18 yaşında küstüğü futboldan iki yıl ayrı kaldı. O dönemde kamyonla köy köy dolaşıp halı ve fırın sattı. Dönüşü amatör kümeye oldu. Aydın Toscalı Süper Lig'le tanıştığında 25 yaşındaydı. Kayserispor'daki 1.5 sezonluk performansının ardından 26 yaşında A Milli Takım kadrosuna alındı ve Gürcistan'a karşı oynadı. Özel hayatında son derece sakin olduğunu söylüyor, saha içindeki agresifliğini ise stoper mevkiinin gereklerine bağlıyor. Tribünler tarafından "psikopat" diye çağırılıyor ama buna ne kendisi ne de onu yakından tanıyanlar anlam verebiliyor.
Seni iki sezondur Kayserispor'da izliyoruz ama futbol hayatımıza birdenbire girdin. Bize biraz kendinden söz eder misin? Futbolla tanışman nasıl oldu?
1980 yılında Aydın'ın Nazilli ilçesinde doğdum. İki çocuklu bir ailenin oğluyum. Babam inşaat taşeronu. Futbola 16 yaşında Nazillispor'da başladım. Genç takımla Türkiye sekizincisi olduk. O dönemde beni izleyen Erol Keretli aracılığıyla Çanakkale Dardanelspor'a transferim gündeme geldi ama bu transfer gerçekleşmedi. Yol gösteren biri olmayınca futbola ara verdim ve 2 yıl oynamadım. Futbola küstüm yani. O dönemde kendime başka uğraşlar buldum. Kamyonla köy köy dolaşıp halı ve fırın sattım. Panayırlara, fuarlara katıldım. Bir ağabeyim kamyonu kullanıyor, ben de hoparlörle anons yapıyordum. Bu arada babamın inşaat işlerine yardım ediyordum.
Peki, futbola dönüşün nasıl oldu?
İki seneyi böyle geçirdim. Sonra Aydın Belediyespor'dan bir teklif aldım ve amatör kümede oynamaya başladım. İki sezon sonra Muğlaspor'a transfer oldum. O sezon 3.Lig'de şampiyon olduk ve 2.Lig'e çıktık. Göztepe ve İzmirspor'a transferim gündeme geldi ama bonservis problemi nedeniyle gerçekleşmedi. O dönemde Tarsus İdmanyurdu'na transfer oldum ve 3 sezon oynadım.
Seni Kayserispor'da stoper mevkiinde tanıdık. Futbola bu mevkide mi başlamıştın?
Başlangıçta libero oynuyordum. Aydın Belediyespor'da ve Muğlaspor'da ön libero oynadım. Tarsus İdmanyurdu'nda da ilk sezonumda ön libero oynadıktan sonra Mustafa Çapanoğlu Hocam bana savunma tandeminde görev verdi.
Kayserispor'a 25 yaşında geldin, 26 yaşında da Milli Takım'a seçildin. Türkiye'de futbolcu keşfetme konusunda bir gecikme mi var?
Tarsus İdmanyurdu'daki antrenörüm Levent Devrim bana "Sen geç keşfedilmişsin. Yerin buraları değil. İki sezon önce bu takıma gelseydin şimdi çok farklı noktalarda olabilirdin" diyordu. Dediği de çıktı. Kayserispor'a transfer oldum ve bugün de Milli Takım'dayım. Ama birçok yetenekli arkadaşımızın keşfedilmeden körelip gittiğini düşünüyorum.
Milli Takım'a kadar yükselmeni sağlayan özelliklerini sıralayabilir misin?
İki ayağımı da kullanabiliyorum, hava toplarında da başarılı olduğumu düşünüyorum. Oyuna katılmamda ise biraz problemim var. Ama daha önce orta sahada görev yaptığım için bunu atlatabileceğimi düşünüyorum. Bu konudaki çekingenliğimi yavaş yavaş üzerimden atıyorum.
Rakibinin düşüncesini okumak zorundasın
Her mevkiin kendine göre zorlukları var. Stoper oyuncusu için bu zorluklar neler?
Sürekli mücadele içindesin ve fizik olarak daima diri kalmak zorundasın. Bir de devamlı önündeki adamın ne yapacağını düşünmeye ve hissetmeye mecbursun. Adeta onun düşüncesini okuman gerekiyor. Çünkü topa rakibinden önce müdahale etmen lazım.
Birileri futbol oynamaya ve pozitif yönde bir şeyler üretmeye uğraşıyor, defans oyuncusu ise bunu bozmaya çalışıyor. Elbette futbol iki yönlü bir oyun ama defans oyuncusu sanki oyunun "kötü adamı" rolünü üstleniyor.
Kesinlikle öyle. Taraftar da zaten hücum oyuncularına daha büyük sempati duyuyor. Düşünsenize, forvet oyuncusu gol atmaya gidiyor, siz onu bir türlü engellemeye çalışıyorsunuz ve bazen de faul yaparak durduruyorsunuz. Ama bu defans oyuncusunun kaderi. Yine de futbolseverlerin forvet-defans oyuncusu mücadelesinden de keyif almayı bilmesi lazım.
Defans oyuncusunun da oyunu güzelleştirme şansı var aslında. Mesela bir Beckenbauer oyuna pozitif yönde yaptığı katıyla en az forvet oyuncuları kadar sevilen ve popüler olabilen bir oyuncuydu.
Elbette defans oyuncusu bunu yapabilir. Ama risk bölgesinde yer alıyorsunuz. Kaptıracağınız bir top kalenizde gol görmenize yol açabiliyor. Günümüz futbolunda her takım savunmasını forvetten başlatıyor ve defans oyuncularının üzerinde sürekli bir baskı kuruyor. Böyle bir ortamda siz de risk almadan oynamak zorunda kalıyorsunuz.
Beğendiğin ve kendine örnek aldığın oyuncular var mı?
Bülent Korkmaz'ın hırsı, Luciano'nun tekniği ve gol bölgelerindeki etkinliği beni etkilemiştir. Fenerbahçe'nin Luciano'nun yokluğunu halen aradığını düşünüyorum. Onun top tekniği ve oyuna katılışını çok beğeniyordum. Türkiye dışından ise John Terry, Nesta ve Cannavaro beğendiğim savunma oyuncuları.
Futbol gelişimine katkısı olan hocaları sıralarsan bu noktaya gelmende hangilerinin payını öne alırsın?
Öncelikle Muğlaspor'daki Teknik Direktörüm Zeki Çakır. Amatör takımdan gelmeme rağmen beni 32 maç ön libero oynattı. Üstelik başlangıçta taraftarların kafasında "Amatörden gelmiş bu çocuk nasıl başarılı olacak?" diye bir önyargı da vardı. Tarsus İdmanyurdu'na da beni o götürdü. Ayrıca beni amatör kümeden Muğlaspor'a götüren Bülent Hocam ve Tarsus İdmanyurdu'nda Mustafa Çapanoğlu'nun da üzerimde büyük emekleri var. Bu arada Çaykur Rizespor'u çalıştıran Metin Yıldız'ın benimle ilgili verdiği olumlu referansları unutamam. Son olarak da Kayserispor'da bana şans veren ve bu noktaya gelmemi sağlayan Ertuğrul Sağlam Hocam var elbette.
Mücadele eden kazanıyor
Türk futbolunun kalitesini nasıl değerlendiriyorsun? Bu sezon takımlar sadece puan olarak değil, yedikleri goller açısından da birbirine çok yakın.
Bu sezon çok farklı geçiyor. Futbolcular olarak da buna çok fazla anlam veremiyoruz. En alttaki takım en üsttekinden puan alabiliyor, kafa kafaya oynayabiliyor. Futbol artık teknik ve taktikten çok mücadeleye dayanan bir spor haline dönüştü. Sahada o gün mücadele eden ve benliğini ortaya koyan, ismi ne olursa olsun kazanabiliyor.
Rekabet artıyor ama kalitede buna paralel bir yükselme var mı sence? Avrupa liglerinden da maçlar izliyoruz. Aynı lezzeti bizim ligimizde bulabilmek mümkün oluyor mu?
İngiltere ve İspanya'ya baktığımız zaman aynı kalitedeki futbolu bizim ligimizde göremiyoruz. Aslında futbolcu kalitesi olarak arada büyük farklar olduğunu düşünmüyorum. O zaman akla şu soru geliyor, "Acaba bizdeki çalışmalar mı daha az?" Fakat bakıldığı zaman herkes çok yoğun bir biçimde çalışıyor.
Yetenek var, çalışma var, o zaman eksik olan ne? Saha içi organizasyonunda mı problem yaşıyoruz?
Bu galiba altyapıdan gelen bir problem. Mesela devre arasında Antalya'da kampta olduğumuz dönemde aynı otelde kaldığımız bir Rus takımı vardı. Adamların bir kere koştuğunu görmedim. Ne zaman izlesem ya tenis ya da futbol toplarıyla oynuyorlar. Saha antrenmanlarında ya kanat organizasyonları yapıyorlar ya da ikiye birlerle haşır-neşir oluyorlar. Futbolu futbol yapan top olduğuna göre onlar da sürekli topla ilgileniyor. Belki de bizde eksik olan bu.
Tek santrfora karşı oynamak kolay
Şimdi bir tek santrfor modası var. Santrforlarla konuştuğumda bu sistemden pek memnun değiller. Siz savunma oyuncuları olarak memnun musunuz bu sistemden? Çift santrfor yerine tek santrforla mücadele ediyorsunuz.
Bizim için biraz daha rahat tabii. Tandemde birimiz rakip santrforla mücadele ederken diğerimiz sarkıyor. Defans oyuncusu açısından tek santrforla mücadele etmek daha kolay.
Bu sistemde rakip santrforun arkasında bir de üçlü forvet organizasyonu var. Onlar da yüzü dönük olarak üzerinize geliyor. Bu durum sizi rahatsız etmiyor mu?
Tandemdeki ikili tek santrforla mücadele ederken, beklerimiz de içeriye doğru sıkışıyor. Ön liberolar da ortayı kapatıyor. Dolayısıyla savunmalar açısından daha rahat bir ortam çıkıyor ortaya.
O halde gol ortalamasının düşüşünü savunma oyuncularının bireysel başarısından çok takımların önceliği defansif futbola vermesine bağlayabilir miyiz?
Her takım önceliği "Ben savunmamı garanti altına alayım, nasıl olsa bir gol atarım" düşüncesine veriyor. Dolayısıyla da maçlar genellikle 1-0 gibi skorlarla bitiyor. Eskisi gibi 4, 5 gol atılan maçlara sık rastlayamıyorsunuz.
Galatasaray'la oynadığınız son maçta Ümit Karan'la aranda bir tartışma yaşandı. Ümit'in röveşata yaptığı bir pozisyonda sen de topa kafanı uzattın ve yerde kaldın. Ümit de yanına gelip sana bir şeyler söyledi. Ne oldu orada?
O pozisyonda koluma bir şey değdi. Acaba kafama da darbe geldi mi diye tedirgin oldum. O sırada Ümit ağabey yanıma geldi ve bana "Sana temas yok, ayağa kalk" dedi. Ben de "Bir temas var ama nereme geldiğini anlamadım" cevabını verdim.
Yani o pozisyonda "numara" yapmadın.
Hayır, kesinlikle. Zaten öyle bir huyum da yoktur. Hakemi aldatmaya çalışmak gibi yollara başvurmam.
Haksız kazanılan puan beni rahatsız eder
Sözü oraya getirmek istiyorum. Bazı oyuncular vardır, hakemi aldatıp takımlarına penaltı kazandırır ve o penaltıdan atılan golle mutlu olur. Yani onlar açısından "kazanmak için her şey mubah"tır. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
Böyle kazanılmış bir maç benim hoşuma gitmez açıkçası. Mesela bir Denizlispor maçı vardı. Top defans oyuncusunun burnuna çarptı ama hakem koluna çarpmış gibi gördü ve penaltıya hükmetti. Ben de maç sırasında penaltı olduğunu düşünmüştüm. Ama pozisyonu televizyonda izleyince kendimi çok kötü hissettim. "Keşke böyle bir penaltı olmasaydı ve maç berabere bitseydi" dedim. Müthiş bir rahatsızlık duydum. Haksız kazanılmış bir galibiyetti. Sonuçta rakibiniz de puan ve ekmek parası kazanmak için ter döküyor.
Defans oyuncuları genellikle Alex'ten çekiniyor. "Topla birlikte üzerimize gelirken ne yapacağını kestirmek mümkün değil" diyorlar. Senin de çekindiğin o tip oyuncular var mı?
Ricardinho var. Beşiktaş'la oynadığımız son maçta attığı bir gol pasıyla skoru değiştirdi. Üzerinize gelirken ister istemez rahatsız oluyorsunuz. Alex'le ise bir kez karşı karşıya oynadım. 1-0 yenmiştik ve Alex o derece etkili değildi. Ama Ricardinho'nun attığı o gol pası hâlâ aklımda.
Geçtiğimiz sezon başında ligden düşecek ilk takım gözüyle bakılan Kayserispor iki sezondur üst sıralarda. Bu çıkışı neye bağlıyorsun?
Öncelikle takımın başına iyi bir teknik direktör geldi. Takım olmamızı sağlayan Ertuğrul Hoca'dır. Ayrıca takımdaki arkadaşlık inanılmaz düzeyde. Galatasaray'dan gelen Uğur ve Özgürcan buradaki ortamı gördüklerinde adeta şaşkına döndüler, "Biz hayatımızda böyle sıcak bir hava görmedik" dediler.
Nasıl sağlıyorsunuz bu havayı? Başka takımlarda olmayıp da sizde olan fazlalık ne?
Bir kere başımızda çok iyi bir kaptan var. İnsan gibi bir insan. Takım içinde o ne derse o olur. Bize verdiği özgüven, yaptığı ağabeylik bu güzel havayı oluşturuyor. Maddi-manevi, her konuda bize büyük destek sağlıyor.
Bir kaptan takım için bu kadar önemli midir?
Elbette önemlidir. Daha önce de birçok takımda oynadım. Böyle bir kaptan görmedim. Arkanızda her konuda güvenebileceğiniz bir insanın bulunması inanılmaz bir rahatlık sağlıyor.
Bunun dışında sizin maddi açıdan da problemleriniz yok sanırım. Kayserispor, bir futbolcunun aradığı ideal ortamı sağlamış görünüyor.
Kesinlikle. Bir kere kafa olarak rahatsınız, huzurlusunuz. Bir futbolcunun aradığı her şey var Kayserispor'da.
O zaman şöyle bir soru geliyor akla. Birçok şartı yerine getirmiş Kayserispor çemberi kırıp şampiyon olabilir mi?
Bunun için gerçekten çok uğraşıyoruz, mücadele ediyoruz. Sezon başında Intertoto Kupası'na katılacağımız için tüm takımlardan iki hafta önce toplandık. Çok fazla çalıştık ve halen yüksek tempomuzu sürdürüyoruz. İkinci sezonumuzda bu noktalara gelirken çok emek harcadık. Herkes tatil yaparken biz çalışıyorduk. Devre arasında herkes tatile çıkarken biz üç gün daha antrenman yaptık. 9 günlük izne polar saatlerimizle çıktık ve koşu yapmayı sürdürdük. Bu noktaya çok çalışarak ve emek vererek geldiğimizi düşünüyorum.
Herkes tatil yaparken çalışmak sizi rahatsız etmiyor mu?
Biz genç bir takımız ve herkesin hedefleri, idealleri var. Hepimiz bu hedeflere ulaşmak için çalışması gerektiğini biliyor. Bu çalışmanın bize mutlaka geri döneceğinin farkındayız. Hocamız da böyle bir grupla çalışmaktan çok mutlu olduğunu sık sık dile getiriyor.
Hayal âleminde gibiyim
İlk defa milli oldun. Daha önce hiçbir kategoride forma giymeden direkt A Milli Takım'da oynadın. Bu nasıl bir duygu?
Hayal gibi geliyor bana. Hayranlık duyduğum futbolcularla bir aradayım. Milli Takım'a çağrıldığım haberini kampta aldım. Odamda oturuyordum. İlhan Parlak koşa koşa geldi ve "Müjdemi isterim, Milli Takım'a alındın" dedi. İnanamadım. İnternete girdi ve kadroda ismimi gösterdi. Çok tuhaf duygular yaşadım. Sevinçle şaşkınlık arasında gidip geldim. Arkadaşlarımın hepsi tebrik etti. O anda utandım ve kızardım. Milli Takım kampına geldiğimde üzerimde bir tedirginlik ve çekingenlik vardı. Ama bu endişelerimi çabuk atlattım. Zaten Fatih Hocam da ilk karşılaşmamızda bana çok sıcak davrandı ve tedirginliğimden kurtulmamı istedi.
Elbette Milli Takım'da kalıcı olmak istersin, bunun dışındaki hedeflerin neler?
Her futbolcu gibi ben de üç büyüklerde oynamak isterim. Kayserispor'la sözleşmem devam ediyor ve burada mutluyum. Günün geldiğinde ve bir teklif aldığımda Kayserispor'da kalma şıkkını da göz önünde bulunduracağım.
Bekâr bir futbolcusun ve Kayseri'de yalnız yaşıyorsun. Bunun zorlukları olmuyor mu?
Yalnızlığımızı arkadaş ortamıyla üzerimizden atıyoruz. Sinemaya ya da yemeğe hep grup halinde gidiyoruz. Hiç kimse odasında yalnız oturmaz. Her ortamda arkadaş grubuyla birlikteyiz ve bu nedenle yalnızlık çekmiyoruz. Arkadaşlarımızla yakındaki turistik yerleri geziyoruz, Erciyes'e çıkıyoruz.
Kafanda Avrupa'da futbol oynamak gibi düşünceler var mı? Sonuçta Avrupa takımlarına karşı oynadın ve oradaki futbolcuların kalitesini de gördün?
Avrupa'da oynayan futbolcuların bizden çok kaliteli olduğuna inanmıyorum. Futbol bir ekip işi. Türkiye'de yeni yeni bir yerlere geliyorum. İleride elbette ben de Avrupa'da oynamak isterim. İspanya'yı kendi futbol stilime daha yakın görüyorum.
Kendini insan olarak tanımlarsan nasıl birisisin? Nelere kızar, nelere sevinir, nelere üzülürsün?
Sert bir mizacım yok. Arkadaşlarımla ilişkilerim gayet iyi. Kolay kolay bir şeye sinirlenmem. Ama saha içinde agresif olurum. Bu da sanırım oynadığım mevkiin özelliğinden kaynaklanıyor. Orada biraz hırçın olmak ve mücadele etmek zorundasın. Tribündeki insanlar bana "Psikopat Aydın" diyor ama bunun sebebini anlamış değilim. Arkadaşlarım da bu lakaba bir anlam veremiyor, "Sana neden psikopat diyorlar?" diye soruyor. Beni yakından tanıyanlar bu lakaba şaşırıyor. Ama yapacak bir şey yok, seyirci öyle değerlendiriyor demek ki.
Röportaj: Mazlum Uluç