Previous Page  108-109 / 146 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 108-109 / 146 Next Page
Page Background

Ajax’ta nokta koymak üzere ülke-

sine döndü.

Sarı Fare, ilerlemiş yaşına rağmen

ikinci Ajaxmacerasına da harikalar

yaratarak başladı. 1981-82 sezonu-

nun ikinci yarısında katıldığı takı-

mında ayağının tozuyla bir lig

şampiyonluğu yaşadı. Ertesi yıl da

Ajax, Cruyff’un önderliğinde hem

ligi hemde kupayı kazanacaktı.

Ancak peri masalı o sezonun biti-

miyle son bulacaktı çünkü kontra-

tını uzatmak isteyen Cruyff’a Ajax

jübile teklif etmekle yetinmişti.

Bu duruma çok sinirlenen Cruyff,

Ajax’ın baş düşmanı Feyenoord’a

transfer olarak kariyerindeki nadir

eksikliklerden biri olan “ülke futbol

tarihinin en sansasyonel transfe-

rine imza atan kişi olma” unvanını

da elde etmiş bulunuyordu.

Az önce ‘peri masalı son bulacaktı’

derken kast ettiğimiz Sindrella,

Cruyff değil Ajax’tı aslında. Zira

Cruyff, Feyenoord’da geçirdiği kari-

yerinin son sezonunda takımını

çifte kupaya taşımayı başarmıştı.

Bu ilginç sezonla birlikte Cruyff

aktif futbolculuk hayatını nokta-

ladı. Ardında bıraktığı başarılar kı-

saca şöyleydi: Bir Dünya Kupası

finalistliği, üç Şampiyon Kulüpler

Kupası, bir Kıtalararası Kupa, bir

Avrupa Süper Kupası, dokuz Hol-

landa Ligi Şampiyonluğu, bir İs-

panya Ligi Şampiyonluğu, altı

Hollanda Kupası, bir İspanya Kral

Kupası, üç defa Avrupa’da Yılın Fut-

bolcusu, iki defa da Hollanda Ligi

gol kralı.

Teknik adamlıktaki

ilk yıllar

Johan Cruyff, her ne kadar aktif

teknik direktörlüğe 1996’da noktayı

koymuş olsa da daha sonrasında

2009-2013 yılları arasında Kata-

lunya karmasının başında sembo-

lik olarak görev almış, 2 Ocak 2013

tarihinde de Katalunya karmasıyla

Nijerya arasında oynananmaçta

teknik adamlıktaki jübilesini

yapmıştı. Bu olayın ardından

TamSaha’da, kendisinin teknik

adamlığıyla ilgili yayımladığımız

yazıda şu ifadelere yer vermiştik:

“İyi futbolcu olmak zor iştir. İyi tek-

nik direktör olmak da en az o kadar

zordur. Hem iyi futbolcu hemde iyi

teknik direktör olmaksa belki de

futbol dünyasında ulaşılması en

güç mertebedir. Öyle ki dünyanın

gelmiş geçmiş en büyük futbolcu-

ları listesine şöyle bir göz atıldığı

zaman, teknik adamlık kariyerinde

de aynı başarıları sürdürmüş isim-

leri neredeyse cımbızla ayıklamak

gerekmektedir.

Örnek vermek gerekirse tüm za-

manların en büyük iki futbolcu-

sundan Pele, aktif futbolculuk

yaşantısını noktalamasının ardın-

dan teknik direktörlüğün T’siyle

dahi alâkadar olmamış ve hiçbir ta-

kımı çalıştırmamıştır. Diego Mara-

dona’ysa bu işe heves etmiştir

etmesine ama Racing Club, Arjan-

tin Millî Takımı ve El Vasl macera-

larının hepsi fiyaskoyla

sonuçlanmıştır. Eusebio, George

Best, Garrincha ve Socrates gibi

isimler de bu alanda Pele’nin gittiği

yolu seçip toptan emekliliğin tadını

çıkarmaya çalışmıştır. Maradona

gibi teknik adamlıkta fiyaskolara

imza atan eskinin şöhretleri içeri-

sinde ilk akla gelenlerinse;

Fransa’yı 1990 Dünya Kupası’na

götüremeyen, 1992 Avrupa Şampi-

yonası’nda da ilk turdan sonrasına

taşıyamayan Michel Platini; tek

menajerlik deneyiminde Preston

North End’i küme düşüren Bobby

Charlton; Hollanda Millî Takımı,

Ajax ve Heerenveen’deki deneyim-

lerinde hiçbir başarı elde edemeyen

Marco van Basten olduğu söylene-

bilir.

Öte yandan zıt yönde verilebilecek

örnekler de elbette yok değil. Franz

Beckenbauer ve Mario Zagallo,

Dünya Kupası’nı hem futbolcu hem

de teknik adam olarak kazanmayı

başarmıştır. Alfredo Di Stefano

teknik adamlık kariyerinde Valen-

cia’ya hem lig hemde Kupa Galip-

leri Kupası şampiyonlukları

yaşatmış, Ferenc Puşkaş da Panat-

hinaikos’u Şampiyon Kulüpler Ku-

pası’nda final oynatmıştır. Ancak

bunlar da dönemlik başarılar olmuş

ve söz konusu isimler zikredildi-

ğinde akıllara hep futbolcu halleri

gelmiştir (Zagallo 40 yıl boyunca

teknik adamlık yaptığı için bu ör-

neğe biraz ters düşebilir belki ama

1970’teki Dünya Kupası zaferi son-

rası 1997’ye kadar 10’un üzerinde

işte çalışmasına karşın tek bir kupa

sahibi Federal Almanya’ydı.

Hollanda, 7 Temmuz 1974’te Mü-

nih’te oynanan finalde, Dünya Ku-

palarında final maçlarında

görülmüş en etkileyici başlangıca

imza atarken santradan itibaren 17

pas yapıyor, 18’inci pasta topu alan

Cruyff’un ceza sahasına girdiğinde

düşürülmesiyle de penaltı kazanı-

yordu. Topun başına gelen Nees-

kens’in atışı gole çevirmesi

sonucunda da top daha Almanlara

değmeden 1-0’lık üstünlüğe ulaşa-

caklardı. Ancak Federal Almanya

da 25. dakikaya gelindiğinde Höl-

zenbein’in kendisini ceza sahası

içinde yere atması üzerine bir

penaltı kazanacak ve bu kez de

Breitner 11 metreden topu filelere

yollayarak skora denge getirecekti.

İlk yarının sonlarında da Gerd Mül-

ler fırsatçılığını konuşturup takı-

mını 2-1 öne geçiriyor ve bu gol

kupayı Federal Almanya’nın ka-

zanmasını sağlıyordu. Finalde ya-

şadığı hayal kırıklığına rağmen

Cruyff çoğu futbolsever tarafından

kupanın en çok parlayan yıldızı

olarak kabul görmüştü. Zaten yıl

sonunda, kariyerinde üçüncü kez

Avrupa’da Yılın Futbolcusu seçil-

mesiyle bu görüşler resmiyet de

kazanmış olacaktı.

1974 sonrasında talih Cruyff’u

yavaş yavaş terk etti ve her sene

ikişer üçer kazandığı kupaları

yavaş yavaş unutur oldu. Barcelo-

na’da 1977-78 sezonunun sonuna

kadar geçirdiği süre içerisinde,

şampiyon oldukları ilk sezonun

sonrasındaki dört sezonda ligi üç

kere ikinci, bir kere de üçüncü sı-

rada tamamladılar. Katalan ekibine

veda ettiği son sezondaysa kazanı-

lan Kral Kupası vedasını anlamlan-

dıran hoş bir ayrıntı oluyordu.

1978’de Cruyff çok tartışmalı bir

karara daha imza attı ve Arjan-

tin’de düzenlenecek olan Dünya

Kupası’nda Hollanda forması giy-

meyeceğini açıkladı. Yıldız oyuncu-

nun askeri cunta yönetimindeki bir

ülkede Dünya Kupası düzenlenme-

sine duyduğu tepkiden dolayı böyle

bir karar aldığı öne sürülmüştü.

Yine de yıllar sonra Cruyff bu iddia-

nın gerçekleri yansıtmadığını açık-

layacaktı. Asıl sebep, turnuvadan

bir süre önce ailesiyle birlikte ken-

dilerine karşı bir kaçırma teşebbü-

sünde bulunulması ve kendisinin

de bundan dolayı yaşadığı psikolo-

jik sorunlardı.

Futbolculuktaki son yıllar

31 yaşındaki Cruyff kariyerinde

artık yavaş yavaş vites küçültü-

yordu ve Barcelona sonrasındaki

durağı, o yıllarda birçok ünlü vete-

ran futbolcununki gibi, ABD ola-

caktı. Cruyff yeni dünyada geçirdiği

iki sene içerisinde Los Angeles Az-

tecs veWashington Diplomats for-

malarını giydi. Ancak ABD’deki

futbol ortamını fazla heyecansız

bulan Hollandalı, 34 yaşında tekrar

Avrupa’nın yolunu tutmaya karar

veriyordu. Önce İspanya’ya uğra-

maya niyetlendi fakat sadece 10

maç süren bir Levante macerasının

ardından futbola başladığı yerde,

108

109