TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Bekir İrtegün: Zeki, çalışkan ve entelektüel 1.09.2012
Bekir İrtegün: Zeki, çalışkan ve entelektüel

Daum döneminde hasret kaldığı Fenerbahçe formasını dişiyle tırnağıyla çalışıp kazanmakla kalmadı, bir çok oyucu için geç denilebilecek bir dönemde A Millî Takım formasıyla da tanıştı. Görev bilinci, çalışma ciddiyeti, oyun zekâsı ve asla pes etmeyen yapısı bir yana ağzından çıkan her cümleyle farklı bir oyuncu olduğunu ortaya koyuyor. "Bu bir ayrıcalık değil" vurgusuyla sıkı bir kitap okuyucusu. Bağlama çalan, dünyayı anlamak için tarihi, siyaseti ilgi alanı olarak belirleyen, iyi bir teknik direktör olmayı hedefleyen ve ekibini bile şimdiden oluşturan değişik bir futbolcu var karşımızda...

Röportaj: Türker Tozar

Fenerbahçe'ye ilk transfer olduğunda ilk 11'in daimi oyuncusu olmak için öncelikli olarak neler yapman gerektiğini düşünüyordun? Sana göre neleri yapabildin, neleri yapamadın?

Fenerbahçe'ye ilk transfer olduğumdaki düşüncem ve hayallerimle başladığım dönemdeki ortam pek uyuşmadı. Çok iyi bir hazırlık dönemi geçirdikten sonra iyi olduğum mevkide değil de sağ bekte görev aldım. O sağ bekte de Gökhan Gönül'ün arkasından oynamak benim için çok zor oldu. Çünkü orada Gökhan'ın performansına çok alışılmış. Öyle bir yapı var ki, kim oynarsa oynasın Gökhan Gönül'ün performansı bekleniyor. Ona göre eleştiriler yapılıyor. Bu anlamda benim için büyük sıkıntılar oldu. Ta ki kendi mevkiimde şans bulana kadar. Benim için çok zor bir maçta ilk defa kendi mevkiimde şans buldum. Lille maçıydı ve rövanş karşılaşmasıydı. Çok iyi bir takıma karşı çok stresli bir maç oynamış ama altından kalkmasını bilmiştim. Çok iyi performans sergilemiştim. Ondan sonrası da peşi sıra geldi. Bir kere çok çalışmak ve gelen şansları çok iyi değerlendirmek gerektiğinin farkına vardım. En önemli şeylerden bir tanesi hangi durumda olursanız olun çalışmayı bırakmamak. Bunların hepsini Fenerbahçe'ye gelince daha iyi anladım ve bu doğrultuda devam ettim. Var olan gelişmeler de benim önümü açtı.

Uzun süre boyunca takımda yedek bekledin. Hatta bazı zamanlar on sekize giremediğin haftalar bile oldu. Bu süreçte takımdan ayrılmak hiç aklına geldi mi? Gelmediyse seni ayakta tutan ve direnmeni sağlayan motivasyon neydi?

En zor durum bu işte. Çok uzun süre oynamamak. Benim kadroya giremediğim zamanlar da oldu, performansımın kötü olduğu dönemler de oldu. Bunların bedeli büyük takımlarda çok ağır oluyor. Burada oyuncu karakteriniz, psikolojik durumunuz, kişisel yapınız devreye giriyor. Çok zor günler geçirdim. O günleri de hiç bir zaman unutmam. Bana çok büyük tecrübe oldu. Ama başta da söylediğim gibi çalışmayı hiç bırakmadım. Çalışmayı bırakmamak da biraz futbolcu yapısıyla alâkalı bir şey. Burada ince bir ayrım var. Oynamadığım dönemlerde evet çok mutsuzdum, ama antrenmanda kendimi bıraktığım zaman çok daha fazla mutsuz oluyordum. Kötü antrenman yaptığım zaman onun mutsuzluğunu daha çok yaşıyordum. Kendimce şöyle bir formül geliştirdim; oynamasam bile antrenmanlarda iyi çalıştığımda eve mutlu dönüyordum. "Ben üzerime düşeni yaptım" diye düşünüyor ve vicdanen rahat oluyordum. Bu da psikolojimi yukarı çekiyordu. Ondan sonra gelecek olan şansları bekliyordum ama gerçekten benim için çok zorlu bir dönemdi. Çünkü ilk izlenim çok önemlidir. Üzüldüğüm tek şey, kendi mevkiimde şans bulamamaktı. Fenerbahçe'ye stoper olarak transfer edildim ama o mevkide aylarca oynayamadım. İnsanlar beni sağ bekte formsuz bir Bekir olarak izledi. Geçmişte sağ bek oynamıştım ama büyük takımda sağ bek oynamak çok farklı. Savunma anlamında bir sıkıntı yaşamasam da hücuma yeterince destek veremiyordum. Bu da büyük tepkilere yol açıyordu. Türkiye'deki yazarlar da eleştirirken biraz acımasız olduğu için onlar da çok canımı yaktı. Türkiye'deki futbol böyle. İyi olursanız zirveye çıkartılıyorsunuz, kötü olursanız hemen alaşağı ediliyorsunuz. Ama artık bunlara çok fazla takılmıyorum. Takımdan ayrılma düşüncesine gelince, ben pes eden bir insan değilim. Yıllarca büyük takımların kapısından döndüm. Küçük yaşlardan beri hep istenen bir oyuncu oldum. Gelip, pes edip dönmek bana hiç bir zaman uymayan bir şeydi. Ama çok daraldığım, sıkıntı çektiğim günler oldu.

Lugano PSG'ye gittikten sonra bir röportajında Fenerbahçe'deyken antrenmanlarda en çok çalışan oyuncunun sen olduğunu söylemişti. Galiba bu çalışmanın semeresini de uzun bir bekleyişin ardından Lugano'nun gidişinden sonra aldın. Senin açından Lugano'nun gidişinden sonraki forma rekabeti nasıl gelişti?

Bu konuda gerçekçi olmak lâzım, camia olarak yaşadığımız kötü süreçte bazı oyuncuların da önü açıldı. Lugano, Niang gibi çok kaliteli oyuncular takımdan ayrıldı. Özellikle Lugano taraftarlarca çok sevilen bir oyuncuydu. Onun gidişiyle birlikte evet, benim şans bulmam kolaylaştı. İnsanların kafasında "Lugano'nun yerini doldurabilecek mi?" diye bir soru işareti vardı ama o yükün altından kalktım, Yobo ile birlikte çok iyi bir sezon geçirdim. Lugano ile de çok iyi vakitlerimiz geçti. Ona da çok teşekkür ediyorum. Çalışma konusunda da kendisini örnek almıştım. Çünkü o yetenekleri doğrultusunda güçlü olmadığı zaman sıkıntı yaşayacağını biliyor ve bu nedenle çok çalışıyordu. Birlikte çalışarak çok iyi vakit geçirmiştik.

Antrenmanlardaki çalışkanlığını neye borçlusun? Bu disiplini nasıl sağlıyorsun?

Antrenman disiplini sonradan çok kolay kazanılacak bir şey değil. Bu biraz futbolcunun yapısıyla alâkalı. Çalışmak ve çalışma şartlarından kaynaklanan zorluklara karşı dayanıklı olmak kişisel yapıyla ilgili bir şey.

Fenerbahçe'ye geldiğinden beri Lugano, Edu, Bilica, Yobo gibi bir çok yabancı defans oyuncusuyla birlikte mücadele ettin. Bu oyuncular arasında senin futbol kimliğine katkı sağlayan biri oldu mu?

Buradan acı bir şey söyleyeceğim. Geçmiş dönemde antrenmanda sıkı çalışan abilerimiz vardı. Ama ekstra çalışan, fitness dediğimiz çalışmaları yapanların sayısı çok azdı. Ben Fenerbahçe'ye geldikten sonra çalışmanın değerini daha iyi anladım. Altyapıdan çıkıp hayranlık duyduğu insanları izleyen gençler, onları örnek alıyor. Tam o yaşlarda yani kırılma anında önlerinde iyi bir örnek varsa o yolda devam ediyorlar. Eğitim sadece hocalar vasıtasıyla edinilmiyor çünkü, genç oyuncular, yıldız dedikleri isimlerden de çok şey öğreniyor. Bu noktada büyüklere de görev düşüyor. Tabii ki bunu görev olarak değerlendirmek yerine doğal süreç olarak bakmak lâzım. Fenerbahçe'deki dönemimde birlikte oynadığım oyunculara gelince, Yobo büyük bir tecrübe. Nijerya Millî Takımı'nın kaptanı, Premier Lig'de oynamış bir oyuncu. Burada açık yüreklikle şunu söylemek gerekiyor, belirli bir yaştan sonra çok şey öğrenemiyor, bir başkasından kolaylıkla bir şeyler alamıyorsunuz. En azından benim için böyle. Ama beraber oynarken sağlanan uyum bir şeyler katıyor yine de. Ben oyunsal formatlardan çok saha dışındaki yaşantılarını gözlemlemeye ve kendime katkı sağlamaya çalışıyorum.

Geçtiğimiz sezon yakaladığın çıkışla ilk 11' in devamlı oyuncusu oldun. Serdar Kesimal başlangıçta senden şanslı gibi görünüyordu ama aranızdaki rekabette sen öne geçmeyi başardın. Bize biraz bu rekabetten söz eder misin?

Fenerbahçe'deki rekabet ortamı çok tatlı. Takımda en çok çalışan oyuncular defans oyuncuları. Hani "maşallahı var" dedirtecek cinsten. İdman öncesi ya da sonrası salona giriyoruz, defans dörtlüsü mutlaka orada. Şimdi Egemen geldi, o da öyle. Serdar yaşı itibarıyla çok iyi bir noktada. Çok şanssız bir sakatlık yaşadı ve uzun bir süre oynamadı. Yeteneklerinden bahsetmeye gerek yok çünkü gerçekten çok kaliteli bir oyuncu. Zor bir dönem yaşıyor ama belki bu röportaj yayınlandığında çok daha iyi bir noktada olacak. Bunun da tek yolu her zaman hazır olup gelen şansı değerlendirmekten geçiyor. Serdar'ı çok beğeniyorum. Çünkü en başta yaşına göre çok olgun bir kişiliğe sahip, çok karakterli bir oyuncu. Futbolda çok önemli bir meziyet bu. Çünkü öyle oyuncuların sürekliliği olur. İyi olduğu zaman göklere çıkartıldığında bırakmaz, ne olduğunu bilir. Kişisel yapısı, olgunluğuyla dopdolu bir insan. Umarım bundan sonraki yıllar onun için çok daha iyi geçer. Serdar'ın gelecekte çok daha iyi olacağını düşünüyorum.

Yobo gibi deneyimli bir oyuncuyla yan yana oynamak senin performansını da olumlu etkiledi diyebilir miyiz?

Onunla yan yana oynamak şöyle güzel; Yobo çok tecrübeli ve takım oyuncusu. Beraber uyum yakalandığında her şey güzel oluyor açıkçası. Onunla çok iyi anlaşıyoruz. O da aynı şeyi söylüyor. Maçlardan önce, hafta içi antrenmanlarda hep diyalog içindeyiz. Birbirimizi çok iyi tanıyoruz ve onun avantajını yaşıyoruz.

Aykut Kocaman'la diyaloğundan ve onun diğer teknik adamlara göre farklı yönlerinden bahseder misin?

Aykut Hoca yapı olarak her oyuncunun çalışmak isteyeceği bir teknik adam profiline sahip. Çünkü saha dışında ve içinde diyaloga açık. Çok sabırlı. İnsanların niyetlerini çok iyi okuyan bir insan. Mantıklı adamı seviyor ve bunu belli ediyor. Böyle olunca da kişisel diyaloglar çok güzel oluyor. Oyun felsefesi olarak ise en iyi defansın topa sahip olmak olduğunu söylüyor. Ben oyun felsefesi anlamında Aykut Kocaman gibi düşünen hocalarla da çalıştım ama bu konuda bu kadar direnen, kendi oyun felsefesinden taviz vermeyen ve oyuncuya bu anlayışı sabırla işleyenini görmedim. Diyalog probleminin olmadığı, gerginliğin yaşanmadığı bir hoca ve bu anlamda şanslıyız diye düşünüyorum.

Geçtiğimiz yazdan beri çok sıkıntılı günler geçirmenize, sezon başında da aniden takımdan bir çok yabancının ayrılmasına rağmen, ligde şampiyonluğu son maçta kaybedip, kupayı da yıllar sonra kazanmayı başardınız. Bu zor günlerde gelen başarının sırrı ne? Takım olarak nasıl motive oldunuz?

Benim Fenerbahçe kariyerim çok ilginç. İlk geldiğim sezonda şampiyonluğu son haftada kaçırdık. İkinci sezonumda şampiyon olduk, şaibe düşürdüler. Üçüncü sezonumda yine son haftada şampiyonluğu kaybettik. Bir de Türkiye Kupası finali yitirdik. Bunların hepsi üç yıla sığdı. Geçtiğimiz sezondaki ortamın oluşmasına gelince, camiamızın yaşadığı süreç çok önemli bir etken. Çünkü o kötü koşullar oyuncuları, taraftarı ve camiayı daha da yakınlaştırdı, birleştirdi. Açıkçası kötü gittiğimizde de sığındığımız bir liman oldu. Birbirimize çok yakın olduğumuz için tekrar dirilmemiz kolaylaştı. Ama ben daha kötü günler geçirdiğimizi de hatırlıyorum. Mesela şampiyonluğu Bursaspor'a kaybettiğimiz sezonu unutamıyorum. Sezon sonuna kadar çok iyi gitmiş ve son maçta Trabzonspor beraberliğiyle şampiyonluktan olmuştuk. Ertesi sezona da çok stresli başlamıştık. Böyle bir travmayı atlatmak çok kolay olmuyor açıkçası. Büyük takımlarda futbolcu karakteri çok önemli. Fenerbahçe bu anlamda çok şanslı. Çünkü çok karakterli ve davayı sahiplenen oyuncuları var. Büyük takımların düzlüğe çıkması için skorlar çok önemli. Skorların büyülü bir gücü olduğuna inanıyorum. Biz skorları aldık ve işimiz daha da kolaylaştı.

Geçtiğimiz sezon son maçta şampiyonluğu kaybettikten sonra neler hissettin? Bu kariyerindeki en üzüntü verici maç desek doğru olur mu?

İnanılmaz yaraladı tabii. Süper Final öncesi bizden kimse bu noktaya gelebileceğimizi beklemiyordu. Trabzon'daki maça giderken rakip takımdan bir arkadaşımızın twitini okumuştum; "şampiyonluk meşaleleri yakılsın" diye. O meşaleler yakılmadı. Neden yakılmadı, çünkü biz herkesin "olmaz" dediği şey için "olur" demiştik. Süper Final'de inanılmaz bir performans sergiledik. Kaçan şampiyonluğa herkes kadar ben de üzüldüm ama en büyük üzüntüyü ilk sezonumda Bursaspor'a kaybettiğimiz şampiyonlukta yaşamıştım.

Süper Final'le ilgili bir çok görüş dile getirildi. Bundan sonrasında Süper Final gibi bir dönemi bir daha yaşamak ister misin?

Kendi adıma istemem doğrusu. 34 maçlık lig serisi en güzeli. Çok sık oynandıkça derbilerin de tadı kaçıyor. Bence var olan heyecanı düşüren bir iş. Kesinlikle normal statü daha iyi.

Fenerbahçe'nin sezon başında en dikkat çeken transferi ve gösterdiği performansla sivrilen oyuncusu Dirk Kuyt hakkında neler söyleyebilirsin?

Kuyt yaş olarak çok genç bir oyuncu değil ama buna rağmen pek çok genç oyuncudan daha çok çalışıyor, çabalıyor, daha hırslı. Bu da takımımıza inanılmaz bir enerji veriyor. Bence çok doğru bir transfer. Her transfer tutmayabilir. Bazen çok doğru diye gördüğünüz bir oyuncu beklentileri karşılayamayabilir. Kuyt'ın bize kazandıracağı en önemli şey takım ruhuna yapacağı katkıdır.

Dünyada en beğendiğin defans oyuncuları kim? Hangi defans oyuncusuyla yan yana oynamak istersin?

Bu soruya pek çok kişi Puyol der ama bence Sergio Ramos dünyanın en iyi stoperi. Bir stoperde kuvvet, sürat, hava topu hâkimiyeti, topu oyuna sokma becerisi, liderlik, heyecan ve coşku ararsınız. Bunların hepsi Ramos'ta toplanıyor ve ben de bu nedenle onu tek geçiyorum. Elbette onunla yan yana oynamayı isterdim.

Geçtiğimiz sezon büyük bir uyum içinde oynadığınız Yobo'nun geri dönüşü bu sezon senin için bir şanssızlık da olabilir. Egemen'in de gelişiyle stoperde rekabet düzeyi oldukça yükselmiş görünüyor. Sen bu rekabet ortamını nasıl değerlendiriyorsun?

Rekabeti çok seviyorum. Rekabetin olması tüm oyuncuları hazır tutuyor. Oyuncu için çok rahat olduğu hissini almak bir yerde kötüdür. Belki bu rekabet bana forma sıkıntısı verebilir ama bunların hepsi bu işin içinde olağan şeyler ve ben bunlara alışkın bir oyuncuyum. Eğer büyük bir takımda oynuyorsanız mevkiinizde başka iyi oyuncular da olacaktır. Buradaki amaç bir taraftan beraberce hedefe gitmek, ama diğer yandan da kendi içinizde sonuna kadar rekabeti yaşamak. Formanızı kaptırmamak ya da başkasındaysa almak. Benim ömrüm bununla geçti, bundan sonra futbolu bırakana kadar da öyle olacak. Bu durumdan bir şikayetim yok yani.

Bu sezon ligdeki yarışın nasıl geçeceğini umuyorsun?

Hangi iş dalı olursa olsun başlangıçların çok önemli olduğunu düşünüyorum. Futbolda da sezonun ilk yarısında toplayacağınız puanlar çok değerli. Bazı takımlarda puan kaybı yaşandığında, "Nasıl olsa telafisi var" diye bir düşünce oluşuyor ama ikinci yarıda o kayıp puanları çok arıyorsunuz. Ben bu rekabette ilk yarıda en az hata yapan takımın öne geçeceğine inanıyorum. Çünkü ilk yarıyı önde bitirmek size psikolojik bir üstünlük getiriyor. Kâğıt üzerinde Fenerbahçe ve Galatasaray bir adım önde gibi görünüyor ama her şey sahada kaybedilecek ya da kazanılacak. Galatasaray'ın iyi bir takım olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş'ın başarıya aç oyuncularıyla her şeye rağmen iyi bir sezon geçirebileceğine inanıyorum. Bursaspor'un iyi bir kadrosu var. Tüm bunları üst üste koyduğumda, Fenerbahçe olarak sezonun ilk yarısında her zaman zirvede olmamız ve ilk yarıda toplayabildiğimiz kadar fazla puan toplamamız gerektiğini düşünüyorum.

Gelecekle ilgili nasıl hayaller kuruyorsun?

Futbolun içinde kalmayı planlıyorum. Teknik direktör olmayı çok istiyorum. Böyle bir hayalim var. Futbol beni ne kadar yorsa da sakalımı dökse de futbolun içinde kalmak amacındayım. Tabii bu sözleri bugünkü Bekir söylüyor. Belki üç-dört sene sonraki Bekir her şeyini toplayıp futbolun dışında bir iş yapacak. Ama bugün hedefim gerçekten de iyi bir teknik direktör olmak. Bu hedefim için bugünden çalışıyorum, doküman topluyorum, gözlem yapıyorum. Hatta kafamda ekip bile kurdum diyebilirim. Eğer kabul ederlerse bu ekipte Mehmet Çoğum, Olcan Adın, Erdal Güneş var. Bunları söyleyince insanlara tuhaf geliyor ama bir yandan da zaman çabucak akıp geçiyor. Nasip olursa böyle bir ekip kurma hayalim var.

Futbolun dışındaki hayatında neler var? Saha dışındaki Bekir nasıl bir insan?

Yalnızlığı seven bir insanım. Ama arkadaşlarımla vakit geçirirken de çok uyumlu bir adamım. Biraz fazla uyumlu, fazla iyi niyetli ve kalbi yumuşak bir insanım ama bundan şikayetçi de değilim. Çünkü bu da benim karakterim olmuş. Başka birisi olsam mutlu olmayacağımı biliyorum. İnsanlar hissettikleri gibi olmalı. İzin günlerimde dışarı çıkıp özlediğim şeyleri yapıyorum. Mesela arkadaşlarımla dışarı çıkıp kahvaltı yapmayı seviyorum. Kitap okuyorum ama bunun bir hobi ya da artı bir özellik olmadığını düşünüyorum. Ancak bizim ülkemizde kitap okumak çok büyük bir şeymiş gibi algılanıyor. Genellikle tarih, yakın geçmiş ve siyasi olaylar üzerine okuyorum. Dünyada ve ülkemizde futbol dışında neler olduğuyla çok ilgileniyorum. Dünyada ve ülkemizde pek çok olay oluyor ki Türkiye gibi çok çetrefilli bir ülkeden bahsediyoruz... Günümüzde yaşadığımız olayların tamamının tarihle ilgili olduğunu düşünüyorum. Bu tarz konularda kendimi yenilemeyi ve çevreme de aktarmayı seviyorum. Eğer bir çocuğum olursa bu konuda çok iyi yetiştireceğim. Müzik tercihim insanları şaşırtabilir ama Sagopa Kajmer'i de çok severim türkü dinlemeyi de. Bağlama da çalıyorum. Akşamları dinlenirken duygusal şarkılar dinlemeyi tercih ediyorum.

Kariyerinde unutamadığın hatıraların var mı?

Kendimi çok iyi hissettiğim, huzur içinde uyuduğum ve biraz da gururlandığım iki anım var. Birisi, Federasyon Karması olarak gittiğimiz Nokia Turnuvası'ydı. 2003 yılında Almanya'da düzenlenen, Valencia, Bayer Leverkusen, Botofago, Ajax'ın yanı sıra Çin'den bile katılımın olduğu bu turnuvada en iyi defans oyuncusu seçilmiştim. Bu benim için çok güzel ve anlamlı bir şeydi. Sonradan baktığımda büyük bir iş başardığımı düşünmüştüm. İkincisi ise Daum döneminde çok çalışmama ve mevkiimde sakatlanan oyuncular olmasına rağmen forma şansı bulamıyordum. Daum'un bir adeti vardı, her karşılaşmadan sonra maçın adamını seçerdi. Zaman zaman beni oynattığında da "maçın adamı" seçiyor ama bir sonraki maçta forma vermiyordu. Bursaspor'la çekişmemizin zirvede olduğu kritik bir Kasımpaşa maçında Bilica sakatlanınca beni oynattı. Çok iyi oynadığım maç berabere giderken 80. dakikada attığım golle kazandık ve liderliği ele geçirdik. O gece çok mutlu ve huzurlu uyumuştum. Sonrasında "Haftaya formayı benden almaz" diye düşünüyordum ama yine yedek oturmuştum.

Elbette Fenerbahçe'de lig, Süper Kupa ve uzun yıllar sonra gelen Türkiye Kupası şampiyonluğu var, Millî Takımların farklı kategorilerinde attığım goller var ama anlattığım bu iki olayın bendeki yeri ayrıdır.