

Henry gibi bir oyuncunun bu kıtlık
içerisinde şans bulması aslında bir
bakıma kaçınılmazdı.
Öte yandan 1998 Dünya Kupası,
Fransa adına son derece kritik bir
dönemeçti. Fransızlar, o ana kadar
gelmiş geçmiş en büyük yıldızları
olan Michel Platini’nin fırtına gibi
estiği 1980’lerde bir kez Avrupa
şampiyonu olurken Dünya Kupala-
rında da peş peşe iki kez yarı final
oynamışlar, bunlardan sonuncu-
sunda bir de üçüncülük elde etmiş-
lerdi. Ancak Platini’nin futbolu
bıraktığı 1987’den sonraki dört
büyük turnuvadan sadece 1992
Avrupa Şampiyonası’na katılabil-
mişler ve onda da gruplardan çıka-
mamışlardı. EURO 96, Fransızlar
adına umut verici başladıysa da
onda da yarı finalde penaltılarla Çek
Cumhuriyeti engeline takılmışlardı.
Dünya Kupaları özelindeyse tablo
çok daha dramatik bir hal alıyordu.
Zira Fransa elemelerde grubunda
ilk sekiz maçında 19 puan toplaya-
rak liderliğe yerleşmişti ve kalan iki
maçında da iki takımın doğrudan
çıkacağı grupta ilk ikide yer alabil-
mesi için bir puan alması yeterli
olacaktı. Üstelik Fransızlar söz ko-
nusu son iki maçı Paris’te oynaya-
caklardı. Hatta rakipleri olan İsrail
ve Bulgaristan’dan ilki, iddiasını
çoktan yitirmişti. Ne var ki, Dünya
Kupaları elemelerinde görülmüş en
acı sürprizlerden biri Fransa’yı
beklemekteydi.
13 Ekim 1993’te İsrail’le oynanan
karşılaşmanın ilk yarısı 2-1
Fransa’nın üstünlüğüyle tamam-
lanmıştı. Fransızlar maçın son anla-
rına kadar bu üstünlüğü korurken
83’te Berkovitz skora dengeyi getir-
mişti. Yine de 2-2’de Fransa, Dünya
Kupası vizesi alabilecekti. Fakat son
dakikada Atar, İsrail’in galibiyet
golünü atınca hesaplar karıştı. Buna
göre 17 Kasım’da Fransa’nın Bulga-
ristan ile yapacağı maçta yine bir
puana ihtiyacı vardı belki ama
rakibi de potaya girmişti ve Bulgar-
ların alabileceği bir galibiyet, onları
Fransa’nın üzerine çıkartacaktı.
Bu şartlar altında başlayanmüca-
delede Fransızlar Cantona ile 1-0’lık
üstünlüğü yakaladıysa dahi ilk yarı
Kostadinov’un golüyle 1-1 sona
ermişti. Fransa bir şekilde ikinci
45 dakikayı da 1-1’e bağlayıp tüke-
tecekti belki ama duraklama daki-
kalarında İsrail maçındaki senaryo
yeniden sahneleniyor ve son düdük
çalmak üzereyken Kostadinov’un
ağlara giden şutu, Bulgaristan’ı
Dünya Kupası’na taşıyordu.
Böylesine dramatik bir biçimde ka-
çırılan 1994 Dünya Kupası sonra-
sında 1998’in organizasyonunu
Fransa’nın üstlenecek olmasıysa,
Fransızlar adına turnuvanın öne-
mini kat kat daha arttırmıştı. Hem
Platini sonrası dönemde yeniden
başarılı olabileceklerini ispatlama-
ları gerekiyordu hemde 60 yıl ara-
dan sonra ev sahipliğini yapacakları
Dünya Kupası’nda o güne dek elde
edemedikleri bir başarıya ulaşmayı
arzuluyorlardı ki, bu da asgari final
anlamına gelmekteydi. Hal böyle
olunca oyuncuların üzerine de
azami bir yük binecekti.
Thierry Henry, henüz 20 yaşında
olmasına karşın böylesine bir bas-
kının altından kalkabileceğini daha
ilkmaçtan gösterecekti. Takımının
Güney Afrika’yı 3-0 yendiği ilk grup
maçında bir gole imza atan genç yıl-
dız, Suudi Arabistan’a karşı 4-0 ka-
zanılan ikinci maçta da iki kez
fileleri havalandırıyordu. Gruptaki
sonmaçta Danimarka’ya karşı ilk
on birde maça başlamasa da sonra-
dan süre alan Henry, ikinci turda
Paraguay ile oynanan ve Fransa’nın
uzatmalarda 1-0 kazandığı müca-
deledeyse maça başlamış fakat
ikinci yarıda kenara çekilmişti.
Bundan sonra kalan üç maçtaysa
Henry, teknik direktör Jacquet ta-
rafından hep yedek oyuncu olarak
tercih edildi. Fransızların Brezilya
karşısındaki 3-0’lık zaferiyle so-
nuçlanan ve tarihlerine en büyük
başarıları olarak yazılan final ma-
çındaysa Jacquet genç öğrencisin-
den hiç yararlanmadı. Elbette
kazanan her daimhaklı olduğun-
dan Jacquet’nin bu tercihi üzerinde
korkunç tartışmalar yaşanmadı
fakat son üç maçta, turnuvayı
tek bir gol atamadan kapatan
Guivarc’h’ın Henry’ye yeğlenmiş
olması da futbol kamuoyunun
aklında birtakım soru işaretleri
bıraktı.
50
51
tından geçmesi halinde Mona-
co’nun genç takımında yerinin
hazır olduğunu söyleyecekti.
Böylece Henry hemülkenin en
önemli futbol akademisinde eğitim
görme fırsatını yakalıyor hemde
Avrupa’nın önde gelen kulüplerin-
den birinin genç takımına katılma
şansını elde ediyordu.
Clairefontaine’de geçen bir yıl
sonrasında söz verildiği gibi
Monaco’nun genç takımına katılan
Henry, burada da çok geçmeden
kendi jenerasyonu içinde en çok
umut beslenen oyuncu haline gele-
cekti. 1994-95 sezonuna gelindi-
ğinde de henüz 17 yaşındayken A
takıma yükseliyordu. O dönemMo-
naco’yu çalıştırmakta olan Arsene
Wenger, sürati ve dripling becerisi-
nin de etkisiyle onu ilk olarak sol
açıkta görevlendirmeye başlamıştı.
Henry, Monaco’daki ilk sezonunda
ligde sadece sekiz maçta görev
yapmasına karşın üç kez gol se-
vinci yaşıyordu. İkinci sezonun-
daysa ligde ve kupalarda toplam
22 kez sahaya çıkarken yine üç defa
ağları havalandıracaktı. Genç
oyuncu asıl çıkışınıysa 1996-97
sezonunda gerçekleştirdi. Ligde 36
maçta dokuz kez fileleri havalandı-
ran Henry, takımının Anderson ve
Ikpeba’dan sonra en golcü üçüncü
ismi oluyor ve Prenslik ekibinin
Ligue 1’de şampiyon olmasında da
baş aktörlerden biri haline
geliyordu. Zaten sezon sonunda
ligin en iyi genç oyuncusu ödülüne
de lâyık görülecekti.
1997-98 sezonuyla birlikte Henry,
uluslararası düzeyde de adından
fazlasıyla söz ettiren bir oyuncuya
dönüşecekti. Monaco ile birlikte
Şampiyonlar Ligi’nde boy gösteren
genç yıldız, takımının Sporting,
Bayer Leverkusen ve Lierse ile
birlikte mücadele ettiği ilk turda
oynadığı altı maçta altı gol atarak
Avrupa’nın en çok parlayan birkaç
genç oyuncusundan biri olduğunu
net bir şekilde gösteriyordu. Onun
bu golleri sayesinde grubunu lider
tamamlayan Monaco çeyrek final-
deyse Manchester United ile eşleş-
mişti. Sahasındaki ilkmaçta golsüz
bir beraberlik elde eden Monaco,
Old Trafford’daki rövanştaysa 90
dakikayı 1-1’lik skorla tamamla-
mayı başarıyor ve böylece dev
rakibini saf dışı bırakarak adını yarı
finale yazdırıyordu.
Ancak Monaco’nun çıkışı bu
noktayla sınırlı kalacaktı zira yarı
finalde eşleştikleri Juventus’a,
Torino’daki ilkmaçta üçü Del Piero
ve biri de Zidane’dan gelen goller
sonucunda 4-1 mağlup olacaklardı.
Her ne kadar Monaco evindeki
ikinci maçı 3-2 kazansa ve Henry
bumaçta da bir gol atsa da bu elen-
melerine engel olamamıştı. Yine de
Henry, Şampiyonlar Ligi’nde sezonu
yedi golle tamamlayarak gol krallığı
yarışında Del Piero’nun ardından
kendisine ikinci sırada yer bul-
muştu ki, 20 yaşındaki bir oyuncu
için geldiği bu nokta gerçekten de
muazzamdı. Göstermiş olduğu bu
etkileyici performans, onunmillî
takımla Dünya Kupası’nda boy
gösterme fırsatını yakalamasını da
sağlayacaktı.
20 yaşında dünyanın
zirvesinde
Henry, milli formayı ilk olarak 11
Ekim 1997’de Güney Afrika ile oy-
nanan hazırlıkmaçında giymişti.
Henry’nin sekiz ay sonraki Dünya
Kupası kadrosunda yer alması,
tecrübesizliği nedeniyle pek kolay
olacağa benzemese de Fransızlar
o dönem ciddi bir forvet sıkıntısı
içerisindeydi. Ülkenin son yıllardaki
en büyük golcüsü Jean-Pierre
Papin, 1995’te millî takımı bırak-
mıştı. Papin’le birlikte bir diğer
büyük yıldız Eric Cantona da aynı
dönemde, millî takım çalıştırıcısı
Aime Jacquet ile yaşadığı anlaş-
mazlıklar neticesinde millî forma-
dan uzak kalmıştı. Dahası Cantona
1997’de aktif futbol hayatına da
noktayı koymuştu. Fransa Ligi’nde
1990’ların orta döneminde Roger
Boli, Patrice Loko, Nicolas Ouedec
ve Stephane Guivarc’h gibi gol kral-
ları çıkmıştı belki ama millî takım
bu oyunculardan neredeyse hiç
verim alamamıştı. Dolayısıyla
geleceği çok parlak olarak görülen
Trezeguet ve Henry, Monaco günlerinde...