. Ancak o son ker-
tede talih, İngilizlerden yana değildi.
Maçta hafızalara en çok kazınan
görüntülerden biriyse, uzatmaların
başlarında sarı kart görüp cezalı
duruma düşen Gascoigne’in uzun
süre gözyaşları içerisinde maça
devam etmesiydi. İlginçtir, bu
durum, genç oyuncunun ülkesin-
deki popülaritesinin de bir anda
katlanarak artmasına yol açacaktı.
En nihayetinde İngiltere, İtalya 90’ı
dördüncülükle tamamlamıştı. Kupa
bir kez daha hayallerde kalmıştı
belki ama sonuçta son 24 yılın en iyi
derecesi de elde edilmişti. Gözlerin
üzerine en çok çevrildiği isimse hiç
şüphesiz Gascoigne’di ve toyluk
dönemindeki oyuncunun yakın
gelecekte yeterli tecrübeyi
kazanması sonrası İngilizler için
Dünya Kupası’nın artık hayal
olmaktan çıkabileceğini düşünen-
lerin sayısı hiç de az değildi.
Sorunlarla geçen
çocukluk yılları
Bu noktada isterseniz filmi en ba-
şına saralımve Gascoigne’in İtalya
90’a gelene kadar yaşadıklarını kı-
saca hatırlayalım. 27 Mayıs 1967’de
Gateshead’de doğan Paul John Gas-
coigne, adını ünlü Beatles grubunun
üyelerinden Paul McCartney ve
John Lennon’dan almıştı. Yoksul bir
ailenin çocuğu olan Gascoigne’in
babası inşaat, annesi ise fabrika
işçisiydi. Kısmen yoksulluğun da
etkisiyle sorunlu bir çocukluk geçi-
ren Gascoigne’in yaşantısının bu
erken döneminin aslında sonrası
için bir ayna görevi göreceğini o
günlerde elbette kimse bilemezdi.
Gascoigne’in babası sara hastasıydı
ve ara ara krizler geçirmeye de baş-
lamıştı. Bu durumun da küçük ço-
cuğun psikolojisi üzerinde olumsuz
bir etkisi olduğu yadsınamazdı.
Daha da kötüsü, Gascoigne 10 ya-
şındayken, yakın bir arkadaşının
kardeşinin bir arabanın çarpması
sonucunda ölmesine tanıklık et-
mişti ve bu da onun ruh sağlığını
hayli olumsuz yönde etkilemişti.
Birkaç yıl sonraysa bir başka arka-
daşı bir inşaatta çalışırken geçirdiği
iş kazasında hayatını kaybettiğin-
deyse belki de Gascoigne’in
zihninde oluşan yaralar artık onarı-
lamaz hale gelmişti. Gascoigne,
15 yaşına geldiğinde ailesine maddi
destek sağlama gayesiyle profesyo-
nel futbolcu olmaya karar vere-
cekti. Aslında Gazza yaklaşık iki
yıldır Newcastle United’ın altyapı-
sında yer almaktaydı. Ancak disip-
linsizliği ve fazla kiloları nedeniyle
hocalarının kendisinden pek ümitli
olduğu söylenemezdi. Fakat mev-
zubahis kararı vermesi sonrasında
Gascoigne, işini azıcık ciddiye
alması halinde yapabileceklerinin
çok ama çok fazla olduğunu kısa
süre içinde gösterecekti. 17 yaşın-
dayken Newcastle genç takımı ile
gençler düzeyindeki Federasyon
Kupası olan FA Youth Cup’ı kazanan
Gazza, 18’ine geldiğinde de New-
castle’ın A takımına yükselecekti.
Genç yaşta transfer
rekortmeni
1985-86 sezonu, genç oyuncunun
Newcastle’da geçirdiği ilk tam se-
zonu olurken, siyah-beyazlı takım
ligi orta sıralarda bitirse de dokuz
gol atan Gazza, ülkede en çok parla-
yan gençlerden biri haline geliyordu.
Gascoigne aynı zamanda takımının
Beardsley’den sonra en skorer
ikinci oyuncusuydu. Sonraki iki se-
zonda da Newcastle orta sıralardan
kurtulamazken, Gascoigne gelişi-
mini sürdürüyordu. Bunun netice-
sinde de 1988 yazında Tottenham,
21 yaşındaki oyuncuyu, o zamanın
Britanya transfer rekoru olan 2.2
milyon sterlin karşılığında renkle-