Previous Page  122-123 / 168 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 122-123 / 168 Next Page
Page Background

123

122

Maradona’dan söz açılmışken onun

1980’li yıllarda yeşil sahalarda belki

de en büyük rakibi olan Platini’yi de

es geçmemek gerekir herhalde.

O dönemde kulüpler düzeyinde

Juventus ile neredeyse kazanmadık

kupa bırakmayan Fransız yıldız,

EURO 84’te de beş maçta dokuz gol

kaydederek ülkesini adeta tek ba-

şına Avrupa şampiyonluğuna taşı-

mıştı. Platini’li Fransa ayrıca 1982 ve

1986 Dünya Kupalarında yarı final

de oynamış ve bunların ikincisinde

dünya üçüncülüğünü de elde et-

mişti ki bu başarılar o ana dek

Fransa’nın uluslararası düzeydeki

en önemli başarılarıydı.

Platini, 1987’de aktif futbolculuk ha-

yatını noktalamasından yaklaşık

bir buçuk sene sonra, 1988’in Ekim

ayında, Fransa Millî Takımı’nın ba-

şına getirildi. Kendisinin de eski ho-

cası olan Henri Michel, 1990 Dünya

Kupası elemelerinde Kıbrıs Rum

Kesimi ile oynanan ve 1-1 berabere

bitenmaçtan sonra görevinden ay-

rılmıştı ve sonrasında Fransa Futbol

Federasyonu da tercihini Platini’den

yana kullanmıştı.

Söz konusu elemelerde Fransa’nın

rakipleri Kıbrıs RumKesimi’nin yanı

sıra Yugoslavya, İskoçya ve Nor-

veç’ti. Platini göreve geldikten son-

raki ilkmaçında Yugoslavya

deplasmanına gidiyor fakat onun

yönetimindeki Fransa, maçta iki

kez öne geçmesine karşın sahadan

3-2’likmağlubiyetle ayrılıyordu. Bir

sonraki maçta da deplasmanda

İskoçya’ya 2-0 kaybedilince, takı-

mın Dünya Kupası’na gitme

umutları büyük ölçüde tükenmişti.

Fransa, kalan dört maçında Rum

Kesimi ve İskoçya’yı yenip,

Yugoslavya ve Norveç ile berabere

kaldıysa da bu, grupta ilk ikiye

girilmesi için yeterli olmamış ve

Horozlar, İskoçya’nın bir puan geri-

sinde üçüncü sırada kalmışlardı.

Bu başarısızlığa karşın Fransa

Futbol Federasyonu, Platini’den

umudunu kesmemiş, aksine genç

teknik adama destek çıkmıştı.

Bununmeyveleri de, EURO 92 ele-

melerinde toplanacaktı. Elemelerde

Fransa; İspanya, Çekoslovakya, İz-

landa ve Arnavutluk ile aynı gruba

düşmüştü. Özellikle İspanya ve Çe-

koslovakya’nın varlığı ve gruptan

sadece tek bir takımın turnuvaya

katılacak olduğu (o esnada Avrupa

Şampiyonası sekiz takımdan oluşu-

yordu) düşünüldüğünde Fransızla-

rın işi hiç de kolay değildi. Fakat

Platini’nin öğrencileri grupta adeta

fırtına gibi esiyor ve oynadıkları

sekiz maçın tamamını kazanarak

rahat bir biçimde grup liderliğini

elde ediyorlardı.

1980’lerde ve 1990’larda futbol dün-

yasındaki en iyi orta saha oyuncula-

rından biri olan Lothar Matthaeus,

Almanya ile Avrupa ve dünya şam-

piyonlukları yaşamış, hatta

1990’daki Dünya Kupası zaferinde

takımkaptanı olarak bizzat kupayı

havaya kaldırmış, kulüpler düze-

yinde de yedisi BayernMünih, biri

Inter’le olmak üzere sekiz şampi-

yonluk elde etmişti ve kariyeri

gerçekten de eşine az rastlanır

nitelikteydi. Beş farklı Dünya

Kupası’nda oynayan iki oyuncudan

biri olan, aynı zamanda Dünya

Kupalarında 25 defayla en çokmaça

çıkan futbolcu unvanını da elinde

bulunduranMatthaeus, 2000 yılında,

39 yaşındayken futbol hayatını

noktaladı ve sadece bir yıl sonra,

RapidWien’in başına geçerek teknik

direktörlüğe ilk adımını attı.

Matthaeus’un Viyana günleri, büyük

bir fiyaskoyla sonuçlanacaktı.

Avusturya’nın en çok şampiyonluk

görmüş takımıyla 10 takımlı ligde

sekizinci sırada kalmışlardı ki bu

aynı zamanda Rapid’in tarihindeki

en kötü lig derecesiydi. Haliyle kulüp

yönetimi, Matthaeus’la yola daha

fazla devametmeye yanaşmadı.

Bir sonraki durak ise Yugoslavya’nın

Partizan ekibiydi. Aralık 2002’de

Matthaeus göreve başladığında

Partizan liginde liderdi, üstelik bir

önceki sezonun da şampiyonuydu.

Matthaeus da bu noktada takımı

hedefinden saptırmadı ve sezon

sonunda siyah-beyazlı ekip ligi yine

zirvede bitirdi. 2003-2004 sezonu-

nun başındaysa Partizan, Şampi-

yonlar Ligi ön elemesinde ilk olarak

İsveç’ten Djurgarden’ı devre dışı bı-

raktı, ardından da İngiliz ekibi New-

castle United ile eşleşti. Belgrad’daki

ilkmaç konuk ekibin tek gollü üs-

tünlüğüyle tamamlandıktan sonra

umutlar büyük ölçüde tükenmişti

belki amaMatthaeus’un öğrencileri

Newcastle’daki rövanşı aynı skorla

kazanıp penaltılarda da rakiplerine

üstünlük sağlayınca gruplara kal-

mayı başardı. Bu aşamada da Real

Madrid, Porto (o sezonun şampi-

yonu) veMarsilya ile eşleşen

Partizan, evindeki üçmaçtan da

beraberlik aldıysa da deplasman

maçlarını kaybetti veMarsilya’nın

bir puan gerisinde grubu son sırada

tamamladı.

Aslında Partizan’da işler Matthaeus

adına kötü gitmiyordu, fakat Alman

çalıştırıcı, 2003-2004 sezonunun

devre arasında, yani göreve geldik-

ten neredeyse tambir yıl sonra,

kulüp yönetimiyle birtakım ihtilaflar

yaşadığını öne sürerek görevini

bıraktı. Gelgelelimbirkaç gün sonra

Michel Platini

Lothar Matthaeus

Elemelerde gösterilen bu başarı ne-

ticesinde Fransa, İsveç’teki turnu-

vanın da doğal favorilerinden birine

dönüşmüştü. Platini de bir anda en

iyi çıkış yapan teknik adamlar liste-

sinde başı çeker hale gelmişti. Hatta

kendisi 1991 sonundaWorld Soccer

dergisi tarafından dünyada yılın

teknik direktörü de seçilmişti.

Ne var ki bu tozpembe tablo, 1992

yazında Avrupa Şampiyonası’nın

başlamasıyla birlikte aniden kara-

racaktı. Turnuvanın ilk tur grupla-

rında İsveç, Danimarka ve İngiltere

ile eşleşen Fransa, ilkmaçında İsveç

ile 1-1, ikinci maçında da İngiltere ile

golsüz berabere kaldıktan sonra

gruptaki son karşılaşmalarda

Danimarka’ya 2-1 mağlup oluyor,

böylece grubunu üçüncü sırada ta-

mamlayarak turnuvaya veda

ediyordu. Platini bundan sonrasın-

daysa belki de bu yazıda bahsettiği-

miz diğer büyük isimlerden farklı

olarak doğru bir tercihte bulunacak

ve teknik adamlıkta ısrar etmeye-

cekti. Dört yıllık deneyimnetice-

sinde, en azından bu kararı almasını

sağlayacak kadar kendisini test

edebilmişti.