TR
EN

Site İçi Arama
Detaylı Arama
TFF » Haberler » Hakemler » Hakemler Detay Sayfası
Nihat Mızrak: "Hakemlik bir sanattır" 1.09.2010
Nihat Mızrak: "Hakemlik bir sanattır"

Uzun yıllardır yardımcı hakemlik yapıyor, ancak sporla ilgisi futbolla sınırlı değil. Diyarbakır'daki Dicle Üniversitesi'nin BESYO bölümünde öğretim görevlisi olarak çalışıyor ve bu bölgedeki birçok genci Türk sporuna kazandırıyor. Beş Beşiktaşlının oyundan atıldığı Beşiktaş-Samsunspor maçının da yardımcı hakemi, yaşadığı ilginç hikâyeleri ve Güneydoğu'da futbolun bugünkü durumunu anlatıyor.

Röportaj: Aydın Güvenir / TamSaha

Bazı futbolcuların, hakemlere kızarak hakemliği seçtiğini biliyoruz. Sizin hakem olmanızın arkasında da böyle bir hikâye var mı?

Futbolculuğumun son yıllarında düşündüm taşındım ve liderlik vasıflarımdan dolayı hakemlik yapmam gerektiğinde karar kıldım. Futbolculuk dönemimde sadece bir kere kırmızı kart görmüştüm. Diyarbakır Bölgesi hakemi olan Kemal Güven, maçın sonunda bana göre yanlış bir kararla beni oyundan ihraç etmişti. Bu da açıkçası etkili oldu bu kararı vermemde. Ayrıca o dönemler hakem ağabeylerimizi izlerken de büyük keyif alırdım. Eskiden Diyarbakır'da B Klasman hakemi olan Tahir Baran, hakemliği bıraktıktan sonra gözlemcilik yapıyordu. Benim hakemlik yapmamı da çok istemişti. Onun isteği doğrultusunda ben de hakem olmaya karar verdim.

Uzun yıllardır Süper Lig'de yardımcı hakemlik yapıyorsunuz. Hakemlik kariyerinizde bugünlere nasıl geldiğinizi bizlerle paylaşır mısınız?

Hakemliğe başlarken bu mesleği her zaman bir sanat olarak gördüm. Hakemliğin doğuştan gelen bir yetenek olduğuna ve sonradan bu yeteneğin geliştirildiğine inandım. Bende de bu özelliklerin var olduğunu düşündüm. Önceleri yardımcı hakemlikten ziyade hakem olmayı istemiştim. C Klasmanı'nda hakem olarak görev yaparken sistem değişti ve bu sefer de yine C Klasmanı'nda yardımcı hakemliğe geçiş yaptım. Sonuçta yardımcı hakemlikte karar kılarak zamanla Üst Klasmana yükseldim. Her ne kadar imkânlar günümüzde Diyarbakır'a ve Güneydoğu'ya gelmiş olsa bile, o dönemlerde dışarıya açılamayışımızdan dolayı epey zorlanmıştık hakemlik yapmakta. Ben yardımcı hakemlikte başarılı olduğuma inanıyorum. Süper Lig'de ilk görev yaptığım maç, 2000-2001 yılındaki Denizlispor-İstanbulspor karşılaşmasıydı. Maçın hakemi ise İsmet Arzuman'dı. O kadar heyecanlanmıştım ki, bir pozisyonda sol tarafı göstereceğime sağ tarafı göstermiştim. Devre arasında İsmet Arzuman, "Bunlar olabilir, Devam edeceksin ve bunları aşacaksın" diyerek bana yardımcı oldu. Bu sözlerden sonra ikinci yarıda gayet başarılı bir maç çıkardım. Ondan sonra da arkası gelmeye başladı. Son olarak TFF Süper Kupa'da görev aldım. Süper Kupa'da yardımcı hakemlik yapmak da kariyerim açısından çok önemli bir olaydı.

Futboldan gelmiş olmanız hakemlik yaparken size avantaj sağladı mı?

Hem de çok. Futbolcuyken forvet oynardım. Hücum oyuncusunun çalım atmasını, top ayağındayken sağa sola dönüşü nasıl yaptığını çok iyi bilirim. Ayrıca şu an üniversitede de futbol dersi veriyorum öğrencilerime. Hatta 2. Lig ve 3. Lig oyuncuları da benim dersime giriyor. Şu anda bir nevi oyuncu yetiştiriyorum bile denilebilir. Çünkü teorik olarak futbol sistemleri üzerinde çalışmalar yapıyorum. Onlara bu konuları anlatıyorum. Bu durum benim için büyük bir avantaj. Çünkü sahaya çıktığımda takımların hangi sistemle oynadığını 5 dakika içerisinde çözebiliyorum. Ona göre bazı pozisyonlarda daha iyi yer alabiliyorum. Sistemde hangi oyuncunun nereye gittiğini biliyorum. O yüzden önceden futbol oynamanın ve futbolu bilmenin hakemlik yaparken büyük avantajı var.

5 kırmızı kartlı maç unutulmaz

Hakemlik kariyeriniz boyunca unutamadığınız maçlar var mı?

Hem de birkaç tane. Birisi 2003-2004 sezonunda İnönü Stadı'nda oynanan Beşiktaş-Samsunspor maçı. O karşılaşmada Beşiktaş'tan 5 oyuncu kırmızı kart görmüş ve maç yarıda kalmıştı. Maça Cem Papila ile birlikte çıkmıştık. Benim için asla unutulmayacak, mükemmel bir maçtı. Hâlâ konuşulan bu maçı, yıllar sonra da bir anı olarak anlatacağım herkese. Mükemmelden kastım, bu maçın Türkiye için bir ilk olması ve verilen kararların herkes tarafından konuşulmasıdır. Bir müsabakanın tatil olması bana göre bir mükemmelliği gösteriyor. Çünkü bir maç yarıda kalıyorsa, demek ki hakemin buna yetkisi var. Daha önce "Türkiye'de bu asla yapılamaz, bir takımdan 5 kişi atılabilir mi?" diye bir olgu vardı. Bu maçtaki mükemmelliğin en önemli yanı ise 5 kırmızı kart kararının da doğru olmasıydı. Zago'ya gösterilen ilk kırmızı kart benim katkımla olmuştu. Cem Hoca, Zago'ya ilk sarı kartı gösterdikten bir süre sonra, aynı oyuncu 3-5 metre yanımda bir mesafede rakibe faul yaptı. Faulden hemen sonra hocayla göz göze geldik ama kendisinde kart gösterme yönünde bir hareketlenme yoktu. Hocanın faulü açıdan dolayı tam olarak göremediğini düşündüm ve pozisyon çok yakınımda gerçekleştiği için Zago'nun ikinci sarı kartla cezalandırılması gerektiğini ilettim. Cem Hoca da bunun üzerine kendisini oyundan ihraç etti. Bu ihraçtan sonra daha da dikkatli olmalıydık. O gün hakemler arasında mükemmel bir işbirliği vardı. Bu sayede maçı çok başarılı bir şekilde götürdük. Cem Hocanın yüzüne kartopu atıldığını çoğu kişi hatırlar. Ama en az 50-60 tane kartopu da benim üzerime gelmişti. O maçtan kısa bir süre sonra Fenerbahçe ile Galatasaray arasında Şükrü Saraçoğlu'nda oynanan derbide görev aldım. O maçı da unutamam, çünkü benim açımdan güzel bir müsabaka olmuştu. 2002-2003 sezonunda Türkiye Kupası çeyrek finalinde yine İnönü'de oynanan Beşiktaş-Gençlerbirliği maçının ise benim için yeri ayrıdır. Çünkü bu maçtan müthiş zevk almıştım. Gençlerbirliği 2-0 öne geçmiş, Beşiktaş maçı çevirmiş ve normal süre 3-3 bitmişti, uzatmalarda ise Ankara ekibi 4-3 galip gelmişti. O maçta yine Beşiktaş'tan iki futbolcu oyun dışında kalmıştı. Bu müsabakada çok kritik ofsayt kararlarım olmuştu. O yüzden o maçın kasetini hâlâ izlerim. Bana göre eğer hakemlikte iyiyseniz gündemdeki maçlara çıkarsınız. Gündemdeki maçlara çıktığınız sürece de gündemin adamısınızdır zaten.

"Maç çok güzeldi, o yüzden çok zevk almıştım" dediniz. Maç güzel olduğu zaman, sizin de konsantrasyonunuz olumlu mu etkileniyor?

Elbette. Bu durumun katkısı inanılmaz. Müsabaka zevkli olunca, pozisyonlar artınca biz de bir nevi coşmaya başlıyoruz saha içinde. O anda sanatımızı sergiliyoruz. Futbolcu attığı üç çalımdan sonra nasıl kendini ispatlamak için dördüncü çalıma da girişiyorsa, biz de kurallar ve FIFA Talimatları çerçevesinde "Buradayız" demeliyiz ve diyoruz. Mesela çok ince bir ofsayt pozisyonunu oynatıyorsunuz ve kararınızdan eminsiniz. O zaman bir sonraki pozisyona baştan hazırsınız demektir. Maç içinde böyle pozisyonlar yaşanması, sizin de konsantrasyonunuzu arttırıyor.

Futbolcular için "Maça nasıl başlarsa öyle gider" denir. Bu durum hakemler için de geçerli mi?

Bana göre her şeyin başlangıcı çok önemlidir. Eğer başlangıç iyi olursa, gerisini de getirebilirsiniz. Müsabakanın başında 2-3 tane doğru karar verdikten sonra zaten maça tam anlamıyla ısınmış oluyorsunuz. Bir futbolcunun hiç ısınmadan topa vurduğunu düşünün. Her zaman bir risk, bir sakatlık ihtimali vardır. Bizde de bu ısınma durumu maç başında verdiğimiz ilk kararlarla ilgili. Eğer maçın başındaki ilk 2-3 kararımızda hatalı olursak ve bunu hissedersek, maçın geri kalan kısmında da toparlamanız çok zor olur. Bu yüzden maç başlangıcı ve ilk kararlar her zaman çok önemli bizim açımızdan.

Uyursanız ölürsünüz!

Maçlardan önce konsantrasyonu sağlamak ve maçlara motive olmak için ne gibi hazırlıklar yapıyorsunuz?

Eşimin müsabakalara mental olarak hazırlanmam yönünde inanılmaz katkısı var. İşimizin yoğunluğu nedeniyle çoğu zaman evin sorunlarıyla ilgilenemiyoruz. Eşim bir yandan evin sorunlarıyla boğuşurken, bir taraftan da benim dertlerimi dinliyor ve maçlara motive etmeye çalışıyor. Bu yüzden eşimin desteğinin başarımda çok büyük bir katkısı var. Maçlardan döndüğümde birlikte performansımı değerlendiriyoruz. Futbolla ilgilenmesi beni hem rahatlatıyor hem de mutlu ediyor. Bunun yanında bugüne kadar 100'ün üzerinde Süper Lig maçında görev aldım. Bu maçlarda tecrübe edinip, bir noktaya geldiğimi düşünüyorum. Hakemliğe profesyonel bir iş gibi bakıyorum ve temsil ettiğim, sorumlu olduğum kişi ve kurumları düşünerek motive oluyorum. Ayrıca motivasyon konusunda Serdar Terekli'ye de büyük bir teşekkür borcum var. Maçlardan önce kendisini ararım. Onu arayınca mutlu oluyorum, bizi rahatlatıyor. Benimle bir ağabey gibi konuşuyor. Benim görev bilincim işimi dürüst yapmaktan, adam gibi adam olmaktan geçer. Serdar Hoca da bendeki bu bilinci iyice su yüzüne çıkartıyor. Bu konuda bir örnek vermek istiyorum. Geçen sezon 33. haftadaki Ankaragücü- Fenerbahçe maçında görev yapacaktım. Silivri'deki kampta Serdar Hoca bize dedi ki; "Bu müsabakalara öyle çıkacaksınız ki, maçta bir an bile uyumayacaksınız." Kendi kendime "Zaten uyumuyoruz ki" dedim. Ama başka bir motivasyon şekli çıktı ortaya. Bize "Eğer uyursanız ölürsünüz. Eğer siz ölürseniz, biz de ölürüz" dedi. Bunu söylerken bizi yöneten, bize inanan ve maçlara atayan insanları kastetmişti. Serdar Hocanın bu söyleminden çok etkilenmiş ve duygulanmıştım. O maçta birlikte görev yapacağım Kuddusi Müftüoğlu ve Mustafa Emre Eyisoy'la bir araya geldiğimizde, inanın bu sözü kendi aramızda tekrarlamaya başladık. O maça hazırlanma aşamamız çok farklı olmuştu. Maçlara motive olmak deyince aklıma beni çok etkileyen bu olay geliyor.

Son dönemlerde hakemlerin eğitiminde yurt dışından getirilen mentörler de yer alıyor. Yabancı mentörlerden aldığınız eğitimler size neler kattı? Ne gibi farklılıklar gözlemlediniz?

Farklı kültürlere sahip kişilerden eğitim aldığınız zaman artı ve eksilerinizi daha iyi görüyorsunuz. Kendinizin artılarını gördüğünüz gibi, aynı zamanda da yabancı mentörler sayesinde eksiklerinizi de kapatabiliyorsunuz. Ancak şunu da belirtmeliyim ki; gelen yabancı eğitimciler sayesinde biz Türk hakemlerinin dünyaya göre hiç de geride olmadığını gördük. Tam tersine ileri bir seviyede olduğumuzu söyleyebilirim. Aslında yabancı mentörlerden aldığımız eğitim, daha önce Türk eğitimcilerden aldığımızla hemen hemen aynıydı. Çok küçük farklılıklar vardı ortada. Biz de eğitim süresince bu küçük farklılıkları yakalamaya çalıştık. Bu eğitimlerin sonunda da Türk mentörlerin verdiği eğitimin de ne kadar iyi ve ileri seviyede olduğunu görmüş olduk. Futbolun dili her yerde aynı. Önemli olan küçük farklılıkları yakalamak. Biz de yabancı mentörlerden aldığımız eğitim sayesinde bu farklılıkları yakalamış olduk.

Son Dünya Kupası'nda hakemlerin inanılmaz hatalar yapabildiğini gördük. Bu konudaki görüşünüz ne? Ayrıca UEFA'nın oyuna 5. ve 6. hakemi yerleştirme projesi var son dönemlerde. Daha çok yardımcı hakemin olması oyun içinde sizin işinizi nasıl etkiler?

İnsanın olduğu yerde her zaman hata olması doğaldır. Evde, ailenize karşı bile hatanız olabiliyor yeri geldiğinde. Benim anlayamadığım, Türkiye'de neden hakem hatalarının bu kadar çok konuşulduğu. Futbolda nasıl bir takım gol kaçırıyor ya da savunma hatası yaparak gol yiyorsa, hakemler de maçlarda istem dışı 1-2 hata yapabiliyor. Önemli olan bu hataların kasıtsız yapılıyor olması. Dünya Kupası'nda yapılan hataları görünce, Türk hakemlerinin iyi bir seviyede olduğunu daha iyi anladım. Türk yardımcı hakemlerin hatalarına bakıldığı zaman, ofsayt pozisyonlarında "5-10 cm ileride ya da geride" yorumları yapılıyor. Bu ölçünün bu kadar az olması, Türk yardımcı hakemlerinin başarılı olduğunu gösteriyor aslında. Dünya Kupası'nda verilen hatalı kararlardan sonra da herkes Türk hakemlerine bu konuda hak vermeye başladı. Ama yarın benzer bir hata Türk hakemleri tarafından yapılırsa, aynı şekilde bize hak verilecek mi, bunu bilemiyorum. Bana "Dünyadaki en zor meslek nedir?" diye sorarsanız, "Yardımcı hakemlik" cevabını veririm. Bu nedenle ilâve hakem uygulamasının, yardımcı hakemlere çok yararlı olacağını düşünüyorum. Dünya Kupası'nda da gördüğümüz gibi ani bir pozisyon olunca, yardımcı hakem topun 20-30 cm. gerisinde kalabiliyor. Böyle durumlarda kale çizgisi hizasında duran bir hakemin, kararın doğru verilmesine katkısı çok büyük olacaktır. Ancak ilâve hakemler de hata yapabilir. Önemli olan bu hakemlerin oyuna girişiyle beraber bu hataların en aza indirilecek olmasıdır.

Güneydoğu'da ve Doğu Anadolu'da sporla ilgilenmek ve futbol oynamak isteyen gençlerin imkânları diğer bölgelerdeki gençlere oranla daha kısıtlı. Bu bölgede yaşayan bir spor adamı olarak, sizce bu gençlerin spora teşvik edilmesi ve altyapı imkânlarının geliştirilmesi için neler yapılabilir?

Öncelikle şunu söylemek isterim ki, bir ili, bir bölgeyi iyi anlamak için öncelikle belli bir süre orada yaşamak lâzım. İnsanların Doğu'yu, Güneydoğu'yu görmesi lâzım. Biz yıllar boyu bu bölgeye gelen hakem ağabeylerimizden futbol kurallarını, hakem disiplini ve hakem terbiyesi ile birlikte öğrendik. Şimdi de bu disiplin ve terbiyeyi gençlere aşılamaya çalışıyoruz. Bu meslekte özellikle hakem terbiyesi bana göre her şeyden önce gelir. Bu bir devir-teslimdir aslında. Severek, isteyerek bu devir-teslim işini yapmamız gerekir. Tabii ki Doğu Anadolu ve Güneydoğu'ya baktığımız zaman spora katılımcı sayısı diğer bölgelere oranla daha düşük. Ama emin olun ki bu fark yavaş yavaş kapanıyor. Benim de hocalık yaptığım Dicle Üniversitesi Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu'nun buradaki gençleri spora kazandırma konusunda çok ciddi çalışmaları var. Gerek rektörümüz Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç, gerekse de bölümdeki müdürümüz ve öğretim görevlilerimiz, bölgede sporu yaygın hâle getirme konusunda çok önemli işler yapıyor. Ayrıca spora katılımcı bir jenerasyon olduğunu da görüyorum bu bölgede. Özellikle hakemliği daha çok seven, daha çok bağlı, daha çok duyarlı arkadaşlarımız var. MHK'nın de gerek bölgesel hakemlik, gerekse diğer konularda bölgemize çok büyük katkıları oluyor son zamanlarda. Hakemliğe duyarlı yeni nesil de bunun farkında. Güneydoğu'da şu yıllarda BESYO'da okuyan öğrencilerden gerçekten iyi hakemler yetişmekte. Özellikle teknoloji bakımından artık Türkiye'nin her bölgesine ulaşılabiliyor. Yani MHK İstanbul'da verdiği eğitimin aynısını Diyarbakır'da da verebiliyor. Ben de Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde bulunan klasman ve il hakemlerine elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyorum. Onlara özellikle Süper Lig'i, katıldığımız seminerleri, hakemliğin güzel taraflarını anlatıyorum. Çünkü buralara gelmek herkese nasip olmaz. Türkiye'de 80 üst klasman hakeminin arasına bir Diyarbakırlı olarak girebildiysem, kendi yaşadığım bölgede hakemlik yapan herkesin bu durumu iyi düşünmesi gerektiğine ve bunu başarabileceğine inanıyorum. Bir yerlere gelebilmek basit olabilir, ancak o geldiğin noktada kalmak gerçekten zor. Bu konuda Sürhat Müniroğlu ile de ilgili güzel bir anım var. Ben üniversitedeyken ve aynı zamanda C Klasman hakemiyken Diyarbakır'a gelmişti. Kendisine hayran kalmıştım. Diyarbakır'a geldiğinde onunla çektirdiğim fotoğrafları hâlâ evimde saklarım. Şu anda kendisi de seminerlerde ve tüm diğer konularda bize yardımcı oluyor. Yani Doğu-Batı ayrımı yok onun gözünde. Diğer hocalarda ve hakem arkadaşlarımda da bu ayrım düşüncesi yok ama Sürhat Hocada bunu daha farklı hissediyorum. Ne zaman bir eksiğimiz olsa hemen yardımımıza koşuyor. Geçtiğimiz ay yapılan sezon öncesi hakem seminerinde beni etkileyen bir olayı da sizlerle paylaşmak istiyorum. Federasyon Başkanımız Sayın Mahmut Özgener beni gördü ve "Nihat Mızrak ne yapıyorsun, nasılsın?" deyip sarıldı. Bu olay karşısında gerçekten çok duygulandım. Çünkü başkanın bu sıcaklığı hiçbir ayrımın olmadığını, herkesin eşit olduğunu gösteriyordu. İşte bu olumlu düşünce anlayışı sayesinde ileriki yıllarda Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu'da daha da çok gencin spora yöneleceğini düşünüyorum.