U20 Millî Takımımızın orta sahadaki en önemli kozlarından birisi. Belçika'da doğdu, futbola orada başladı, İngiliz takımlarından Birmingham City'nin altyapısında 2 yıl oynadıktan sonra Belçika'ya dönüp en üst ligde Beerschot formasını giydi. Mücadeleci yapısı, kuvveti ve sert şutlarıyla ideal bir ön libero. İngiltere'de geçirdiği iki yılın kendisini adam ettiğini, futbolu ailesi için oynadığını anlatıyor, Türkiye'den gelen teklifleri geri çevirip Standart Liege'i tercih etmesini başlıktaki cümleyle açıklıyor. 19 yaşında ama en az 10 yaş daha büyük birisinin olgunluğuyla konuşan, samimi, sözünü esirgemeyen bir yıldız adayı var karşımızda.
Röportaj: Mazlum Uluç
U20 Millî Takımımıza yeni katılan oyunculardan birisin ancak genç yaşında hem Belçika'da hem de İngiltere'de oynama fırsatı bulmuşsun. Seni yakından tanıyalım istiyoruz. Futbola ne zaman ve nasıl başladın?
8 yaşında televizyonda Tsubasa'yı izlerken futbolla tanıştım. Sokakta düşe kalka futbol oynarken babam beni Belçika'daki amatör Türk takımlarından birisine yazdırdı. Daha sonra Berchem Sport'a, oradan Belçika 1. Lig takımlarından Beerschot'a geçtim. Sonrasında da Birmingham City'ye transfer olarak İngiltere'ye gittim.
Burada biraz duralım istersen. Bize biraz ailenden söz eder misin?
Aslen Ardahan Posofluyum. Ahıska Türklerindeniz. Belçika'ya ilk olarak dedem gitmiş. Orada kalabilmek için tam yedi deneme yapmış. Turist olarak gittiği ilk altı seferde geri gönderilmiş ama yedincisinde kabul edilmiş. Daha sonra çocuklarını da yanına getirmiş. Babam Belçika'da doğmuş. Üç kardeşiz. Bir abim, bir kız kardeşim var. Babam emekli, annem ev hanımı.
Babanın futbolla bir ilgisi var mı?
Babam Belçika'da şampiyonlukları olan eski bir güreşçi. Benim ve abimin de güreşçi olmamızı istemişti aslında. Evde bize sık sık güreş tuttururdu. Ama biz babamızın bu isteğine rağmen güreşi seçmedik. Abim de ben de futbolcu olduk. Abim 16 yaşına kadar oynadıktan sonra kararını yüksek öğrenim yönünde verdi. Halen elektrik mühendisliği okuyor. Bense 16 yaşına kadar Belçika'da okuduktan sonra İngiltere'ye gittiğim için eğitimimi yarıda bıraktım. İngiltere'de ise mecburi İngilizce ve matematik kursuna yazıldım.
Matematiğin iyi mi yani şimdi?
Fena değil... İngilizceyi zaten biliyordum ama İngiliz aksanıyla konuşmayı öğrenmek çok daha iyi oldu benim açımdan.
Kaç lisan biliyorsun?
İngilizce, Fransızca, Flamanca ve Türkçe biliyorum. Futbolu bıraksam da aç kalmam yani... Menajerlik yapabilirim mesela (gülüyor).
Birmingham City'ye gidişine gelirsek, nasıl gerçekleşti bu transfer?
O zamanlar 15-16 yaşında A2 takımıyla maçlara çıkıyordum. 16 yaşına geldiğiniz anda yarı profesyonel sözleşme hakkınız doğuyor. Beerschot'la bu konuyu görüştüm ama olmadı, tercihlerini benden yana kullanmadılar. Menajerim bana Birmingham City'nin talip olduğunu söyleyince denenmek üzere İngiltere'ye gittim. Birkaç antrenmana çıktım, beğenildim ve o dönemde Premier Lig takımı olan Birmingham City ile sözleşme imzaladım.
16 yaşındasın ve futbol oynamak için başka bir ülkeye gidiyorsun. Senin için zor olmadı mı?
Zor değil, çok zor oldu benim içim. Belçika'da doğup büyüsem de klasik Türk terbiyesiyle yetişmiş birisi olarak İngiltere'de çok farklı bir kültürün içine girdim. Orada bir İngiliz ailenin yanında kaldım. Yemek kültürleri benim kültürümün çok dışındaydı. Tavuktan başka bir şey yemiyor ve zamanımı odamda geçiriyordum. Benim için çok sıkıntılı bir dönemdi ama bir şeyleri elde edebilmek için bu sıkıntılara göğüs germek zorundasınız.
İngiltere'de geçirdiğin iki sene sana neler kazandırdı?
O iki sene bana adam olmayı, kendi ayaklarımın üzerinde durmayı öğretti. Bir de hayatın çok zalim olduğunu... Sevinçlerinizi yaşarken sevdikleriniz yanınızda değil, paylaşıp çoğaltamıyorsunuz. Üzüntünüz olduğunda dostlarınız yanınızda değil, paylaşıp azaltamıyorsunuz. Ailenize de bir şey yansıtmamaya çalışıyorsunuz. Çünkü onları üzmek istemiyorsunuz. O yüzden her şeyi içime attım. Fakat geriye dönüp baktığımda başarılı olduğumu düşünüyorum ve "İyi ki böyle bir tecrübeyi yaşamışım" diyorum.
Birmingham City'de hangi düzeyde oynadın?
İlk yılımda U18'de oynadım. İkinci sene A2 takımına aldılar. O dönemde A2'de oynadım ama A takımla antrenmanlara çıktım. Alexander Hleb, Joe Hart gibi yıldızlarla birlikte antrenmanlara çıktım. Orada futbolun sadece bir oyun veya bir spor olmadığını anladım.
Nasıl yani?
Futboldan ekmek kazanmak istediğimi orada anladım. Futbol olmasaydı, rahatlıkla ekmek yiyebileceğim başka bir meslek olmadığını gördüm. Çünkü severek yapabileceğim başka bir iş olmazdı. Joe Hart'a, Alexander Hleb'e, Nikola Zigic'e bakarken, "Onlar yaptıysa ben neden yapmayayım, onlar bu işten ekmek yiyorsa ben niye yemeyeyim" diye düşündüm. Bu da beni motive etti.
Peki, Belçika'da yetişmiş bir oyuncu olarak İngiltere'de oynanan futbola nasıl adapte oldun? Arada ciddi farklar var mıydı?
Başlangıçta hatırlıyorum, her mücadeleden sonra yere yatıyordum. Hoca da oyunu durdurmuyordu, benim bu sertliğe ve tempoya alışmamı istiyordu. İngiltere'deki tempo farkı inanılmaz, futbol anlayışı ise çok farklı. Orada çok direkt bir futbol oynanıyor. Arkadan topu şişir, önde savaş ve gol at. Oyunu geriden kuralım, dört-beş pas yapalım diye bir düşünce yok. Belki çok basit anlattım ama İngiltere'deki futbol özetle böyle.
Peki neden İngiltere'de kalmak yerine Belçika'ya döndün?
İki sene sona erdiğinde 18 yaşına giriyordum ve Birmingham City ile profesyonel sözleşme imzalama aşamasına gelmiştim. Ama tam o sırada kulüp başkanı Hong Kong'da kara para aklamaktan hapse girdi. Takım küme düştü, sponsorlar kulüpten desteğini çekti ve bir maddi kriz yaşanmaya başlandı. Yöneticiler bana "Senin 200-300 bin euronu ödeyemeyeceğiz" dedi. Düşünebiliyor musunuz, bir gün önce Premier Lig takımıyla antrenmana çıkarken, ertesi gün hiçbir yerdesiniz.
Senin için büyük bir hayal kırıklığı olmalı...
Hayal kırıklığından bir adım daha öte. Dünyanın yedi kat dibi diyorlar ya... Ondan daha da fazla. Çünkü o ana kadar U18, U19'da ilk on bir oynuyorsunuz. İki senedir, "Birkaç yıl içinde A takımda oynayacaksın, sana kontrat vereceğiz" deniliyor. Bu duyguları yaşarken bir anda bütün dünyanız yıkılıyor. Ama Allah babamdan razı olsun; bir telefonla 6 saat içinde yanıma geldi. Valizimizi topladık ve Belçika'ya döndük.
Yeniden Beerschot'la anlaşman nasıl oldu?
Belçika'ya dönünce şöyle bir durup düşündüm. Kulübümüz kontrat uzatmadı ve bunun bir iyi, bir de kötü yanı var. İyi yanı, beni alacak olan kulüp bonservis bedeli ödemeyecek. Kötü yanı, kulübü tarafından yollanmış bir oyuncusun ve yüksek bir bedel isteme şansın yok. Babamla birlikte düşündük ve eski takımıma dönmeye karar verdik. Beerschot'la yaptığım o görüşmeyi hiç unutmayacağım. Futbol direktörü bana, "Kulübün maddi durumu çok kötü, biz zaten transferlerimizi yaptık" gibi sözler sarf etti. "Fazla konuşmanıza gerek yok. Ben para istemiyorum, sadece burada futbol oynamak istiyorum" dedim. Kontratı imzalamayı, parayı kendilerinin belirlemesini teklif ettim. Çünkü dört ay içinde A takıma çıkacağıma inanıyordum. Aşırı derecede motiveydim. Sokağa çıktığımda insanlar "İngiltere'ye giden Alpaslan" değil, "İngiltere'den dönen Alpaslan" gözüyle bakıyorlardı bana. Sonuçta sözleşmeyi imzaladık. Dört ay A2 takımında oynadım. Dört ay sonra bir daha masaya oturduk. Bana "A takımla Antalya'ya gideceksin" dediler. Antalya'da bir önceki yılın şampiyonu Genk'e karşı ilk on birde başladım. Demek ki iki adım öne atabilmek için bazen bir adım geri gitmek gerekiyormuş. Kamptan döndükten sonra, Standart Liege'le oynanan ilk maç dışında bütün karşılaşmalarda aralıksız forma giydim.
Sağ bekte ve orta sahada oynuyorsun.... Asıl mevkiin neresi, kendini en iyi hangi bölgede ifade edebiliyorsun?
Başlangıçtan itibaren hep ön libero oynadım. Ama geçtiğimiz sezon hocamız beni sürekli sağ bek oynattı. Fena da oynamadım. Bu nedenle Türkiye'den gelen kulüpler beni hep sağ bek olarak görüp değerlendirdi. Orta sahada zaman zaman dörtlünün sağında da oynadım ama bu kâğıt üzerinde böyleydi. Daha çok içeriye girerek ikinci bir ön libero gibi görev yapıyordum. Gerçek mevkiim kesinlikle ön libero. Fiziksel özelliklerim de buna müsait. Benim anlayışıma göre kanat oyuncusu daha kısa boylu, süratli ve çabuk olur. Benim boyum 1.86. Sağ bek de oynarım oynamasına ama pas, şut ve hava toplarındaki hâkimiyet özelliklerim bir ön libero için ideal özellikler.
Beğendiğin, örnek aldığın oyuncular var mı?
Siz de görüyorsunuz, bir çok oyuncu Messi ya da Ronaldo'ya karşı oynarken, daha maç bitmeden formasını almaya çalışıyor. Ben bu anlamda hiç kimseyi örnek almam. Çünkü her insanın kendisine göre özellikleri olduğuna inanıyorum. Tamam, o başarmış, ben de başarılı olma konusunda onu örnek alabilirim. Fakat "O saçını böyle kazıtmış, ben de aynısını yapayım" ya da "O topa böyle vuruyor, ben de öyle vurayım" gibi düşüncelerim asla olmaz. İmrenirim ama kıskanmam. "O yaptıysa ben de yapabilirim" diye düşünürüm sadece. Tüm bunları söylerken, beğendiğim oyunculardan da söz edeyim. Bir Xabi Alonso'yu ya da Xavi'yi hangi üslupla, hangi kelimelerle anlatabileceğimi de bilemiyorum. Beni izleyenler ise Hamit Altıntop'a benzetiyor.
Millî Takım tercihinde başlangıçta Türkiye'yi seçtin, sonrasında Belçika'da oynadın. Bunun nedeni neydi?
Bu aslında karışık ve duygusal bir hikâye. U18'de bir Almanya kampı için Türkiye'ye çağrıldım. Almanya kampında takımın çalışma metodunu ve oradaki grubu beğenmedim. Oyunculardan yanıma gelip de halimi hatırımı soran hiç kimse yoktu. Çok havalı oyunculardı. Ben Premier Lig takımı Birmingham City'den geliyordum ama burada alt liglerde oynayan arkadaşımın havası benden beş kat fazlaydı. Yanlarına yaklaşmak mümkün değildi. İyi oynayan oyuncunun hava atmasına saygı gösterebilirim. Yeri geldiğinde ben de iyiysem hava atabilirim. "Atmıyorum" diyen yalan söyler çünkü.
Messi atmıyor ama...
Ben videosunu izledim, Messi de yapıyor bazen. Her neyse, U18'deki bu atmosferi görünce, "Ben artık gelmiyorum" dedim. Bunun üzerine Belçika'yı denemeye karar verdim. U18, U19 ve U21 düzeyinde Belçika Millî Takımı'nda oynadım. Hatta millî düzeyde ilk golümü de Türkiye'ye attım. Bu sezon nihai kararımı vermem gerekiyordu. Belçika A Millî Takımı'nın yardımcı antrenörüyle bir görüşmem oldu. "Benim hakkımda ne düşünüyorsunuz?" diye sordum. Bana, "Seni A Millî Takım için düşünüyoruz ama şimdi değil. 2-3 yıl beklemen gerek" cevabını verdi. O dönemde U21 Millî Takımı'nın başında bulunan Tolunay Kafkas Hocam Belçika'ya geldi ve beni çok istediğini söyledi. Kendisine, "Benimle ilgilenilecekse gelirim. Geçmişte yaşadıklarım tekrarlanacaksa hiç gelmeyeyim" karşılığını verdim. Bu arada üç yıl önceki oyuncu grubu da büyük ölçüde değişikliğe uğramıştı. Tolunay Hocamın "Merak etme" cevabı üzerine U21 Millî Takımı'nda oynamak üzere Türkiye'ye geldim.
Ancak U21 Millî Takımı'nda oynayamadın...
Norveç maçının kampına çağrıldım. Ancak ben kampa katılmadan Tolunay Hoca Trabzonspor'a gitti. Geldiğimde takımın başında Okan Buruk Hocam vardı. O da beni çok iyi karşıladı, "Seni uzun zamandır izliyor ve istiyoruz" dedi. Fakat Norveç maçında oynayamadım. Çünkü resmi prosedür tamamlanamamıştı. Aradan kısa bir süre geçti, bir telefon geldi, U20'ye çağırdılar. Önce şaşırdım, "Daha önce U21'e çağırmışlardı, şimdi U20'ye düşürüyorlar" diye geçirdim aklımdan. Hemen menajerimi aradım. Menajerim bana "U20 Dünya Kupası çok önemli bir organizasyon. Seni onun için U20'de düşünüyorlar" deyince, "Büyük bir şeref" diyerek koşarak geldim. Gerçekten buradaki bütün arkadaşlarım çok temiz kalpli, çok samimi insanlar. Benim için önemli olan da bu. Ben her gün yanıma gelinip, "Alpaslan'ım, koçum, nasılsın?" denmesini beklemiyorum elbette. Sadece samimiyet görmek istiyorum. Bu samimiyeti görünce, gösterilen hedefe en önde giderim.
Feyyaz Uçar'la ilişkilerin nasıl?
Feyyaz Hocam çok karizmatik birisi. Futbolculuğu tartışılmaz ama ben o dönemde çocuk beziyle gezdiğim için hocalığı üzerine konuşayım. Beni gerçekten samimiyetle kucakladı. Söyleyeceği bir şey varsa gelip benim yüzüme söylüyor. Böyle yaptıkları için Feyyaz Hocamı da Emre Aşık Hocamı da Ömür Altunsöz Hocamı da çok seviyorum.
Genç yaşına rağmen Belçika'nın en üst liginde oynuyorsun. A takımda ilk olarak oynamaya başladığında kaç yaşındaydın? Takımdaki konumun nasıldı?
Belçika Ligi'nde oynamaya başladığımda 18 yaşındaydım. 1.5 sezon boyunca banko oynadım. İlk oynamaya başladığımda adeta ayaklarım yere basmıyordu. Berbere, manava veya bakkala gittiğinizde herkes, "Ooo, bu Beerschot'un oyuncusu Alpaslan" diyor ve fotoğraf çektirmek istiyordu. İkinci sezonumun da bu havayla çok daha iyi geçmesini bekliyordum ama öyle olmadı. Takımın başına Hollandalı bir hoca geldi, Adrie Koster. Gelirken de dört yeni oyuncu getirdi. Bunların üçü orta saha oyuncusuydu. Dolayısıyla bana sağ bek oynamak düştü. Ama sezon sonunda da takım küme düştü.
Senin açından sezon nasıl geçti?
Çok üzüldüm ve çok ağladım. Yenilmek gerçekten de kanıma dokunuyor. Bunu artistlik için söylemiyorum. Zaten beni sahada izleyen, söylediğime inanır. Maçların çoğunu kaybettik. Ama yenildiğimiz rakiplere bakınca kendimden utanıyordum. Çünkü çoğundan daha kaliteli bir takımdık. Bu bana çok ağır geldi. Bir sezon önce beni el üstünde tutan manav, berber, bakkal bu sefer, "Yine mi yenildiniz?" demeye başladı. Bu nedenle defalarca bir köşeye çekilip ağladığımı bilirim. Ama bu üzüntüler de bana kazanmanın çok güzel bir şey olduğunu öğretti. İçimdeki kazanma hırsı ve arzusu daha da arttı. Takım küme düştü ama ben düşmedim.
Yeni sezonda ne yapacaksın?
Beerschot küme düşünce serbest kaldım ve Standart Liege takımıyla 5 sezonluk sözleşme yaptım. Standart, Belçika'nın üç büyük kulübünden biri. Benim için iyi bir transfer olduğunu söyleyebilirim.
Peki, orada da sağ bek mi oynayacaksın?
Onu bilmiyorum. Ama takımın başına İsrailli Guy Luzon getirildi. İsrail U21 Takımı'nın eski teknik direktörü. Eğer benim onlara Belçika formasıyla attığım golü unutmadıysa sağ bek oynatmaz (gülüyor).
Hâlâ eksik olduğunu, geliştirmen gerektiğini düşündüğün yönlerin var mı?
Kesinlikle var. Özeleştiri yapmaktan hiç çekinmem. Öyle kompleksleri olan birisi değilim. Sol ayağımı geliştirmem gerekiyor. Dar alanda daha çabuk dönüşler yapabilmem lâzım.
İyi yönlerin neler?
Onu başkaları anlatsın. Ben daha çok iyi yapamadığım şeyleri konuşurum.
Türkiye'den de teklifler almıştın, neden Standart Liege'i tercih ettin?
Türkiye'den birçok kulüpten teklif aldım. Özellikle Trabzonspor ve Eskişehirspor çok istedi. Ama Türk kulüplerinin transferdeki tavrı benim anlayışıma pek uymuyor. Arıyorlar, "Seni çok istiyoruz" diyorlar, iki hafta sonra bir daha arayıp yine aynı şeyi söylüyorlar. Aradan bir hafta daha geçiyor, onlar yine beni çok istediklerini tekrarlıyorlar. Standart Liege ise bir gece benimle görüştü, ertesi gün başkanın karşısına çıktım. Başkan bana, "Ben de sportif ekip de seni çok istiyoruz. İşte bu da kontratın" dedi. Bu samimiyeti gördüğüm anda "Tamam" dedim. Benim için her şey 48 saat içinde bitti.
Aslında Türkiye'de Belçika'dan daha fazla para kazanabilirdin ama galiba sen işin başka bir tarafındasın.
Aynen öyle. Eğer mesele para olsaydı Türkiye'ye gelirdim. Çoğu gurbetçi oyuncu gibi 3-4 sene burada kalıp paramı alır, Belçika'ya dönüp Beerschot gibi küme düşmemek için mücadele eden bir takımda oynar, çevirir yastığımı yatarım.
Sen ne istiyorsun peki?
Ben futbolu elbette sevdiğim için oynuyorum ama daha çok ailem için oynuyorum. Ben futbolcu olmadan önce ekonomik krizdeydik. Ailemin rahat bir hayat yaşamasını istiyorum ve onlar için çaba harcıyorum. Babam Belçika'da teneke ustasıydı. Hasan'dan alıp Ali'ye, Ali'den alıp Mehmet'e veriyordu. Ama devran böyle gitmez. Borç borç üstüne birikti, ben çok genç yaşta büyük bir sorumluluk altına girdim ve İngiltere'ye gittim, orası beni adam etti.
E o zaman daha çok para kazanmayı, dolayısıyla sana daha fazla para verebilecek Türk kulüplerine gelmeyi tercih etmen gerekmez miydi?
Ben kariyerimi paraya satmam. Bazen bir adım geriye çekilirsiniz, o adım sizi sonraki aşamada iki adım öteye taşır. Standart Liege'de iyi bir performans gösterirsem, gideceğim yerler belli. İngiltere, İspanya, Almanya veya İtalya. Şimdi hem Belçika'da oynayacağım hem Beerschot'tan daha iyi bir takımda forma giyeceğim hem de aileme 140 kilometre mesafede bulunacağım. Bunların hepsi bana doğru bir karar verdiğimi gösteriyor. Ama Türkiye'ye gelip, 2 hafta oynayıp 28 hafta kenarda oturursam bundan mutluluk duymam. Kazandığım para da bana helâl gelmez. O parayı alın terimle kazanmam gerekir. Ben, yatayım da param gelsin diye bakan birisi değilim. Ailem böyle öğretti çünkü.
Futboldan para kazanmaya başladıktan sonra ailenin daha rahat yaşamasını sağlayabildin mi?
Elbette. 1.5 sezondur profesyonel olarak oynadım ve bu süre içinde çok rahatladık. Artık "Fatura geldi, nasıl ödeyeceğiz" ya da "Şuraya gidip gezersek paramız yeter mi?" gibi düşüncelerimiz yok çok şükür. Bundan sonrası için de ailemin daha rahat yaşaması için mücadele edeceğim. Her zaman helâlinden kazanacağım.
Türkiye'de genç oyuncuların altında çok lüks arabalar var. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?
O gençleri de anlıyorum. Çünkü bu bir grup baskısı. Çocuk sağındakine bakıyor öyle bir araba görüyor, solundakine bakıyor yine öyle bir araba görüyor. O da tabii aynı arabaya binmek istiyor. Ben de isterim elbette. Ama önce babamın, abimin binmesini isterim, sonra sıra bana gelirse gelir.
Futbolun dışında nelerle ilgileniyorsun? Konuşmalarına bakınca hayat üzerine okuyan ve düşünen bir genç olarak görünüyorsun.
Babam kitap okumayı çok sever. Özellikle tarih üzerine çok okur. Bizleri de kendisi gibi yetiştirdi. Hep cemiyetin içinde olduk. Oturmasını, konuşmasını, dinlemesini bilen gençler olarak yetiştirilmeye çalışıldık. Babamı tanısanız, benim neden böyle konuştuğumu çok iyi anlarsınız. Babam benim için çok değerli.
Sen neler okuyorsun?
Tarih okuyorum ve dersler çıkarmaya çalışıyorum. İki kardeşin padişahlık için verdiği mücadele, aslında bugün bizim ilk on bire girmek için verdiğimiz mücadele gibi... Araçlar farklı ama amaçlar aynı. Bir de insanların üzerine konuştuğu konular üzerine fikrim olmasını istiyorum. Bu nedenle çok okumaya çalışıyorum.