TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Galibi ve mağlubuyla 2011-12 (TamSaha) 7.07.2012
Galibi ve mağlubuyla 2011-12 (TamSaha)
2011-12 sezonu, sayısız cephede yaşanan savaşlar misali, kazananları ve kaybedenleriyle geride kaldı. Kimi cephelerde denk iki kuvvet kıyasıya mücadele ederken, kimilerinde güçlü ve güçsüzün savaşından alışılmadık sonuçlar çıktı. Hatta bazı cephelerde, kupanın bir kulpunu tutana kadar savaşıp, sonunda hüsranla beyaz bayrak sallayanlar da oldu.

Yazan: Mustafa Akkaya / TamSaha

Al Pacino'nun başrolünü oynadığı Any Given Sunday filmini izleyenler, ünlü oyuncunun meşhur maç öncesi konuşma sahnesini mutlaka hatırlar. Takımını motive edip sahaya göndermeden önce, kazanmak ve kaybetmek arasındaki farkın bir sürü küçük detayın toplamından oluştuğunu anlatır Al Pacino. Bu sezon kimi zaman uzatma dakikalarında atılan iki gol şampiyonu ilân ederken, bazen de kaçınılmaz bir teknik adam değişikliği umulmadık zaferler yarattı. Kimisi banka hesabındaki yoğunluktan beslenirken, bazıları da genç oyuncularıyla kupaya yürüdü. Nitekim farklı cephelerde yaşanan mücadeleler, bu sezona dair birçok anıyı hafızaya kazıyan detaylar olarak akılda kaldı.

Zıt kutuplar


Barcelona ile Real Madrid arasındaki kıyasıya rekabet, sadece bu sezona özgü bir durum değildi. Başkent ekibinin son yıllarda Galacticos akımıyla takımı güçlendirmesi, Katalanların ise bu hamleye La Masia'daki üretimin kalitesini artırarak cevap vermesi El Clasico'yu bir kat daha çekişmeli hâle getirdi. Barcelona'da Messi'nin ipleri gün geçtikçe eline alıp küresel bir futbol yıldızı haline gelmesi, rekabetin dinamikleri doğrultusunda Cristiano Ronaldo'yu Madrid yolcusu yaptı. Son olarak Guardiola sayesinde kulüp müzesini kupa ile dolduran Barcelona'ya cevap olarak Real Madrid de Jose Mourinho'yu getirince El Clasico'da tüm cephelerde savaş hazırlıkları tamamlanmıştı.

Nitekim üç yıllık Barça dominasyonu sonrasında bu sezon Real Madrid ligi tam 100 puanla birinci bitirmeyi başardı. Cephenin diğer tarafında, mucizevî biçimde Şampiyonlar Ligi'nden de elenen Guardiola, üzerinden hiç eksilmeyen yüksek baskı sonucu dört sezonun sonunda saçlarının çoğunu kaybederek istifasını verdi. Bu durum Real Madrid ve Mourinho için şüphesiz tatmin edici bir üstünlüktü. Ne var ki üçüncü cephede kazanan, futbolda istatistik bilimini neredeyse baştan yazan ve Ronaldo gibi bir yeteneği gölgede bırakan Messi oldu. Oynadığı 60 maçta 73 kez ağları havalandıran Arjantinli, böylece Gerd Müller'e ait bir sezonda tüm maçlarda en fazla gol atma rekorunu da tarihe gömdü.

Neredeyse El Clasico kadar büyük bir çekişme, Premier Lig'in son saniyelerine dek Manchester'ın iki temsilcisi arasında yaşandı. Son olarak 42 yıl önce ligi şampiyon tamamlayan City, bu performansıyla ezeli rakibi United'a karşı koymaktan çok uzak görünüyordu. Öyle ki, geçtiğimiz yaza kadar bir süredir bu rekabetin varlığı bile sorgulanır hâle gelmişti. Ne var ki mavi taraf başta kulübün kasası olmak üzere birçok noktada tadilata giderken, kırmızı tarafın parası borca ve faize saçılmaya başladı. Sezonun son haftalarında gidip gelen maçlar ve özellikle Mancini ile Ferguson arasındaki söz düelloları, heyecanı son haftaya kadar taşıdı. Uzatmaların dördüncü dakikasının son saniyelerinde gelen Agüero'nun şampiyonluk golü ise iki eski ezeli rakibin arasında yepyeni bir uzun soluklu düellonun habercisi gibi.

Almanya'da büyük maç dendiği zaman akıllara en fazla Dortmund ve Schalke arasındaki Ruhr derbisi gelir. Öyle ki, ülkenin açık ara en başarılı takımı Bayern Münih'in Başkanı Uli Hoeness, kulüp için bunun önemini bilerek ve eksikliğini hissederek 1860 Münih'in güçlenmesini istemiştir. Hoeness'in bu isteği komşusu tarafından karşılanamasa bile, yakın zamana kadar borç batağında olan ve son iki sezondur kupaların yanı sıra geniş kesimlerce sempati de toplayan Borussia Dortmund yeni ve sert bir rakip olarak ortaya çıktı. Bu yılın da Mayıs ayını geçtiğimiz sene olduğu gibi lig şampiyonu olarak kapatan Dortmund, kupa finalinde de Bayern'i 5-2 ile hezimete uğratarak başarılı gidişatını sürdürdü. Klopp'un ekibi ile oynadığı son beş resmi maçı kaybeden, bu süreçte iki lig ve bir Almanya kupası kazanma şansını tepen Bayern Münih ise bunların üzerine bir de kendi evinde oynadığı Şampiyonlar Ligi finalini penaltılarla kaybederek çilesini doldurdu.

Dengesizler

Bayern Münihli oyuncuların geride bıraktığı sezonu başarılı veya başarısız addetmek mümkün değil. Ancak onları Şampiyonlar Ligi finalinde güçlükle mağlup eden Chelsea için 2011-12 sezonu tam anlamıyla dengesiz bir dönem olarak akıllarda kalacak. Yaz aylarına Avrupa futbolunun yeni gözdesi Andre Villas-Boas ile başlayan Chelsea, 33 yaşındaki teknik adamın radikal taktik değişiklikleri ile her kulvarda zorlandı. Eldeki kadronun bu yeni anlayışa uyum sağlaması ve gerektiğinde yenilenmesi için birkaç aydan çok daha fazla zamana ihtiyacı vardı. Öte yandan Abramovich'in bu kadar sabrı olmayınca, Ancelotti'den birkaç ay sonra ikinci teknik adama da tazminat ödenerek yollar ayrıldı.

Chelsea'nin kâbus gibi başlayan sezonu, geçici olarak göreve gelen Di Matteo ile 180 derece değişti. Takımı bir anlamda eski tas eski hamam bir sistemle sahaya çıkaran Di Matteo'nun anlayışı futbolcuları bir anda kendine getirince Federasyon Kupası ve özellikle de Şampiyonlar Ligi'nde mucizevi sonuçlar alındı. Camp Nou'da oynanan Barcelona karşılaşması, tam anlamıyla Al Pacino'nun konuşma sahnesinde söylediği gibi kazanan ve kaybedeni çok küçük ayrıntıların belirlediği cinstendi. Nitekim oradan sağ salim çıkan Di Matteo'nun öğrencileri önce Federasyon sonra da Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırarak unutulmaz bir başarı öyküsü yazdı.

Ligue 1'de son beş sezondur herhangi iki kulübün yaratacağı türden bir kutuplaşma görmek imkânsız. Zira bu süreçte beş farklı lig şampiyonu çıkaran Fransızlar, geçtiğimiz sezon benzeri az görülen bir şampiyonluk hikâyesine şahit oldu. Güney Fransa'da 200 bin nüfuslu şehrin takımı Montpellier, son şampiyon Lille ve Fransa'nın Manchester City'si Paris St. Germain'i geride bırakarak tarihî bir zafer elde etti. Üstelik bunu yaparken zengin rakibi gibi neredeyse istediği her oyuncuyu transfer etme lüksüne sahip olmaktan çok uzaktı. Nitekim bir altyapı uzmanı olan teknik direktör Rene Girard, genç oyuncularına güvenerek yakın futbol tarihinin belki de en minimalist anlayışıyla ligi zirvede bitirdi.

Zlatan Ibrahimovic, geçtiğimiz Mayıs ayına kadar sırasıyla Ajax, Juventus, Inter, Barcelona ve Milan'da yaşadığı sekiz sezonu da lig şampiyonu olarak kapatmıştı. Bu süreçte attığı toplam 109 gol sonucu birçok kez zafer pastasının en büyük payını kendine ayıran İsveçlinin meşhur egosunu bilmeyen yok. Ancak bu kadar uzun bir sürenin ardından ilk kez ligi ikincilikle bitirmek, Ibra'nın alışkın olduğu türden bir sonuç olmadı. Yıllarca "kazanan" hüviyetiyle var olup bir anda "kaybeden" durumuna gelmesinin ardından bir de İsveç ile Euro 2012'ye sadece 180 dakika sonunda veda etmek, Ibrahimovic'in zirvedeki kariyeri için yokuş aşağı inmenin habercisi olarak da algılanabilir.

Saha dışında kazananlar

İngiltere'de Abramovich önderliğinde göze batan ve büyük kulüplerin oyuncak misali birer birer Rus oligarklara, Arap şeyhlerine ve ABD'li takım elbiseli işadamlarına satılma furyası sıcaklığını koruyor. Bu üç büyük para kaynağından sezonu en "kârlı" kapatan ise şüphesiz Araplar oldu. Şeyh Mansur'un sadece bol sıfırlı bonservisler ödeyerek futbolcu transfer etmekle kalmayıp, altyapıya ve ticari yatırımlara da önem vermesi sonucu Manchester City ilk önemli zaferini elde etti. Ne var ki 13 Mayıs günü Agüero, Etihad Stadı'nı son saniyede yıkarken, Şeyh Mansur, Abu Dabi'deki işleriyle meşguldü.

City gibi sansasyonel birer başarı elde edemeseler de deposunu Arap petrolüyle doldurup uçuşa geçen diğer iki kulüp de Paris St Germain ve Malaga oldu. Ancelotti yönetimindeki PSG şampiyonluk yarışını son haftaya dek sürdürse de ikincilikle yetindi. Yine de Şampiyonlar Ligi'ne direkt katılım hakkı kazanması, yatırımın ilk yılı sonunda yeterli bir geri dönüştü. Aynı şekilde Malaga da Şampiyonlar Ligi elemelerinde oynamaya hak kazanarak tarihinde ilk kez bu kulvarda mücadele etme şansı yakaladı.

Futbolda Amerikan sermayesinin hâkimiyetindeki başlıca kulüp olan Manchester United'ın ise iyi bir sezon geçirdiğini söyleyemeyiz. Sezona yeni nesil bir takımla başlayan ve ilk haftalarda göz kamaştıran United, genç orta sahasının nefesi erken kesilince Şampiyonlar Ligi gruplarından bile çıkamadı ve emekliye ayrılmış yıldızı Scholes'a sarıldı. Öte yandan yine bir ABD'li olan John Henry'nin sahip olduğu Liverpool da vasat ötesi bir sezonu Carling Cup ile tamamlayabildi ve "Kral" Kenny Dalglish'le yollarını ayırdı. Son olarak bu üç dev sermayedar arasından Avrupa'nın en büyük kupasını Rus Abramovich elde etti.

Her yıl mutlaka tarafsız futbolseverlerin içgüdüsel olarak desteklediği takımlar ortaya çıkar. Bu sezon da Athletic Bilbao, taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazanan bir performans sergileyerek Marcelo Bielsa önderliğinde sempati kazandı. Borussia Dortmund da Jürgen Klopp'un ışıldayan genç kadrosuyla şampiyon unvanını korumasaydı bile yakaladığı sempatiyi sürdürebilecekti. Aynı şekilde Tottenham'ın uzun süre ligin zirvesinde başarıyla mücadele edip Şampiyonlar Ligi biletini trajik biçimde kaybetmesi, Napoli'nin de Serie A ve Avrupa'da artık seviye atlayarak var oluşu takdire değerdi. Doğru idare örneği vererek kendi kaynaklarıyla bir yerlere gelen Lille, Montpellier, Swansea gibileri de sezonu beğeni toplayarak kapatanlar arasındaydı.

Tıpkı Al Pacino'nun bahsettiği gibi; kazanmak ve kaybetmek arasında bazen yarım saniye geç kalmak, bazen de yarım adım ötede durmak gibi ayrıntılar olabilir. Bu sezon Guardiola'ya saçlarını ve görevini, Barcelona'ya da La Liga ve Şampiyonlar Ligi'ni kaybettiren unsur artık takım olarak ortaya çıkan yorgunluktu. Keza Real Madrid ve Manchester City'nin kupaya uzanan yollarının altında, bitmek tükenmek bilmeyen bir başarı arzusunun yattığı gibi... Bu gibi denk güçlerin rekabeti ayrı bir renk yaratırken, Fransa'da olduğu gibi beklenmedik bir şehirden şampiyon çıkması, tuvale romantizm tonu da ekledi. Her zaman olduğu gibi 2011-12 sezonu da kazananları, kaybedenleri, sempati duyulanları ve antipatikleşenleriyle son buldu.