Almanya'daki genç gurbetçi oyuncular Süper Lig'e akın ederken o bambaşka bir rota izledi. Manchester City tarafından transfer edilen, ancak Premier Lig'deki A millîlik kriterini sağlayamadığı için Belçika'nın Genk takımına kiralanan genç golcü, bugünkü şartlar altında yurtdışına çıkmanın kolaycılığı terk etmeyi ve cesareti gerektiren bir tercih olduğunu, kendisini her anlamda geliştirebilmek için böyle bir yola çıktığını anlatıyor.
Röportaj: Mazlum Uluç
2013 Eylül'ünde yaptığımız röportajda, "Üç senelik bir planım ve 2016 ile ilgili bir hedefim var ama bu şimdilik bende kalsın" demiştin. Galiba Manchester City'ye transfer olarak 2016 hedefini bir yıl öncesinden gerçekleştirdin. Yanılıyor muyum?
Madem öyle, o hedefimin ne olduğunu şimdi söyleyeyim. Hedefim Avrupa'ya transfer olmakla ilgili değildi. A Millî Takım'da oynamak ve EURO 2016 Avrupa Şampiyonası finallerindeki kadroda yer almak istiyordum. Millî Takımımız çok şükür Fransa'ya gitme noktasına geldi. İnşallah takımımız finallere gider ve ben de o kadroda yer alırım. Mart 2015'teki Lüksemburg maçında A Millî Takım formasını giymek nasip oldu; sağ olsun Fatih Hocam beni çağırıp oynattı ama şimdi hedefim EURO 2016 kadrosunda da yer alabilmek.
Manchester City gibi büyük bir takıma transfer olmak da hedeflerinden birisi miydi?
Yurtdışında oynamak her zaman hedeflerim arasında yer alıyordu. 14-15 yaşındayken de gitmek istiyordum. Belki o zaman gitsem daha iyi olurdu ama bilemezsiniz. "Demek ki hayırlısı böyleymiş" diyorum.
Yine o röportajda "Küçüklüğümden beri Bursaspor dışında Türkiye'de herhangi bir takımda oynamayı hayal etmedim. Benim amacım eğer başarabilirsem Avrupa'da oynayabilmek" demiştin. Sanırım verdiği sözleri tutmayı seven birisin.
Söz benim için önemli. Her şey geride kalır ama siz karakterinizle hatırlarsınız. Dolayısıyla ağzınızdan çıkan sözün arkasında durmanın önemli olduğunu düşünüyorum. Ben her zaman Bursasporlu olduğumu ve Türkiye'de Bursaspor dışında başka bir takımda oynamayacağımı söylemiştim. Umarım gelecekte de bu sözümün arkasında durabilirim.
Futbolda başarı bir iskelet kadro oluşturmaya ve zaman içinde o kadroyu koruyup takviyeler yapmaya bağlı. Bursaspor geçtiğimiz sezon oldukça iyi futbol oynayan, kaliteli oyunculara sahip bir takım görüntüsündeydi. Ancak sezon bittiğinde o kadro adeta yağmalandı. Bursaspor neden elindeki yıldızları tutamadı? Bu konuda neler söyleyebilirsin?
Geçtiğimiz sezon gerçekten çok iyi bir kadromuz vardı. Sezon başında kamuoyunun beklentisi yüksek olmasa da Bursaspor istekli ve başarıya aç futbolcularının gösterdiği performansla iyi bir takım haline geldi. Takımın başarısı oyuncuları da bir anda transferin gözdesi haline getiriyor. Ama ben kimin hangi gerekçeyle ayrıldığını bilmiyorum. Herkes kendi tercihini yaptı. Sonuçta kulüp bu transferlerden iyi para kazandı ve Bursaspor'un başarılı olup olmayacağını da bu paranın nasıl kullanıldığı belirleyecek. Para olumlu kullanılabilecek mi, altyapıya yatırım yapılacak mı? Bunlar önemli sorular ve biz cevaplarını zamanla alacağız. Takımın sezon başında kötü sonuçlar alması da bir gösterge olmamalı. Ortada yeni bir kadro var ve onlara biraz zaman tanımak gerekiyor.
Bursaspor'da senin mevkiînin birinci tercihi olan Fernandao şimdi Fenerbahçe'de. Onun nasıl bir oyuncu olduğunu düşünüyorsun? Birlikte oynadığın dönemde Fernandao'dan neler öğrendin?
Fernandao gerçekten iyi bir futbolcu ve iyi bir insan. İlk geldiği dönemde hepimizin kafasında onunla ilgili soru işaretleri vardı çünkü ülke futboluna çok yatkın görünmüyordu. Ama sonrasında inanılmaz bir uyum ve gelişme gösterdi. Takım da iyi olunca Fernandao'nun performansı bir o kadar arttı. Zaten ona karşı oynayan defans oyuncularına sorarsanız sanırım hepsi "Biz bu kadar güçlü bir santrfora karşı oynamadık" der. İnanılmaz kuvvetli bir oyuncu. Çok çabuk değil ama kuvveti sayesinde topu sürükleyebiliyor. Ben tam 9 değil de 9.5 numara gibi oynadığım için onun gibi güçlü ve yıpratıcı bir santrforla birlikte sahada olduğum zaman çok rahat ediyordum. O da benimle birlikte oynamaktan büyük keyif alıyordu. Hatta birkaç maçta kulübeye dönüp hocamızdan beni oyuna almasını istemişti.
Beğendiğin santrforlardan birisinin Van Persie olduğunu söylemiştin. Ama Van Persie Türkiye'ye gelirken sen önce onun İngiltere'de yaşadığı şehre gittin, ardından daBelçika'ya geçtin. Van Persie ile karşılıklı da olsa aynı ligde oynamayı ister miydin?
Van Persie çok kaliteli, çok disiplinli ve çok çalışkan bir oyuncu. Ayakları da çok iyi olan bir oyuncu. En büyük özelliği, yıllardır oynamasına rağmen o çalışkanlığından, disiplininden ve duruşundan hiçbir şey kaybetmemesi. Bu benim için gerçekten de çok değerli ve örnek alınması gereken bir özellik. Fenerbahçe'ye gelir gelmez de hem Avrupa kupası maçlarında hem de ligde gollerini atmaya başladı. Her oyuncu sürekli oynamak ve performansını üst düzeyde tutmak ister. Van Persie bunu başarabilen dünya çapındaki önemli örneklerden biri. Tabiî ben de onun gibi bir oyuncu olmayı çok istiyorum.
Manchester City'ye transferine gelirsek, bu transfer nasıl gelişti? Seni ne zamandan beri takip ediyorlardı, teklif sana nasıl ulaştı ve teklifin ardından sen nasıl bir değerlendirme yaparak İngiltere'ye gitmeyi kabul ettin?
U15'ten beri birkaç takım beni ciddi bir biçimde izliyor ve istiyor. Gerçekten çok geniş bir scout ağları var ve işlerini büyük bir profesyonellikle yapıyorlar. Millî Takımlarda iyi performans gösterince o scoutların radarına giriyorsunuz ve ondan sonrasında seçme hakkını siz kullanıyorsunuz. Beni isteyen takımlardan birisi de Chelsea'ydi. Ama ben Manchester City'yi tercih ettim. Bunun nedeni City'nin son dönemde benimle daha fazla ilgilenmesi ve bu transferde çok istekli olduğunu göstermesiydi. Zaten 3 milyon euroluk bonservis bedelini de hiç tereddüt etmeden ödediler. Bir de City'nin genç oyunculara yeni yeni yatırım yapan bir takım olması önemliydi. Bildiğim kadarıyla Chelsea'nin kiralık olarak başka takımlarda oynayan 50'ye yakın oyuncusu bulunuyor. Manchester City'de ise bu rakam 15 civarında ve bu oyuncuların arasında Dzeko, Jovetic gibi isimler de var. Bu da benim City'yi tercih etmemdeki faktörlerden birisiydi.
Türkiye'deki oyuncular yurtdışında oynamaya çok da hevesli değil. Tam tersine Avrupa'da yetişmiş Türk oyuncular bulundukları ülkelerin liglerini zorlamak yerine erken yaşlarda ligimize gelmeyi tercih ediyor. Bu çarkın dışında hareket eden bir oyuncu olarak değişik bir kafa yapısına sahip olmalısın.
Alıştığınız yerde kalmak işin kolayına kaçmak oluyor. Bildiğiniz bir ülkede ve şehirde yaşıyorsunuz. Çevrenizdekiler, aileniz, arkadaşlarınız yanınızda. Sizi tehdit edecek yabancı bir unsur yok. Kazandığınız para iyi. Kulüplerimiz yurtdışından daha fazla para veriyor. Üstelik vergisi de yok. İnsanlara burada futbol oynamak kolay geliyor. Kimse rahatını bozmak istemiyor. Bu şartlar altında Avrupa'ya gitmek cesaret işi. Ben oraya giderek savaşmayı tercih ettim.
Burada kazandığın paradan daha azını almaya razı olarak gittin, öyle mi?
Para hiçbir zaman benim hayattaki birinci önceliğim olmadı. Dünya benim için kapalı bir kutu ve ben bu kutunun içinde ne olduğunu görmek istiyorum. Bunun için gezmeye, öğrenmeye ihtiyacım var. Bir de Avrupa'da genç oyunculara verilen çalışma imkânları çok iyi. Açıkçası ben rahat olmak, rahat oynamak, kendimi geliştirmek, lisanımı ilerletmek istedim. Orada üniversitede okumayı da çok istiyorum. Şu anda İngilizcem kötü değil. Ama turist İngilizcesi biçiminde. Karşımdakiyle çok rahatlıkla konuşup anlaşabilirim. Ama ben bir ehliyet ya da üniversite sınavına girebilecek biçimde resmi İngilizcem olsun istiyorum. Bunun için de Belçika'da kurslara başlıyorum. İngilizcemi bu seviyeye getirdikten sonra da spor bilimleri ya da farklı bir alanda üniversite eğitimi almak istiyorum. Gelecekte spor yöneticisi olmak gibi bir hedefim var.
Dünyanın senin için kapalı kutu olduğunu ve bu kutuyu açmak istediğini söyledin; Manchester City daha ilk hazırlık döneminde Avustralya ve Vietnam'ı göstererek bu kutuyu araladı değil mi?
Evet(gülüyor). Gerçi kamp döneminde gittiğiniz için bir turist gibi her yeri gezip görme ve öğrenme şansınız yok ama yine de değişik insanları görüyor, o atmosferi soluyorsunuz. 15 yaşındayken Bursaspor'un U15 takımıyla da Çin'e gitmiştim ve o da benim için güzel bir tecrübeydi. Hemen söyleyeyim, sıcağı ve nemi sebebiyle Asya'nın güneydoğusuna pek ısınamadım.
Manchester City'deki ilk antrenmanından ve oyuncularla tanışmandan söz eder misin? Dünyaca ünlü yıldızların Türkiye'den gelen genç bir oyuncuya nasıl davrandığını merak ediyorum?
Saha içinde o oyuncularla karşılaşınca başlangıçta ufak bir heyecan oluyor ama sonra futbol oynamaya başlıyorsunuz ve futbol oynamak benim çok küçük yaşlardan beri en iyi bildiğim şey. O zaman karşınızdakiyle aynı dili konuşuyor oluyorsunuz. Tabiî ki onlar çok yetenekli oyuncular ve bu özellikleri sayesinde sizi de rahat ettiriyorlar.
Tam da bunu soruyorum işte… Onlarla oynarken seni daha rahat ettiren şey ne?
Açıkçası daha önce verdiğim bir röportajda bu ilişkilerin üzerinde çok durdum ve insanların "Oraya gitti, ülkemizi yerden yere vuruyor. Sanki arada dağlar kadar fark var" demesinden endişe ediyorum. Oysa ben böyle bir şey söylemek istemiyorum. Sadece ufak farklılıkların bile önemli olabileceğini vurguluyorum. Onlarda abilik diye bir kavram zaten yok ve yaşınız ya da kariyeriniz ne olursa olsun size saygı duyduklarını hissediyorsunuz. "Genç oyuncu - tecrübeli oyuncu" diye kategorize etmek yerine oradaki herkese "futbolcu" diye bakıyorlar. "Genç oyuncu" diye bir ayrım yapacaklarsa da onu sahada iyi bir hareket yaptığınızda ya da gol attığınızda sizi özel olarak tebrik ettikleri, alkışladıklarında görüyorsunuz. İyi bir şey yaptığınızda teşvik, hata yaptığınızda ise tolere ediyorlar. Ama üst üste basit top kayıpları yapar ya da ikili mücadeleden kaçarsanız sizi uyarmaktan da geri durmuyorlar. Bir gün dar alanda çok yüksek tempoda pas çalışması yapıyorduk ve ben çok top kaybettim. Üzüntülü olduğumu gören Dzeko beni bir kenara çekti ve "Hiç sorun değil, bak ben de ne kadar çok top kaybettim. Her şeyi unut ve yeniden baskı yapmaya başla" dedi. Bu kadar yani…
Teknik adam-oyuncu ilişkileri açısından bir kıyaslama yapabilir misin?
İngiltere'de böyle bir analiz yapabilecek kadar uzun süre kalmadım. Ama Genk'teki hocam için konuşabilirim. Peter Maes çok tutkulu bir insan. Genk'e gitmeden önce onunla görüşmüş, kendisini tanıyanlardan da hakkında bilgi edinmiştim. Bana söylenen, Maes'in genç oyuncuları inanılmaz biçimde geliştirdiği, ama saha içinde tâbiri caizse oyuncunun canına okuduğuydu.
Canına okumak derken, bağırıp çağırmaktan mı söz ediyorsun?
Evet, evet. En ufak bir hatada bile bağırıyor. Maes'in oyuncusuysanız sürekli koşacak, basacaksınız. Genk'e gittiğim ilk bir haftada bana bir kere ufaktan bağırdı. Oyuncular, "Yavaş yavaş ısınıyor, hazır ol" uyarısında bulundu. Gerçekten de ikinci haftada bana o ünlü yüzünü gösterdi. İkinci haftada biraz yorgundum, bazı sorunlarım vardı, ikili mücadeleye giremiyor, top kaybediyordum; o antrenman boyunca bana sürekli bağırdı. Ama dürüst ve art niyeti olmayan bir insan olduğunu biliyoruz. Çünkü antrenman biter bitmez yanınıza geliyor ve "Bugün bir sorunun mu vardı, seni biraz tutuk gördüm" diyor. Siz ona derdinizi anlatıyorsunuz ve dinliyor, çözüm bulmaya çalışıyor. Oyuncusundan sürekli istiyor ve genç bir oyuncu için böyle bir hocaya sahip olmak büyük bir şans. Çünkü ancak karşınızda sizden sürekli isteyen bir hocanız varsa kendinizi geliştirebilirsiniz.
Doğru söylüyorsun ancak ben her oyuncunun senin gibi düşündüğü ve sürekli isteyen hocalardan hoşlandığı kanaatinde değilim.
Gelişmeyi istiyorsanız, hocanızın da bu taleplerinde art niyetli değil iyi niyetli olduğunu, sizin daha iyi olmanız için böyle taleplerde bulunduğunu biliyorsanız hiç sorun yaşamıyorsunuz. Hocanın sizin kapasitenizi ölçtüğünü, daha iyisini yapabileceğinize inandığını ve bunun için zorladığını düşünüyorsunuz. O zaman da bu durum hoşunuza gidiyor.
Manchester City'nin oyun anlayışında klasik anlamda bir pivot santrfor yok. Teknik direktör Pellegrini; Navas, David Silva ve Sterling'in önünde 1.72'lik Agüero'yu oynatıyor. Bu oyun tarzı içinde yer bulmakta sıkıntı çekeceğini düşündün mü? Kulübün seni kiralaması da bu oyun sistemiyle mi ilgiliydi sence?
Manchester City beni transfer ettiğinde, A takımla antrenmanlara çıkartıp ölçmeyi, başarılı olursam A takımda oynatmayı, aksi takdirde Rezerv Lig'deki ikinci takımlarında maç tecrübesi kazandırmayı düşünüyordu. Tesislerinde kaldım, 15'in üzerinde fizyoterapist çalıştırıyorlar. Genç bir oyuncunun kendisini geliştirmesi için inanılmaz bir yer. Ben de A takımda olmasa bile rezerv takımda oynamayı isterdim. Ancak benim için farklı bir problem vardı. İngiltere'de oynayacak oyuncunun ülkesinin A millî takımında son iki senede maçların yüzde 70'ine çıkması gerekiyor. Bu kriteri karşılayamıyorsanız İngiltere'de oynayabilmeniz mümkün değil. Benim bu kriteri karşılayabilmem için 16 yaşından beri A Millî Takım formasını giyiyor olmam gerekiyor. Kısacası Genk'e kiralanmamın Manchester City'nin oyun düzeniyle bir ilgisi yok. Ne kadar iyi olursam olayım, bu kriter gereği zaten Manchester City'de oynayamayacaktım. Çalışma izni alma imkânım yoktu.
Genk'e transferini konuşalım biraz da…
Onlar beni bonservisimle istiyordu. Ama Manchester City bonservisimi elinde tuttu ve beni kiralamayı tercih etti. Genk bir oyuncunun yetişmesi için çok iyi bir kulüp. Kevin de Bruyne, Courtais, Benteke, Origi gibi çok kaliteli oyuncuları futbol dünyasına armağan etmişler. Beni Manchester City'den alabilmek için de çok yoğun bir çaba harcadılar.
O zaman sen Genk formasını giydiğin süre içinde A Millî Takımımıza seçilip oynamayı ve 2 yıl sonra da Manchester City'ye dönmeyi bekleyeceksin, öyle mi?
Gerçekten benim açımdan sıkıntılı bir durum. Bunu yapabilmek kolay değil ama A Millî Takımımızda oynayabilmek ve Premier Lig'in aradığı kriteri karşılayabilmek için çok zorlayacağım. Ne olursa olsun Avrupa'nın üst düzey takımlarında forma giymek istiyorum. Tabiî ki ilk hedefim City'nin oyuncusu olmak ve başarılara imza atmak, ama olmazsa da başka ligleri deneyeceğim.
Sadece Genk'in değil, Belçika Ligi'nin de sana iyi gelebileceğini söyleyebiliriz. Kompany, Eden Hazard, Fellaini, Witsel gibi üst düzey oyuncular da yine o ligden çıktı…
Kesinlikle öyle… Oyuncularının da İngiltere Ligi'ne çok kolay adapte olabildiği bir lig. Mesela Hollanda'dan giden oyuncular Premier Lig'de zorluk yaşarken Belçika'dan gelenler daha çabuk uyum sağlıyor. Bunun da nedeni Hollanda Ligi'nin daha düşük tempolu, yumuşak ve hücum futbolu oynanan bir lig olması. Belçika Ligi ise daha çok Fransız oyuncuların yer aldığı, atletik oyuncuların ağırlıkta olduğu, çok daha tempolu, fizik güce dayalı ve taktik disiplini yüksek bir lig. Bu nedenle Belçika Ligi'nden giden oyuncular İngiltere'de daha başarılı oluyor.
Genk'te takım içindeki durumunu nasıl değerlendiriyorsun?
Kendimi hocama kanıtlamam gerekiyor. Şu ana kadar aldığım sürelerde iyi işler yaptım. Bir derbi maçta ilk on birde yer aldım ve 90 dakika oynadım. Takım halinde kötü oynadık ve kaybettik ama Belçika medyası beni takımın en iyisi olarak gösterdi. Hocamız da maçtan sonra beni özel olarak tebrik etti. Ancak takımın 32 yaşındaki usta santrforu Igor de Camargo iyileşince hoca bir sonraki maçta onu oynattı. Hocamız oyun sistemi ve takım kurgusu konularında arayışta. Bu süreçte gözüne girmem ve vazgeçilmezlerinden biri olmam için çok çalışmamam gerekiyor.
Peter Maes'in senden beklentileri neler. Tabiî ki gol atman dışında…
Takımda de Camargo ile birlikte iki santrforuz. Benden 9.5 numara olarak da yararlanmak istiyor. De Camargo'nun arkasında daha çok kenarlara giden bir forvet olarak görev yapmamı istiyor. Belçika Ligi'nde oyun orta sahadan zor kurulduğu için kenarlara gönderilen topları benim almamı ve oyunu o bölgeden kurmamı istiyor. Tabiî ikinci adam olarak gol atmamı, asist özellikleri kullanmamı istiyor ve bir de gençlik enerjimden yararlanmayı arzuluyor. De Camargo 32 yaşında ve sık sakatlanabilen bir oyuncu olduğu için de onun yokluğunda beni takımın santrforu olarak kullanmak istiyor.
Belçika'daki daha doğrusu Genk'teki sosyal hayattan bize biraz bahseder misin? Oradaki yaşama kültürüne ayak uydurmak senin için kolay oldu mu?
Açıkçası ilk 1 ay hemen hemen hiç dışarı çıkmadım. Bir keresinde tanıdığım bir abim beni Hollanda'ya götürüp gezdirdi. Genk çok küçük bir şehir. Şehir merkezini yürüyerek 5 dakikada gezebiliyorsunuz. Şehirde çok sayıda Türk var. Tesislerden ayrılıp bir ev tuttum. Eve bir sinema sistemi kurmayı planlıyorum. Ailem Bursa'da yaşıyor ama annem arada gelip 15 gün kadar yanımda kalıyor.
Aslında ailen Genk'te sürekli seninle yaşayabilir, değil mi?
Yalnız yaşamayı ben tercih ettim. Kendimi daha çok zorlamak, kendi başıma bir adım atmak, biraz daha büyümek istedim. Bursa'da o şehrin çocuğuydum ve el bebek-gül bebektim, takıma gelen yabancı oyuncular bile bana "baby" diye lâkap takıyordu.
Şimdi sana nasıl bir lâkap takılmasını istersin? Cengâver mi mesela?
Savaşçı desinler (gülüyor).
Genk'te çok sayıda Türkün yaşadığını söyledin. Senin özel Türk seyircilerin var mı?
Takımın yıllardır oynayan Macar bir kalecisi var; Laszlo. Eski ve başarılı bir isim olduğu için taraftarların da çok sevdiği birisi. Bana, "Yıllardır burada oynuyorum, bu kadar başarı kazandım ama tribünlerde benim için bir kez bile ülkemin bayrağı açılmadı. Senin ilk maçında üç tane Türk bayrağı vardı" dedi. Sağ olsunlar, Genk'te yaşayan Türkler ilgi gösteriyor. Dilerim bu ilgi daha da artar.
Sokağa çıkıp Türklerle karşılaştığında aranızda neler yaşanıyor?
Karşılaştığımızda ilgi gösteriyor, konuşuyorlar. Benim için şöyle bir durum var; bir insan Türk olduğu için mutlaka iyidir ve benim arkadaşım olmalı diye düşünmüyorum. Hollandalı da Belçikalı da benim arkadaşım olabilir. Önemli olan nereli olduğu değil, iyi bir insan olup olmadığı. Tabiî ki sokakta dolaşırken küçük çocukların "anne-baba" diye bağırmaları kulağıma çarptığında hoşuma gidiyor. Başlangıçta kaldığım otelde çalışan Türk ablalar vardı, sağ olsunlar bana sarma getirdiler. "Yapmayın" dememe rağmen eşyalarımı evlerine götürüp yıkadılar. Çok sıcak insanlarız ve böyle güzelliklerle karşılaşmak da insanı mutlu ediyor.
Sezon sonu için nasıl hayaller kuruyorsun?
İki yıl Genk'te kalacağım varsayılıyor çünkü sözleşmem iki yıllık. Bu sezon Avrupa kupalarında yokuz. Önümüzdeki sezon için takımımla ilk altıda yer alıp Avrupa kupalarında mücadele etmek, kendimi o platformda göstermek istiyorum.
A Millî Takım senin için artık sadece moral değerler açısından değil, Premier Lig'de çalışma izni alabilmen ve Manchester City forması giyebilmen için de ulaşılması gereken bir hedef. Diğer yandan da Genk gibi oynayabileceğin ve Millî Takım için kendini gösterebileceğin bir takımdasın. Bu anlamda gelecekten neler bekliyorsun?
İlk önce Genk'te oynamam ve kendimi göstermem, belli bir seviyeye ulaşmam lâzım. Belki Fatih Terim Hocam beni şimdi de A Millî Takım'a çağırabilirdi ama benim açımdan Ümit Millî Takım'da olmak ve sürekli oynayabilmek daha faydalı. A Millî Takım'da olmak için öncelikle bir şeyler göstermeliyim.
A Millî Takımımızın Letonya ve Hollanda ile oynadığı maçları izlerken neler düşündün? Bu maçların kısa bir yorumunu yapabilir misin?
Çok karakterli oyuncularımız var. Zaten çoğunu tanıyorum. Çok mücadeleci ve inançlı oyuncular. Başta kaptanımız Arda Turan… 3-3.5 aydır futbol oynamıyordu ama çıktı iki maçta 150 dakika boyunca aslanlar gibi koştu, mücadele etti, asist yaptı, gol attı. Böyle bir kaptana sahip olmak bir takım için büyük bir şans. Onun önderliğinde takım çok büyük bir mücadele gösterdi. Letonya karşısındaki o oyuna rağmen son dakika golüyle berabere kalınarak yaşanan şokun ardından Hollanda karşısında böyle bir reaksiyon verebilmek için gerçekten de Arda Turan gibi kaptanlara ve çok karakterli oyunculara ihtiyaç var. Hollanda'yı 3-0 yenmek de bence çok şaşırtıcı değil. Çünkü Arda Turan, Burak Yılmaz, Oğuzhan Özyakup, Caner Erkin, Hakan Çalhanoğlu, Selçuk İnan, Ozan Tufan gibi çok yetenekli oyuncularımız var. Bir de çok genç bir orta sahamız var. Oğuzhan, Hakan ve Ozan'ın dinamizmi Hollanda'yı orta sahada iyi kilitledi. Galibiyette bu unsur da çok önemliydi.
Ozan demişken, onu bir de senden dinleyelim. Bursaspor günlerinde Ozan'ı en yakından tanıyanlardan birisi de sensin.
Bir kere inanılmaz bir atlet Ozan. Müthiş patlayıcı özellikleri var. Sahanın neresine koyarsanız koyun oynuyor. Bursaspor'da sağ bek, sağ açık, orta saha, sol bek, stoper oynadı. Evet, sol bek oynarken biraz sıkıntı yaşadı ama bu kadar farklı mevkide oynayabilecek kaç oyuncu var? Bir de Ozan inanılmaz bir özgüvene ve rahatlığa sahip. Bir futbolcu için o kadar önemli bir özellik ki bu… Bu rahatlık ona her zaman için artı sağlıyor. Tabiî Ozan'ın Fatih Hocaya da çok büyük bir teşekkür borçlu olduğunu söylemek lâzım. Bursaspor'da çok az süre almışken A Millî Takım'a çağırdı ve o kamp boyunca ısrarla oynattı. Hatta kamptan Bursaspor'a döndüğünde UEFA Avrupa Ligi maçlarında yedekti. Ama Fatih Hoca onu ısrarla Millî Takım'a çağırıp oynatmayı sürdürdü. Ozan oyunun iki tarafını da oynayan bir oyuncu olarak Türk futbolu için çok önemli bir isim bence.
Farklı bir kitap okuma tarzın olduğunu ve başucundaki birçok kitap arasından o anki durumuna göre birisini seçip okuduğunu anlatmıştın. Bu alışkanlığını sürdürüyor musun? Bugünkü durumunda hangi kitapları okuyorsun?
Biraz tempom düşse de kitap okumayı sürdürüyorum. Yine başucumda kitaplar var ve ben şimdi İshak Alaton'un biyografisi "Lüzumlu Adam"ı okuyorum. Hollanda'daki bir abim hediye etti kitabı. Sonlarına yaklaştım. Çok güzel bir kitap. İshak Alaton'un güzel ve örnek alınacak bir macerası var. Sıfırdan var olma mücadelesi… Hiçbir şeyi yokken İsveç'e gidiyor ve orada bir şeyler öğrenip biriktirerek bugünlere geliyor.
Sen yaptığın İngiltere tercihini biraz da İshak Alaton'un bu İsveç macerasına ve var oluş mücadelesine mi benzetiyorsun?
Benimki çok daha basiti. Onunki çok daha zorlu bir macera. Çünkü o sıfırdan başlıyor hayata.
Okumak güzel ama senin bir de yazma kabiliyetin var sanırım. Direkt sorayım, Four Four Two için yazdığın yazıyı sen mi kaleme aldın, yoksa senin anlatıp başkasının yazdığı bir hikâye mi var karşımızda?
Girişinde çok küçük düzenlemeler olsa da o yazı bana ait. Zaten böyle bir teklif geldiğinde yazıyı kendim yazmak istediğimi söylemiştim. Manchester City ile Avustralya ve Vietnam'a yaptığımız seyahatten dönüyorduk. Çok uzun bir uçak yolculuğuydu. Etrafımda birçok dünya yıldızı oyuncu, kulağımda harika bir müzik vardı ve o ilhamla da kelimeler art arda dizili verdi.
Önceki röportajımızda Tümer Metin'in yazdığı "Metin Olmak" kitabından söz etmiştin. Senin de ileride böyle bir kitap yazma fikrin var mı? Şimdiden hatıralarını biriktiriyor, not tutuyor musun?
Kesinlikle bir kitap yazmayı düşünüyorum. Ama hatıralarımı şimdiden not almak yerine kitabı yazacağım gün aklımda kalanları kaleme almayı tercih edeceğim. Eğer kaleme alacağınız hatıralarınız sizin için önemliyse zaten o gün de aklınızda kalmış demektir. Şimdi sadece oynamayı düşünüyorum. Zamanı gelince de yazacağım. Bir de şunu söylemem gerekiyor. Ne Millî Takımımızın Hollanda galibiyetine, ne de Ümit Millî Takım kampında olduğuma sevinebildim. Bunun da sebebi şehitlerimiz. İnsan üzülüyor ve bitsin artık diyor.
Nasıl çözülebileceğini düşünüyorsun?
O benim işim değil. Sadece bitmesini istiyorum. Benim babam var, kardeşlerim var. Onların vefat ettiğini düşünüyorum ve bunu düşünmek bile dayanılmaz bir şey. Biz birbirine çok bağlı bir aileyiz. Böyle bir şey yaşandığında bu bütün ailenin yıllarını kaybetmesi demek. Bir çöküş, bir acı demek. İnsanın içine saplanan bir şey demek. Bazılarına basit gelebilir ama insanların da çevresindeki insanları kaybettiklerini düşünmesi lâzım. Kolay bir acı değil bu.