Türk hakemliğinin son dönemdeki en büyük gururu o. Müthiş bir çıkışla UEFA'nın 1. kategori hakemleri arasına yükseldi ve uzun bir aradan sonra Şampiyonlar Ligi'nde düdük çalan ilk Türk hakemi oldu. Üstelik Barcelona ve Chelsea gibi marka takımların maçları için tercih edildi. Şimdi önünde elit kategori ve 2012 Avrupa Şampiyonası finalleri var. Bu performansıyla iki hedef de çok uzakta durmuyor. Türkiye'nin 1 numaralı hakemiyle bu noktaya geliş sürecini ve he deflerini konuştuk.
Röportaj: Bağış Erten / TamSaha
Öncelikle büyük başarınızdan başlayalım. Nihayet uzun bir aradan sonra Avrupa futbolunun en büyük sahnesinde bir de Türk hakemi var. Şampiyonlar Ligi'nde düdük çalmaya giden süreci bize bir anlatır mısınız?
Kesinlikle çok uzun bir yoldan sonra ulaşılan bir süreçti bu. 2006 yılında FIFA hakemi olmamla başladı. Barcelona'da yaklaşık 1 hafta süren bir kurs vardı. Orada yaptığımız eğitimler, koşu testi, eğitimlerin sonuçlarıyla yola çıktım. Daha sonra genç takım turnuvalarında görev almaya başladım. Derken 2007 yılında mentör programına girdim. Yetenekli hakemler programının bir parçası olarak mentörümle birlikte iki yıllık bir çalışmamız oldu.
Bu mentör konusunu biraz açalım. Bir hakem mentörü kimdir, nedir, ne yapar? Maçlarınızı nasıl takip eder?
İsveçli Karl-Erik Nilsson'du mentörüm. Futbolseverler şuradan hatırlayabilirler, İstanbul'da oynanan ve 2-2 biten Galatasaray-Sturm Graz maçını yöneten hakemdi. Bu süreç başladığı zaman iki yılı sanki ailemden biriyle geçirmiş gibiydim. O kadar yakındık. Çünkü sizin sadece Avrupa'da yönettiğiniz maçlarla veya katıldığınız seminerlerle ilgilenmiyorlar. Yurtiçindeki performansınızı da değerlendiriyorlar. Sürekli bir iletişim halindesiniz. Çünkü bir mentörünüzün olması demek, sadece sizin maçlarınıza gelip size puan veren birinin olması demek değil. Sizin gelişiminize katkı sağlayacak birisinden bahsediyoruz. Biz bu programa başlarken, şu konuşmayı yapmıştık, hiç unutmuyorum, "Ben size klasman yükseltemem veya klasman düşüremem. Bizden bunu beklemeyin. Ama gelişmenize katkı veririm" demişti. O gün iki hakem ve bir mentör olarak başlamıştık. İkimiz de yükseldik ama en önemlisi kendimizi nasıl geliştirebileceğimizin planlarını yaptık.
Peki, mentörünüz sizin maçlarınızı izlemeye de geliyor muydu?
Canlı olarak beni izlediği maçlar da oldu. DVD'lerden takip ettiği de. Tabii ki yönettiğiniz yirmi maçın yirmisini de izlemiyordu ama çok önemli pozisyonları, 'buradan nasıl ders çıkarabilirim'i ben bir DVD'de toplayıp görüntülerini yolluyordum. Veya bir seminerde karşılaştığımız zaman bunları tartışma imkânı buluyorduk. Pek çok analiz yaptık.
Her alanda öğrenmeye açığım
Türkiye Ligi'nde parlamaya başladığınız aşamada pek çok hakem öne çıkmıştı. Yetenekli olduğuna inandığımız, Türkiye'de bir noktaya geleceğine inandığımız pek çok isim vardı. Hâlâ da varlar. Fakat aralarından en çok siz öne çıktınız. İzlediğimiz kadarıyla bunun en büyük nedeni sizin öğrenmeye çok açık bir insan olmanız.
Bunu sadece hakemlik olarak düşünmeyelim. Hayatın her alanında öğrenmeye açık bir insan olduğumu düşünüyorum. İşte de evde de sahada da bu böyle. Zaten bence böyle olması da gerekiyor. Hele de söz konusu olan hakemlikse. Çünkü bir hakemin öğrenecek her zaman bir şeyi vardır. İnsanın kendini geliştirmesi süreci hiç bitmez. Siz hakemliğinizin son yılında, hatta son maçınızda bile muhakkak bir şeyler öğrenirsiniz. Bu sizi bir sonraki adıma taşır. Futbolda öğrenmenin sınırı yoktur. Kaldı ki bu, yöneticiliğinizde de faydalanacağınız bir şeydir.
Neleri öğrendiniz? Neler değişti bu süreçte?
Spesifik olarak "Şu değişti" demem zor. Ama misal, ben sahada şu yerde duruyordum, bunun doğru olduğuna inanırdım. Fakat bir gün gelip bana, "Orada durma, şurada dur" dediler. Şaşırdım ama yaptım. Ve yararını da her zaman gördüm. Sonuçta denemeden bilemeyeceğiniz pek çok şey var. Sırtınızı dönemezsiniz. Bunu sadece yabancı eğitimcilere bağlamak da doğru değil. Ülkemizde de çok iyi eğitimciler var. Dışarıdan birisi farklı bir bakış açısı getirebiliyor. Ufkunuzu genişletebiliyor. Bu çok önemli bir şey bence.
Bir maçta tartışmalı pozisyonlardan biriyle ilgili bu öğrenme meselesini çok iyi göstermiştiniz aslında. Bir pozisyonda penaltı itirazı vardı. Bir oyuncu topla önce kafasıyla oynamış, sonra top ele gitmişti. İtirazlar üzerine siz sadece "Öyle gördüm" demek yerine "Kafadan ele giden topu gol olarak değerlendirmek doğru değil, mentörümüzle böyle konuştuk" dediniz. Bu çok hoş bir açıklamaydı değil mi?
Gerçekten de o pozisyon olmadan bir hafta önce yaptığımız bir eğitimde bu konu gündeme gelmişti. Tesadüfen de çok yakın bir zamanda da pratiğini gördük. Sıcağı sıcağına ben de onu söyledim.
Bilgi alışverişini sağlamak lâzım
Siz o açıklamayı yaptığınız anda tartışma da bitti. Çünkü bu bilgiye dayalı, hakikaten belli ki çalışmış birinin yaptığı bir açıklamaydı. Tecrübe bu tip şeylerin birikmesiyle oluşuyor değil mi?
Medyayla aramızda bir bilgi eksikliği yaşanıyor zaman zaman. Bu iki taraftan da kaynaklanabiliyor. Bence bunu yaptığımız seminerlerde, bazen fikir alışverişlerinde, daha fazla bir arada bulunacağımız ortamlarla aşabiliriz. Özellikle bizim seminerlerimiz bunun için çok uygun bir mecra. Buralarda karşılıklı tartışırız, bilgi eksikliklerimizi gideririz. Çünkü futbol sadece oyun kurallarından ibaret değil. Dünyadaki herkes oyun kurallarını çok kolay öğrenebilir. Ama bir de ara seminerlerde, UEFA'nın, MHK'nın seminerlerinde verilen talimatlar vardır. Aslında bunları paylaşmak lâzım. Bu bilgi alışverişini sağlamak lâzım. Pratiği onlar yönlendirir. Buna şu örneği verebilirim. Mesela bizim ülkemizde umut vaat eden bir atağı önleyene sarı kart uygulaması yeni başladı. Ama bu 4-5 yıldır UEFA tarafından uygulanan bir şey. Böyle bir yorum getirdiler. Dediğim gibi, sadece karşı taraftan beklemeyip kendimiz de bir adım atarak bilgi alışverişi eksikliğini giderebiliriz. Son zamanlarda bu konuda çok yol kat ettik bence.
Size gelen en önemli eleştiri "yurt dışında ayrı maç yönetiyor, yurt içinde ayrı maç yönetiyor"dur. Neden böyle bir iddia var. Orada yönetmek daha mı rahat? Maçlar mı daha iyi, siz mi daha iyi hazırlanıyorsunuz? Yoksa aynı maçları yönetiyorsunuz da orada başka, burada başka mı bakıyorlar?
Tabii ki Avrupa'da maç yönetmek çok daha rahat. Çünkü maç öncesinde, maç sonrasında, maç sırasında ciddi bir saygı ortamı var.
Araya girip sorayım, hakemlerin isimleri okunurken ıslıklanan başka bir ülke gördünüz mü?
Ben görmedim, rastlamadım. Ama biz Türkiye'de sadece hakemleri değil, kendi oyuncularını, kendi yönetimlerini, kendi teknik adamlarını ıslıklayan bir futbol kültürüne sahibiz. Bunlar hep o saygı eksikliğinden kaynaklanıyor. Biz milyonlarca para harcayıp bir takım kuran yöneticiye de saygı göstermiyoruz. Emek veren, takımını oluşturan teknik adamlara da saygı göstermiyoruz. Orada, sahada, antrenmanda, maçlarda ter döken, emek veren futbolculara da saygı göstermiyoruz. Sahaya çıktığı zaman sadece adalet dağıtmaya çalışan, gördüğünü çalmaya çalışan hakeme de saygı göstermiyoruz. Bunlara Futbol Federasyonu'nu, başta MHK olmak üzere bütün kurumları da katabiliriz. Hâl böyle olunca da her şey zorlaşıyor.
Bu saygı eksikliği sadece tribünlerle de sınırlı değil sanırım. Böyle bir saygı kültürünün futbolcularda olduğunu düşünüyor musunuz?
Bunu bir kesime atfetmek doğru değil. Bu zaten bizim ülkemizin bir sorunu. Bunu futbol sahalarında konuşmaya başlarsak bence yanlış olur. Oradan başlayan ve orada bitecek bir şey değil.
Hiddink'in bir açıklaması var bu konuyla ilgili. "Türkiye'deki futbolcular hakemlere öyle şeyler yapıyorlar ki, öyle sert, agresif reaksiyonlar gösteriyorlar ki, hakemlerin onların bu tarzına karşı yaklaşımlarına şapka çıkarmak gerekir" dedi. Ne diyorsunuz?
Hiddink'in açıklamalarını okudum. Bizi her zaman ileriye götürebilecek, doğruyu bulabilecek her türlü eleştiriye saygı duyarız. Ülkemizde evet, baktığımız zaman haklı veya haksız kararlara itiraz eden futbolcu arkadaşlarımızın olduğunu biliyoruz. Bunu aşırıya kaçarak yapanların da olduğunu biliyoruz. Burada herkese görev düşüyor. Futbolun oyun kuralları içerisinde olmayıp da sadece itirazdan dolayı kart gören oyunculara karşı bir yaptırım uygulayacak olan sadece bizler değiliz. Yönetimler de buna tepki göstermeli. Teknik adamlar futbolcularını bu konuda eğitebilir. Biz hakemler de bu tip durumlar karşısında gerekli disiplin cezalarını tavizsiz uygulamalıyız. Yani burada herkes üzerine düşen görevi yapmalı. Medya da aşırı itirazdan kart gören oyuncuları başka türlü değerlendirmeli.
Deminki soruya geri dönelim. Yurtdışında maç yönettiğinizde temel farklılıklar neler? Dedik ki, hakemin oradaki konumuna duyulan saygı farklı. Bu çok önemli. Peki başka neler var?
Baskı meselesi var. Türkiye'de baskı ortamı çok farklı. Maç öncesinde ve maç sonrasında hakemler üzerinde bir baskı oluşuyor. Biz üst düzey hakemler olarak bunların eğitimini alıyoruz. Yaptığımız seminerlerde teknik olarak, fizik olarak maça hazırlanmanın yanında mental olarak da hazırlanıyoruz. Psikologlarımız var. Geliyorlar, çalışmalar yapıyoruz. Bu baskıyı bu şekilde atlatmaya çalışıyoruz. Bugüne kadar edindiğimiz tecrübemizle baskının üstesinden gelmeye çabalıyoruz.
Yurtdışında da o baskı yok mu? İspanya tribünleri hakemi etkilemek için çok akıllıca işler yaparlar. O da bir baskı sayılmaz mı?
Ben de yakından takip ediyorum İspanya Ligi'ni. Ama benim baskı dediğim şey bu değil. Dikkat ederseniz ben maç sırasından bahsetmiyorum. Maç öncesi ve maç sonrasından bahsediyorum. Maalesef bizim ülkemizde hakemin işini zorlaştırabilecek şey maç öncesi ve sonrasıdır. Maç sırasında biz zaten o baskıya hazırız.
Siz Avrupa'da basamakları çıkarken Türkiye'de de çok yıpratılmadan bunu başardınız. Hatta bazen önemli Avrupa maçları öncesinde göz önündeki maçlardan ziyade diğer maçları yönettiniz. Uluslararası çapta iyi bir hakem olabilmek için Türkiye'deki futbol ortamının merkezinde değil de biraz daha kenarında durmak mı gerekiyor?
Sonuçta hakemlere MHK bir görev verir, biz de çıkarız, Türkiye'nin neresinde olursa olsun maçımızı yönetiriz. Bu yeri gelir Süper Lig'deki çok zor bir müsabaka olur, derbi maç olur. Yeri gelir Bank Asya Ligi'nde bir maç olur. Yani ben yönettiğim çok önemli Avrupa maçları öncesindeki haftada derbiye de çıktım, zorluk seviyesi üst düzey maçlara da çıktım, Bank Asya Ligi'nde de maçlar yönettim. Biz hakemler olarak gidip elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışırız. Ama şunu da unutmamak lâzım. Ben bu başarıyı yakaladıysam bunda herkesin payı vardır. İyi bir sinerji yaratılırsa Türk hakemi çok başarılı yerlere gelecektir. Şu anda ulaştığımız nokta istediğimiz, arzu ettiğimiz nokta değil. Bu sadece başlangıç. Ama işte o ortam yaratıldığı zaman bu sadece hakem camiasının değil, futbol ailesi içindeki tüm bireylerin bir araya gelerek yakaladığı iyi bir ortam sonucunda ulaşılabilecek bir noktadır. Yani burada herkesin bir payı vardır mutlaka.
Türkiye'de çok zor, olaylı, tartışmalı maçlar da yönettiniz. Hatta bazı maçlardan sonra yine kaoslar yaratıldı, tartışmalar alevlendi. Ama siz genelde sessiz kaldınız ve işinize devam ettiniz. Oysa biliyoruz ki, pek çok hakem böyle olaylı maçlardan sonra kariyerine aynı şekilde devam edemiyor. Böyle zor günleri nasıl atlatıyorsunuz?
Hakemlik hayatımız 45 yaşına kadar devam ediyor. Bir FIFA hakemiyseniz, 45 yaşından sonra emekli olmak zorundasınız. Bu upuzun bir süre demek yani. Hakemliği 1-2 maçlık bir şey gibi görürseniz olmaz. Bunu tam tersine çevirelim. Çok iyi bir maç yönettim. Herkesten övgü aldım. O maça da takılamazsınız ki. Her zaman kamuoyu tarafından çok iyi değerlendirildiğiniz maçlar olacaktır. Çok eleştirildiğiniz maçlar da olacaktır. Bunlar uzun yolda virajlardır. O virajlardan geçeceksiniz. Zaman zaman yaralanacaksınız. Ama önemli olan sağ kalmaktır sonuna kadar. Ve deneyim kazanmaktır.
Hocam bu süreçte unutamadığınız, "Beni buraya taşıyan maçlar bunlardır" dediğiniz uluslararası ya da ulusal maçlar var mı?
Çok maç var. Bazen "Zor olacak" dediğiniz bir maç çok kolay geçer. Ben öyle çok derbi gördüm. Bu sizi çok yukarı taşıdı da diyebilirsiniz ama belki size hiç etkisi yoktur, hiçbir şey katmamıştır. Bazen de herkesin aslında pek izlemediği maçlar vardır, oradaki kimsenin görmediği o ufak ayrıntılar var ya, onlardan da çok şey almışımdır, çok şey kazanmışımdır. Bazen de zorluk derecesi yüksek maçlarda herkesin baktığı, üzerine konuştuğu pozisyonlar değil o maç içindeki başka ayrıntılar öğreticidir. Mesela bir maçta 2-3 penaltı vermişsinizdir, herkes bunun üzerinde konuşur. Ama orada sizin sahada duruşunuzla, futbolcuyla girdiğiniz bir diyalogla, kullandığınız bir beden diliyle başka bir deneyim oluşmuştur. Bunlar çok önemli. İşte ben onları bulup, çıkarıp kendime bir şeyler katmayı daha çok seviyorum.
Sahada güven ilişkisini kurmak çok önemli mi?
Belki de en önemli şey. Zaten biz güven ortamını yaratmaya çalışıyoruz. Ama bu tek taraflı olmaz, sadece sahada da bitmez. Bu futbolcularla teknik adam arasında da olmalı. Yöneticilerle teknik adamlar arasında da kurulmalı. Biz zaten bu güven ortamını sağlarsak başarı gelecektir. Bu kesin.
Sizinle UEFA kupalarında yönettiğiniz ilk maçın önemli olduğunu söylerler. Pek göz önünde bulunmayan ama ilginç kararların olduğu bir maçmış. Doğru mudur?
İlk maçım UEFA kupası ön eleme maçıydı; Vaduz-Ujpest. Maçın çok kolay olması bekleniyordu. İlk maç Vaduz 4-0 kazanmıştı. İkinci maçın da kolay olacağı düşünülüyordu. Fakat orada çok farklı bir maç gelişti. Üç kırmızı kart, üç gol iptali vardı ve kararlarımızın hepsi doğruydu. Bu maç benim ilk adımımdı ve önemli bir yere sahipti. O maçla başladım. Daha önce gençler turnuvalarında görev almıştım. Kkariyerimde beni etkileyen çok maç vardır. Biri Avrupa Gençler finallerindeki İsveç-İngiltere maçı. 3-3 bitip penaltılarla sonuçlanan maç. Diğeri geçen seneki Fulham-Hamburg Avrupa Ligi yarı final maçı. Buradaki performanslar çok belirleyici oldu.
Sizin maçların her zaman vukuatı bol oluyor. Sizin maçlarınızı diğerlerinden farklı kılan bir şey bu. Aksiyonu bol. Bu bir tarz mıdır? Hakemlikte böyle tarzlar olur mu?
Şimdi tabii ki her hakemin bir stili vardır. Ama önemli olan oyun kurallarından dışarı çıkmamaktır. Yani işi zorlaştırmaya gerek yok. Bu kurallar içinde kalırsanız her şey kolaylaşır. Tabii ki her hakemin bir tarzı vardır. Herkesin yönetim biçimi farklıdır. Sahaya çıkınca yürüyüşünüz farklıdır, oyuncuyla diyalogunuz farklıdır. Ama iş karar vermeye geldiği zaman oyun kuralları içerisinde UEFA'nın ve MHK'nın talimatları içerisinde olmanız yeterlidir. Bu da işinizi kolaylaştırır zaten. Tarz dediğiniz şey başına buyruk bir kurallar bütünü olamaz. Bazı sınırların dışına çıkamazsınız.
Urs Meier ve Pierluigi Collina'yla yaptığımız röportajlarda onlar da bu tarz meselesini vurgulamıştı. İkisi de hakemlerin bir tarzı olması gerektiğine inanıyordu. Hatta Meier, "Futbolcu da maça gelirken benim nasıl yöneteceğimi bilmeli. Rakibi nasıl analiz ediyorsa, beni de öyle analiz etmesi gerekir" diyordu. Collina ise bu tarza ek olarak yöneteceği takımların karakterini çalıştığını söyledi. Mesela "3-5-2 oynayan takımı bilirseniz daha iyi yönetirsiniz" derdi. Ne diyorsunuz bu konuda?
Bu çok önemli bir şey bence. Ben de bir maça çıkarken, hangi maç olursa olsun mutlaka analizini yaparım. Kim ne oynuyor? O takımın oyun tarzı nedir? Futbolcuların reaksiyonlarına kadar her şeyi bilirim. Maç öncesinde de bunu yardımcı hakem arkadaşlarımla paylaşırım. Bunun faydalarını da görürüz biz maçta.
Bilgi olmalı, önyargı olmamalı
İşin ilginci şöyle bir ekol de var. Urs Meier de bir önyargı olmasın diye takım taktiklerini hiç çalışmazmış. Bunu nasıl yorumlarsınız?
Aslında ikisinin söylediği şey farklı değil. Öncesinde çalışmak da lâzım, ama önyargı oluşturmamak da lâzım. Türkiye Ligi'nde maça çıkarken sonuçta bütün oyuncuları tanıyorsunuz. Çok fazla çaba sarf etmenize gerek yok. Ama Avrupa'da bir maça çıktığınız zaman oyuncuların yüzleri size yabancı gelebilir. Onun için bir ön çalışma yapmanız yarar sağlar. Öyle evden çantanızı alıp çıkıp maça gitmekle olmaz. Ama önyargılar da çok tehlikelidir.
Peki, hakemlerin tarzını futbolcular maç öncesi bir veri olarak almalı mı sizce? Misal "Maçımı Cüneyt Çakır yönetiyorsa daha dikkatli olayım. Başka hakem varsa, ona göre daha sert olabilirim" demeli mi? "Şu hakem mücadeleye daha çok izin veriyor, öbür hakem ikili mücadelelere daha toleranslı" demek önemli mi?
Böyle bir ayrım yapmamak lâzım. Ben hiçbir takımın, hiçbir antrenörün ya da futbolcunun böyle bir şeye gireceğini zannetmiyorum. Girmelerinin de çok gereksiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü futbolcunun işi sahaya çıkıp futbolunu oynamaktır. Hakemin işi de gördüğünü çalmaktır. Hakeme göre taktik olmaz. Buna takılırlarsa konsantrasyonları bölünür. Hakem ana unsur değil ki oyunda. Enerjilerini neden hakeme versinler ki?
Şampiyonlar Ligi'nde düdük çalmaya başladınız. Biz de gururla izliyoruz. Barcelona ve Chelsea'nin maçlarını yönettiniz. Zaten bir insan hakem olsa başka hangi takımın maçını yönetmek ister ki? O maçlardan biz futbolseverlere aktarabileceğiniz özel gözlemler, bilgiler var mı? Tribünden izlerken Barcelona dünyanın en etkileyici takımı. Aşağıda yönetirken durum farklı mı?
Tek bir cümleyle ifade edeyim. Bu iki takım da sadece futbol oynamayı düşünüyor. Bu kadar. Sadece futbol… Onun bir keyif, bir spor olduğunu düşünüyorlar. Şampiyonlar Ligi çok büyük bir organizasyon ve bu organizasyonun bir parçası olmak gerçekten gurur verici bir şey. Ama bu takımlardan bağımsız, o organizasyonun ihtişamından kaynaklanıyor. Maç öncesi, maç sırası, maç sonrası, her şeyi çok farklı. İnanılmaz profesyonel bir yapı var. Sabah maç toplantısından stadı terk edene kadar her şey düzenli. Her şey bilginiz dâhilinde ve saatinde gerçekleşiyor. Her şey planlı, herkes ne yapacağının bilincinde.
Ama oyun aynı oyun. Oyunu farklı kılan ne sizce?
Oyunu farklı kılan bundan keyif almaları ve dediğim gibi hakemle, verilen bir kararla, rakiple uğraşacaklarına sadece kendi oyunlarını oynamak istemeleri. Bu da işi güzelleştiriyor. Orada bir futbol kültürü var. Herkes ona uyuyor. Bizim takımlarımız da o seviyeye çıktığında o kültürün bir parçası oluyor.
Siz futbolu iyi takip eden bir hakemsiniz. Barcelona da Chelsea de ekol takımlar. Sahada yönetirken de bu kimlikleri öne çıkıyor mu?
Ben maçlara çıkmadan önce o takımların analizini mutlaka yaparım. İngiltere Ligi'ni de çok yakından takip ediyorum, İspanya Ligi'ni de. Sadece onları değil, Almanya'yı da, İtalya'yı da… İngiltere Ligi'nde mücadeleci bir yapı var. İspanya Ligi, çok kaliteli oyuncuların olduğu, ama Real Madrid ve Barcelona'nın çok fazla arayı açtığı, öne çıktığı bir lig. İtalya'da bir duraklama devri yaşanıyordu, bu sene biraz kıpırdanma var. Almanya'da çok mücadeleli, Türk futbolcuların öne çıktığı bir lig yaşıyoruz bu sene. Yani her yere bakıyoruz.
Üst düzey takımların maçını yönetmek zor mu, kolay mı?
Öncesinde çalışmak lâzım. Bu takım çok pas yapıyor, sahada nerde durmalıyız, neler olabilir, hangi taraftan atak yaparlar, hangi oyuncuyu kullanırlar? Bunların hepsinin analizini yapmak lâzım ki, zor olmasın. Chelsea'nin soldan oynadığını biliyorduk, Barcelona'nın çok pas yapıp araya, ceza alanına top attığını biliyorduk. Hepsinin önlemini alarak, bir sonraki hamleyi yaparak hazırlandık.
Oyun tarzlarını dikkate alırsak bir hakem için Chelsea maçı mı daha zordur Barcelona maçı mı?
Maçtan maça değişir bu. O yüzden şu maç zor, bu maç kolay diye ayrılmaz. O maçın kendi dinamiğine bağlıdır her şey. Normal, çok sakin geçebilir dediğiniz bir maç çok farklı gelişebilir. Bu maç içerisindeki bir dakikada oluşan bir hareketten sonra ne olacağını bilemezsiniz. Mesela Barcelona araya pasları çok yapan bir takım. Bazıları, "Yardımcı hakemler için böyle maçlar daha zor" diyebilir. Ama Chelsea maçında yardımcı hakemler için daha fazla pozisyon oluştu.
Bütün bu söylediklerinizden şunu anlamak mümkün. İyi hakem olmak için bol bol bilgi sahibi olmak ama neredeyse hiç kanaat sahibi olmamak gerek. Yani Barcelona öyle oynar, Chelsea bunu yapar demek. Ama asla bu maç kolay, bu maç zor geçer dememek. Bilgi sahibi olmak ama fikir sahibi olmamak…
Aynen öyle, sahada her an her şey değişebilir. Her maça aynı nötrlükle çıkmak gerek. Ama bilgi biriktirmek de şart.
Türkiye'de belki de en az bulunan şeylerden biri bu. Bizde bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan daha çoktur. Bu kadar bilip hiçbir kanaat geliştirmemek bizim için çok zor değil mi?
Bunu yapmak zorundasınız. Hakemliğin belki de en büyük sırrı bu.
Önümüzdeki dönemde kısa, orta ve uzun vadeli hedefleriniz neler?
Bir Türk hakemi olarak Avrupa'da fırsat yakalamak çok zor. Fırsatı yakaladığınız zaman da değerlendirmek zorundasınız. Ben de hakem arkadaşlarımla birlikte Şampiyonlar Ligi'nde iki maç yönetme fırsatını yakaladım ve başarılı olduğumu da düşünüyorum. Burada önemli olan verdiğimiz kritik kararların kamuoyunun doğru karşılık bulması. Bu bizim adımıza mutluluk verici. Emeğinizin karşılığını somut bir şekilde alma anlamında söylüyorum. Tabii ki büyük beklentilerimiz var. Ama bunları beklerken de sadece bekleyecek değiliz. Daha fazla çalışacağız. Her hakemin bir hedefi vardır hakemliğe başlarken. En uç nokta da Dünya Kupası'dır. Benim de hedefim bu. Ama bu uzun vadeli bir hedef. Ben planlı ve programlı bir şekilde adım adım gitmekten yanayım. Şimdi biz Avrupa'da bize verilen fırsatları yakaladık ve başarılı bir şekilde değerlendirdiğimizi düşünüyorum. Bundan sonra gidilecek ilk adım bir kategori daha yükselip en üst kategori olan elit kategoriye çıkmak. Ondan sonra Şampiyonlar Ligi'nde kalıcı olmak, Avrupa şampiyonalarında görev almak. Şu anda da bu büyük beklentilerimizi beklerken çalışmaya devam.
Artı hakem uygulaması daha önde
Futbolda teknoloji kullanımı hakkında ne düşünüyorsunuz? Teknoloji de tek şekilde girecek diye bir şey yok. Mesela topun çizgiyi geçip geçmediğini ayarlayan bir alet olmasıyla, her pozisyonu durdurup ekrandan bakmak arasında fark var. Teknolojiyi siz ne kadar kabullenirsiniz, ne kadar kabullenmezsiniz?
Bu zaman zaman dünya futbolunda gündeme gelen bir konu. Bundan önce de gençler turnuvasında bir çipli top denenmişti. Fakat gereken verim alınamadı ve bu uygulamadan vazgeçildi. Son Dünya Kupası'nda ise yaşanan gol mü değil mi tartışmalarından sonra tekrar gündeme geldi. "Acaba teknolojiyi futbolun içine sokmalı mıyız?" sorusu üzerine International Board da bunu gündemine aldı. Soru tek boyutlu değil aslında. "Acaba gol çizgisi kamerası kullanmalı mıyız?" sorusu devamını da getiriyor. Bu teknolojiyi sadece topun kale çizgisini geçip geçmediğinin belirlenmesi için mi kullanacağız, yoksa kale alanındaki her şey için mi? Diğer bir soru da şu; acaba 5. ve 6. hakem uygulaması ile de bunu belirleyebilir miyiz? Bu da tartışılıyor. Ama görünen o ki altı hakem uygulaması daha önde.
Hatalar ortak çabayla giderilebilir
Son dönemlerde üst düzey teknik adamlar, özellikle zorluk derecesi yüksek maçlardan sonra hakemlerden çok şikâyet eder oldu. Ferguson, Wenger, Mourinho her hatalı karardan sonra mağdur olduklarını söylüyor. Genel kanı da şu: "Hakem insandır, doğrudur. Ama bu hatanın bize bedeli milyonlarca dolar. Bunun düzeltilmesi lâzım." Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Tabii ki futbol endüstrisinin şu anda geldiği nokta tartışılmaz. Milyonlarca paranın döndüğü inanılmaz bir sektör. Burada hakemin rolü maalesef amatör düzeyde kalıyor. Onlar inanılmaz paralar harcıyor, takımlarını kuruyor. Ama dünyanın hemen hemen -belki bir tek İngiltere hariç- her yerinde hakemler amatör olarak görev yapıyor. Tabii ki insanın olduğu her yerde hakem hataları muhakkak olacaktır. Bu kaçınılmaz. Şikâyetler de olacak. UEFA'nın buna bir bakış açısı var. Periyodik olarak yapılan hakem, antrenörler toplantıları, çeşitli seminerler, paneller sırf bu yüzden yapılıyor. Burada önde gelen teknik adamların hakemlikle ilgili görüşlerini alıyorlar. Örneğin altı hakem uygulamasıyla ilgili de sadece hakemler maçlardan sonra rapor vermiyor, o teknik adamlar da veriyor. Olaya çok geniş açıdan bakıyor UEFA. Bunu görmezden gelmiyor, hataların olabileceğini de kabul ediyor. Ama 'bunu nasıl çözeriz'i düşünüyor. Orada da teknik adamlar, hakemler, üst düzey yöneticiler işbirliği içerisinde çalışıyor. Hatalar ancak bu şekilde giderilebilir zaten. Doğru bir yol olduğunu düşünüyorum.
En iyi gözlemcim babam
Babanızın da hakem olması nasıl bir etki yaratıyor? "Benim zamanımda böyleydi, şimdi böyle" tartışmaları yapıyor musunuz? Sizin şansınız hakemlikteki ve oyundaki gelişmeyi daha iyi gözlemlemek diyebilir miyiz?
Babamın da hakem olması büyük bir şans benim için. Onun tecrübelerinden çok faydalanıyorum. Kendimi geliştirmem açısından bana çok yardımcı oluyor. Dediğiniz gibi bunun sentezini yapabiliyorsunuz bu ligde. Bence bu çok önemli bir şey. Ben de bundan elimden geldiği kadar faydalanıyorum. Ama biz onlara göre daha fazla koşuyoruz (gülüyor).
Hakem sadece kuralı uygular!
Kurallarla insan vicdanının çarpıştığı yerler oluyor bazen. Son Trabzonspor-Bursaspor maçında böyle bir olay yaşandı. Bir oyuncu yerde yatarken atak gelişiyor, sakatlanan oyuncunun takım arkadaşı da oyunu durdurmak için atak yapan oyuncuyu tutuyor. Amacı atağı kesmek değil, sakatlanan arkadaşının tedavi edilmesini sağlamak. Siz hakem olsanız o pozisyonda ne yapardınız?
Kural çok açıktır, hakem oyun kurallarını uygulayan kişidir. Eğer duygusallığa kapılırsanız birçok yanlış karar verebilirsiniz. Hakem oyun kurallarını UEFA'nın, FIFA'nın, MHK'nın talimatlarıyla uygulayan kişidir. Şöyle bir örnek verelim. Oyuncu formasını çıkarıp altından mesaj veren bir tişört gösterdiği zaman sarı kart veriyorsunuz. Burada bir barış sloganı olduğu zaman da veriyorsunuz, başka bir şey yazdığı zaman da Biz de barış yanlısıyız ama bunun kuralı belli.