TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Cem Satman: Çocuk da baktı, kariyer de yaptı 1.04.2011
Cem Satman: Çocuk da baktı, kariyer de yaptı

Tüple dalıştan doğa sporlarına, skydiving'e kadar farklı branşlarla ilgili, eski bir kaleci. Takım arkadaşları arasında Ümit Bozkurt, Tayfun Türkmen gibi ünlüler de bulunuyor. İngilizcesini ilerletmek için İngiltere'de çocuk bakıcılığı, ABD'de ise engellilere eğitmenlik yaptı. Eğitim Psikolojisi bölümünde yüksek lisansını tamamladı, doktorasını sürdürüyor. Yardımcı hakemlikteki çıkışını da performansının dışında ileri derecedeki İngilizcesine, geçmişte futbol oynamasına ve eğitimine borçlu.

Röportaj: Mazlum Uluç

Hakemlikten önce bir futbolculuk geçmişinizin olduğunu ve kalecilik yaptığınızı biliyoruz. Bize biraz o dönemden söz eder misiniz? Hangi düzeyde futbol oynamıştınız?

1990'da Ankara Demirspor'da futbol oynamaya başladım. 9 yıl kadar kalecilik yaptım. Profesyonel takım kadrosunda da bulundum ama hep amatör olarak oynadım. Amatör seviye için yeterli ancak devamı için yeterli olmayan bir seviyedeydim. Çok iyi olsaydım zaten futbol oynamaya devam ederdim. Ama o disiplin bana çok şey verdi.

Bu arada eğitim hayatınız da sürüyordu sanırım.

Evet, 1996'da Ankara Üniversitesi Beden Eğitimi Bölümü'nde İngilizce hazırlık bölümünü birincilikle bitirdim ve burs aldım. İngilizce hocamın yönlendirmesiyle yurtdışına açılmaya karar verdim. Okuldaki kaydımı dondurdum ve çocuk bakıcısı olarak İngiltere'ye gittim. Gündüzleri çalıştım, geceleri okudum. Devamında bazı programların varlığını öğrendim ve ABD'de yaz programlarına katıldım. ABD'de de önce engelli insanlara eğitmenlik yaptım, sonra eğlence parklarında çalıştım. Yani kendi kendimi sübvanse ederek lisan eğitimimi sürdürdüm. İngiltere'de çocuk bakıcılığı yaparken kısa bir süre için küçük yaş gruplarına gönüllü olarak futbol antrenörlüğü de yaptım. Futbol kültürünün zenginliğine burada bizzat şahit oldum.

Şu çocuk bakıcılığı konusunu biraz açalım. Bir eve gidip de mi çocuk bakıyordunuz?

Evet, bu sistemde aile yanında kalıyorsunuz, evin çocuğuna bakıyorsunuz ve bir yandan da okulunuza devam ediyorsunuz. İlk baktığım çocuk 12, ikincisi 4 yaşındaydı. 2 yaşında bir çocuk da baktım. Tüm öz bakımları ve zaman zaman ev içi işleri de içeren bir görevdi. İngiltere'deki 1 yıllık deneyimim bana çok şey kattı. Devamında katıldığım programlar, yaşadığım deneyimler hep İngiltere ile başladı.

İngilizceyi hakemlik kariyerinizdeki gelişmeniz için mi öğrendiniz?

Hayır, hayır. Zaten İngiltere'ye giderken hakem değildim. İngilizceyi sevmem ilk etkendi. Mesleki ve akademik kariyerimde ilerlememde gerekli olduğu için öğrendim.

Peki, hakem olmaya nasıl karar verdiniz?

Bu karardaki en etkili faktörlerden biri dayım olmuştu. Zaten futbolu seviyordum, bir yandan da dayımı gözlemliyordum. Hakemlik kurslarına katıldım. Aslında ilk kursu 1995 yılında aldım ve iki maça çıktım. Ailem sürekli beni hakemliğe yönlendirmeye çalıştı. Daha sonrasında futbol ve yurtdışı planlarım ağır bastı. 2000 yılında kursu tekrar aldım. Hakemlikte ve yaşamımdaki başarılarımda anne-babamın sonsuz desteği en temel etkenlerden birisidir. Ayrıca bu noktaya gelmemde üzerimde hakkı olan, farkında olduğum ya da olmadığım herkese müteşekkirim.

Kaleciler futbolun yalnız adamlarıdır. Bir yerde günah keçileri de diyebiliriz. Bu anlamda kalecilikle hakemlik arasında bir benzerlik görüyor musunuz?

Üç aşağı, beş yukarı aynı. Çünkü ikisinin de yaptığı hatanın telafisi yok. Kalecilikte hatalı bir gol yersiniz ama takımınız kazanır, sizin hatanız pek fazla göze batmaz. Hakemlikte de yaptığınız hatanın sonucu skora etki etmezse aynı avantajı yaşarsınız.

Neden hakemlik değil de yardımcı hakemlik?

Bize hep, "Ne zaman hakem olacaksın?" diye sorulur. Ben de hep, "Bir stopere, 'Ne zaman forvet olacaksın?' diye sorulmuyorsa, benim de bu ekipteki rolüm bu" cevabını veriyorum. 24 yaşında hakemliğe başladım, eğer yardımcı hakemlikten dolayı bir mutsuzluk hissetseydim zaten bu işi yapmazdım. Ben hakemliğe de başrol değil yardımcı rol olarak bakıyorum. Zaten futbolun başrol oyuncuları futbolculardır. Hakem olarak hepimiz yardımcı roldeyiz. Eğer görev adamıysanız, ön planda olma duygunuz yoksa iyi bir yardımcı hakem olabilirsiniz. Çünkü yardım etme güdünüz çok daha önemli. Ben içinde bulunduğum ekibe maksimum kazanç sağlamaktan mutlu olan bir insanım.

Müsabakayı yönettim demem!

Peki, hakemler için de aynı durum geçerli mi?

Hakemlerin de görev adamı olması gerekiyor ama onların lider özelliği bir adım daha önde. Çünkü müsabakanın hâkimi hakemdir. Ben şu kavram karmaşasına hiçbir zaman girmem; "Müsabakayı yönettim" demem. Çünkü müsabakayı hakem yönetir. Benim için en iddialı söz, "Maç yönettik" olur. Bu noktada meseleyi bir varoluş kaygısına taşımam. Bu yaptığım işin önemini azaltmıyor. Günümüz futbolunda yardımcı hakemin ne kadar önemli olduğunu zaten futbol dünyasındaki herkes bilmekte. Yeri geliyor bir yardımınızla, doğru bir tespitinizle maçın tartışılmadan bitmesini sağlıyorsunuz. Yani basitçe esas olan şey görev paylaşımı. Ayrıca bu görev için bana oldukça iyi imkânlar sağlanıyor. Bana güvenen insanlar var, bana güvenen hakemler var. Maç öncesi, esnası ve sonrasıyla kurumumu, hakemimi ve kendimi temsil ediyorum. Bu süre içerisinde lâyıkıyla görevimi yapıp evime dönmeliyim. Yurtdışı müsabakalarda ise temsil ettiklerimin arasına ülkem de katılıyor.

Bu düşünce biçimi sonradan mı kazanılıyor, yoksa insanların kişiliğiyle de mi ilgili?

Bence biraz da yaradılıştan gelen bir şey. Hollandalı elit hakemlerden Bjorn Kuipers'le 2006 U17 Avrupa Şampiyonası'nda 15 gün beraberdik. Turnuva sırasındaki bir yemekte, "Ben senin yaptığın işi yapamam" demişti. Ben de "Eğer kişiselleştirirsen yapamazsın" cevabını vermiştim. Bence kişiselleştirilecek bir durum da yok. Bu bir görev. Ortada bir görev şeması var ve benim rolüm bu. Futbol oyunun içerisindeyim, yaptığım işten keyif alıyorum, yardımcı olmaktan mutlu oluyorum. Ayrıca kimse bu işi bize zorla yaptırmıyor, yerimizde olmak isteyen yüzlerce genç hakem arkadaşımız var. Görev yaptığım hakemin benden daha genç ya da daha az yaşam deneyimine sahip olmasının bir önemi yok. Geçmişte ekipler içinde belki böyle problemler yaşanmış olabilir, ama bugünkü hakem kadrosunda harikulade bir iletişimimiz var. Bizim toplumumuzdaki temel problem bence bu. Bu bir görev olarak algılanmıyor. Herkes görevini kendi kişiliğiyle özdeşleştiriyor. Ben bir yardımcı hakemim, sahaya çıkarız, görevimi yaparım. Maç bittikten sonra hakem benim ağabeyim olabilir ya da tersi olabilir. Ama stada girdiğimiz andan itibaren ekipteki liderin hakem olduğunu hem ona hem de çevreme hissettiririm. Çünkü problemler bu görev hiyerarşisi zedelendiğinde başlıyor. Bu ne ekip içerisinde çok katı militarist bir hiyerarşi olması gerektiği ne de yardımcı hakemin değersiz olduğu anlamına gelir. Herkes birbirine ve yaptığı işe saygılı olduğu sürece hiçbir sorun çıkmıyor.

Hakemliğe sizinle birlikte başlayan çok sayıda arkadaşınız vardı ama bugün pek çoğu belki başka işler yapıyor, sizse FIFA kokartı takıyorsunuz. Sizi diğerlerinden ayırıp bu noktaya getiren özellikleriniz nedir?

En temel faktör eğitim seviyem ve İngilizceydi. İngilizcemin üst düzeyde olması her zaman bir avantaj teşkil etti.

Burada hemen araya girip bir hatırlatmada bulunayım. Kuddusi Müftüoğlu'nun "Dil bilmekle hakem olunmaz" diye çok çarpıcı bir açıklaması var.

Kuddusi ağabeye kesinlikle katılıyorum. Ama dil bilerek şans bulunur. İşte önemli olan şey, bu şansı bulduğunuzda iyi değerlendirmeniz. Yoksa çıktığınız maçlarda iyi bir performans sergileyemiyorsanız, 10 dil bilmenizin de bir anlamı yoktur. Mesele doğru karar verebilmekte. Ancak bunu göstermek için şans yakalamanızda dil bilmeniz sizi bir adım öne çıkarıyor. Yeniden soruya dönersek, futbol oynamam çok büyük avantaj teşkil etti. 21 yıldır aktif olarak spor yapıyorum. Ayrıca yüksek lisans ve doktora eğitimimi psikoloji üzerine yapmamın hem insan ilişkilerimde hem de sahada büyük faydasını gördüm.

Hakemlikte idolleriniz var mı?

O kadar çok isim var ki; tek tek ayırmak doğru olmaz. Zaten herkesin saydığı ve benim de katıldığım belli isimler var. Bir de idollerimi sadece yardımcı hakemlerle sınırlandırmıyorum. Ben geri bildirimleri sadece yardımcı hakemlerden almam. Hakemlerin de söyledikleri en az onlarınki kadar değerli. Çünkü ben hakemlere yardımcılık yapıyorum ve onlar ne istediklerini bana çok daha net ifade edebiliyorlar.

Hakemler memorandumlarda bütün yardımcılarına aynı yetkileri mi verir?

Asla. Herkese aynı yetkiyi vermezler ve bu da son derece normaldir. Deneyiminiz, hakemde uyandırdığınız saygınlık ve güven size verilen yetkide belirleyici olur. Bütün yönetim şemalarında da bu böyledir zaten. Deneyimsiz bir gruba bakışla deneyimli bir gruba bakışın aynı olması eşyanın tabiatına aykırı.

Yardımcının hakemi uyardığı pozisyonlarda hakem bazen aksi bir karar verebiliyor. Bu tip durumlarda neler hissediyorsunuz?

Her şey olayı kişiselleştirmemenizle alâkalı. Bir keresinde çok sevdiğim bir hakem ağabeyimle çok önemli bir Süper Lig müsabakasında, bir taç pozisyonunda ters düşmüştük. Soyunma odasına girdiğimizde, "İşte senin en sevdiğim yanın bu, o pozisyonu bıraktın ve maça devam ettin" demişti. Benim böyle bir lüksüm yok zaten. Ben hakeme yardım ederim, nihai karar hakeme aittir. Hakeme küsmek, yaptığım işe soğumak gibi bir lüksüm yok. Ben yapmam gerekeni yaparım. Bunun doğru veya yanlış olduğunu değerlendirecek kurumlar var. Doğruysa, yapmaya devam ederdim, yanlışsa da bir daha yapmam.

Her tercih, bir vazgeçiştir

İyi bir yardımcı hakemin en ayırt edici özellikleri neler?

Fizyolojik açıdan genel dayanıklılıktan ziyade patlayıcı gücü daha fazla önem taşır. Kişilik yönünden uyumlu bir yapınızın olması gerekiyor. Çünkü çok farklı insanlarla göreve gidiyorsunuz. Onlar her zaman size uymaz, siz içinde bulunduğunuz ekibe uymak durumundasınız. Ekip içindeki dinamikleri kontrol etmeniz, bu dinamikleri bozacak veya ekip üyelerini rahatsız edecek eylemlerden kaçınmanız gerekiyor. Uçakta, otelde, statta, maçta, maçtan sonra, bunların hepsi bir bütün. Bu noktada, "Hayır, ben bildiğimi okurum" diyorsanız bu işi yapmayın. Çok net yani. Buna gönül koyacaksanız, mutsuz olacaksanız yapmayın. Hayatta her tercih, bir vazgeçiştir. Benim anlayışıma göre bu işi tercih ediyorsanız bu şekilde davranmalısınız. Psikolojik süreçleri dikkate alırsak, konsantrasyonu da ekleyebiliriz. Konsantrasyon açısından biz hakeme göre dezavantajlıyız. Hakem sürekli oyunun içinde. Bizimse algımızı zaman zaman daraltıp, zaman zaman genişletmemiz gerekiyor. Ne zaman ofsayta, ne zaman taca, ne zaman faule, ne zaman hakeme yardıma odaklanacağımızı ve bazen de ne zaman hiçbir şey yapmayacağımızı bilmemiz lâzım. Bazen en iyi yardım hiç çomak sokmamak olabilir. Bu açıdan yardımcı hakemlik, hakemlikten daha zor. Ancak son dönemlerde ben sadece yardımcı hakemin hakeme değil, hakemin de yardımcı hakeme yardım ettiğine şahit oluyor ve bundan büyük mutluluk duyuyorum.

Nasıl oluyor bu yardım?

Mesela bir maçta ben ofsayta bakarken, üst düzey hakemlerimizden biri telsizden "Pozisyon bende" dedi. Çünkü bazen hem ofsaytı takip edip hem solunuzdaki faule veya taca odaklanmanız imkânsız olabiliyor. Bu noktada yardım almanız çok büyük avantaj sağlıyor.

Hakemlik hayatınızdaki en unutulmaz maç hangisi?

Unutamadığım maçtan ziyade unutamadığım bir dönem var. Çok uzun bir süre görev alamadığım bir dönemdi o. Yani çıktığım maçlardan çok çıkamadığım maçlar söz konusuydu. Hatamın olmadığı bir pozisyondan istenmeyen bir sonuç çıktı ve ben çok uzun süre görev alamadım. O nedenle söz konusu dönemi hiç unutmam. Hakemlik yaşantısında bu tip durumların olabileceğini anladım. Benim için çok değerli bir hakem ağabeyim bu dönem için gelecekte farklı düşüneceğimi söylemişti, çok haklıymış. Çünkü "yaratıcı yıkım" diye bir olay var. Çevreme bakıyorum ve 4-5 hafta maça gidemediği için yıkım yaşayan arkadaşları görüyorum. Aylarca görev alamayıp ayakta kalabiliyorsanız, diğer krizlerden çok daha kolay çıkabilirsiniz demektir. O dönemde yaşadıklarımı da bana destek olan, ilgilenen hakem ve yönetici ağabeylerimi de asla unutmam. Ayrıca ailemin ve eşimin desteği olmasaydı belki de bırakmıştım.

Elenen takım, şampanya patlattı

Peki, saha içinde unutamadığınız bir olay yaşadınız mı?

2007'de Belçika'da oynanan Club Brugge-Brann UEFA Kupası maçında yaşadıklarımız çok etkileyiciydi. Ev sahibi takımdan bir oyuncuya kırmızı kart gösterilmiş ve Brugge gruplara kalamamıştı. Soyunma odasına indiğimizde ise mihmandarımız şampanya patlatıyordu. Kendi kendime, "Ne oluyor acaba, hayırdır inşallah" dediğimi hatırlıyorum. Bize bunun bir kulüp geleneği olduğunu, sonuç ne olursa olsun Brugge'e gelen her hakem triosuna şampanya patlatıldığını söylediler. Bu gelenek beni çok etkilemişti. Ülkemizde de görmeyi çok istediğimiz bir manzaraydı.

Brugge'deki olay yöneticilerin hakemlere yaklaşımını gösteren bir örnek. Yurtdışındaki maçlarda taraftar davranışları açısından da ülkemize göre farklar var mı?

Taraftarın her zaman tepkisi olur. Ama taraftar açısından baktığınızda da çok farklı bir yaklaşım söz konusu. Bu büyük ölçüde ülkenin kültürel yapısıyla ilgili. Türkiye'de hep tribünlerde şiddet olduğu söylenir. Ama okulda da sokakta da trafikte de şiddet var. Sanki her tarafta her şey çok güzel de bir tek tribünde şiddet varmış gibi bir yanılgı görüyorum. Ancak yurtdışına çıktığımızda çok daha rahat olduğumuz bir gerçek. Çünkü sonuçlar aynı değil. Zaten Türk hakemlerin uluslararası maçlardaki başarısı yüzde 100'e yakın.

O halde Türk hakemleri için var olduğu söylenen sorun…

Tek cümleyle, 91. dakika endişesi. Bana bunu sevdiğim arkadaşım Ümit Bozkurt söylemişti. Ümit benim Ankara Demirspor'dan takım arkadaşım. Zaten ne çektiyse kötü kalecilerden çekti (gülüyor). Ama tüm hakemler kendi liglerinde benzer sorunları yaşıyor, yani bize özgü değil.

Konu başka bir yere gitti ama birlikte oynadığınız başka ünlü oyuncular var mı?

Tayfun Türkmen var. Tayfun'la 2000 yılında Paris'te düzenlenen Üniversitelerarası Futbol Şampiyonası'na gitmiştim. Tek başına bizi kurtarmıştı (gülüyor). Erhan Namlı ile yine aynı takımda bulunmuştum. Sedat Karabük lisede beden eğitimi öğretmenimdi ve ayrıca okul takımından hocamdı. Ümit Özat ise o dönemde Gençlerbirliği altyapısında bizim rakibimizdi. Ankara altyapısından çıkmış pek çok oyuncuyla bir arada oynamışlığım var.

Yüksek lisans tezinizin, "Kalabalık sesinin hakem kararları üzerindeki etkileri" olduğunu biliyorum. Bu konuyu seçme nedeniniz neydi?

Birincisi içinde bulunduğum ve ilgimi çeken bir konuydu; sonuçlarının kendi hakemliğim üzerinde de etkisi olacaktı. İkincisi, çalışılmamış bir konuydu. Çok kıymetli hocalarım Prof. Dr. Selahiddin Öğülmüş, Prof. Dr. Figen Çok ve Doç. Dr. Müge Artar, Beden Eğitimi'nden gelip Psikoloji Bölümü'ne alınmamda bana inanarak büyük katkı sağladılar. Ben de onların bu inancına ve desteğine lâyık olmak için orijinal bir çalışma yapmak istedim. Kalabalık sesinin etkisini şöyle inceledik… 18 pozisyonu 150 kişilik hakem grubunun 75'ine sesli, 75'ine ise sessiz izlettik. 6 saniye içinde önlerindeki 4 şıktan birini işaretlemelerini istedik. Pozisyonları sesli izleyenlerin verdiği kararlar, bazı pozisyonlarda sessiz izleyenlere oranla bir derece daha şiddetli oldu. Yani hareketin faul olduğu konusunda hepsi hemfikirdi ama sessiz izleyenler sadece faulü vermekle yetinirken, sesli izleyenler kararlarına bir de ihtar ekliyordu.

Peki, hakem kalabalık etkisinden nasıl kurtulmalı?

Burada deneyim devreye giriyor. Futbol oynamış olmama rağmen aday hakemken çıktığım bir maçta 500 kişilik seyirci topluluğu beni 5-10 dakika sallamıştı. Eğer sonrasında üzerine koymaz, psikolojik hazırlığınızı yapmaz, özgüveninizi, özsaygınızı yüksek tutmazsanız, her maçta bundan etkilenirsiniz. Bir önceki maçınızdan öğrenerek aşabilirsiniz bu durumu. Başkalarının tecrübelerinden öğrenerek aşabileceğiniz bir konu değil bu. Mutlaka sizin yaşamanız ve öğrenmeniz gerekiyor.

Doktora teziniz ekip çalışmasıyla ilgili değil mi?

Prof. Dr. Veli Duyan Hocam benim doktora danışmanlığımı üstlendi. Ekipteki uyum, güdülenmişlik ve ekibin başarısı temel kavramları üzerinden giden bir çalışma yapıyoruz. Doktora eğitimimi bu noktaya taşımamda hocamın iş yoğunluğuma ve yoğun maç trafiğime tahammül göstermesi, beni hep desteklemesi benim için çok büyük bir şans.

Bu ekip çalışması hakemliğinize nasıl yansıyor?

Kendimi hep çarkın bir dişlisi olarak kabul ederim. Bu dişlinin birinci görevi kendisinin kırılmadan dönmesi, ikincisi ise gücü yettiğince diğer dişlilerin de sağlıklı bir şekilde dönmesine yardım etmesi. Birinci görevimi yaptıktan sonra, ikinci görevimi de yerine getirmeye çalışırım. Bazen sadece saha içinde değil, dışında ufacık bir detay bile müsabakayı kurtarır. Bazen hakemin stres seviyesi bizden fazla olabiliyor. Bu noktada bizim devreye girmemiz gerekiyor. Ekipteki arkadaşlarımın yaşamlarını kolaylaştıracak şeyler yaparım. Sorun yaratmam, sorunların çözümüne katkı sağlamaya gayret gösteririm.

Sharp başka bir pencere açıyor

Hakemlerin eğitimi için UEFA'dan Uilenberg geliyor. Şimdi yardımcı hakemler için de Sharp var. Ondan neler öğrendiğinizi düşünüyorsunuz?

Bugüne kadar hep kendi penceremizden olaylara bakıyorduk. Şimdi farklı bir pencere daha var. Onlardan olaylara farklı yaklaşmayı öğreniyoruz. Biz olaylara kendi futbol kültürümüz içinden bakarken, onlar bize başka bir pencere açıyor. Elbette Amerika'yı yeniden keşfetmiyoruz. Başarılı ile başarısız arasındaki çizgi çok ince. Dolayısıyla bizim de öğreneceğimiz çok küçük bir şey bile saha içinde çok daha büyük bir fayda halinde geri dönebiliyor.

Bildiğim kadarıyla kamplarda Sharp'ın tercümanlığını da siz yapıyorsunuz.

Evet, bu görevi Emre ya da ben yaptım ama artık simültane çeviri yapan tercümanlar geliyor. Onların bulunmadığı ortamlarda, futbol terminolojisine hâkim kişilerin çeviri yapması gerekiyor. Orada da Emre veya ben devreye giriyoruz. Eğer arkadaşlarım çevirilerimden memnun kalıyorsa, bu beni mutlu eder.

Hakemlik kariyerinizin geleceğiyle ilgili nasıl hayaller kuruyorsunuz?

Gelecek planlarım sadece hakemlikle ilgili değil. İngiliz spor psikoloğu Dr. Richard Cox'la 2000 yılında tanışmıştım. Halen de görüşmeye devam ediyorum. Bana kariyer planlamamı 5'er yıllık yapmam tavsiyesinde bulunmuştu. Benim yaşamımda 2010'dan 2015'e kadar bir plan var. Ancak bu noktada hakemlik çok önemli bir renk olsa da ana renk değil. Zaten hakemliği ana renk olarak alırsanız mutsuzluğa davetiye çıkartırsınız. Benim için hedef bir sonraki maçımı başarıyla tamamlamak. Yaşadığım sıkıntılı süreç bana onun ötesinde bir hedef koymamayı öğretti. Bir sonraki maç benim için en önemli maçtır ve uzun vadeli hedeflere ulaşmak için ilk önce bu görevin başarıyla tamamlanması gerekir. Hakemliğimde bugünümü dünüm belirledi, ancak yarınımı belirleyecek olan da bugünüm. Elbette geçmişteki başarılarınız bir miktar kredi sağlıyor ama en önemli şey bugünkü performans düzeyiniz.

Özel hayatınızda neler var?

6 yıllık evliyim. Eşim Letonyalı. Amerika'da tanıştık. 2 yaşında Deniz adında bir oğlumuz var. Boş zamanlarımda kitap okumaktan hoşlanırım. Doktora tezim bu lüksü elimden almış olsa da Aziz Nesin'in kitaplarını beğenirim. Son dönemlerde Türk yazarlardan Yankı Yazgan'ın kitaplarını da okuma fırsatım oldu. Yabancı yazarlardan da Amin Maalouf, Trevenian, Irwin Yalom ve Alain de Botton'un pek çok kitabını okudum. Ama favorilerim dünya klasikleri ve özellikle Rus edebiyatı. Tolstoy ve Dostoyevski'nin neredeyse tüm kitaplarını okumuşumdur. 150 yıl önceki olayların bugünle örtüşmesini çok çarpıcı buluyorum. En hoşlandığım şeyse eşimle zaman geçirmek, ailemle birlikte olmak, oğlumla oynamak. Pek gözü dışarıda birisi değilimdir. Dışarıya çıktığımda da sauna ve havuzda dinlenerek vakit geçirmeyi seviyorum.

Bir de farklı sporlar yaptığınız söylemiştiniz.

Evet, birçok branşta spor yaptım. Tüple dalış, doğa sporları, skydiving gibi sporları denedim. Mümkün olduğu kadar az televizyon izliyorum. Çünkü çalışmak çok fazla zamanımı alıyor.