TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Hollanda: İstikrarsızların en büyüğü
TamSaha/Eylül 2012
4.09.2012
Hollanda: İstikrarsızların en büyüğüTamSaha/Eylül 2012

Lüksemburg'a diş geçiremediği günlerle Dünya Kupası'nda final oynadığı günler arasında sadece 10 yıl bulunan, bir başka Dünya Kupası finali sonrasında Avrupa Şampiyonası'nda sıfır çekebilen Hollanda'nın futbol tarihi neredeyse hep böylesine iniş çıkışlarla dolu.

Onur Erdem / TamSaha Eylül 2012

Dünya futbolunda görsel açıdan Brezilya'nın yeri neyse herhalde Avrupa futbolunda da Hollanda'nın yeri odur. Hollanda futbolu dendiğinde hemen herkesin zihninde savunmadan çok hücuma ağırlık veren, sürekli gole odaklanan ve bu esnada izleyenlerin gözünü de bir hayli okşayan bir futbol takımı canlanır. Lâkin bu görüntü itibariyle benzediği Brezilya'ya kıyasla biraz kısmetsizdir Hollanda. Dünya Kupalarında üç kez final oynadıysa da bu maçların hepsinde sahadan boynu bükük ayrılmış, Avrupa Şampiyonalarındaysa sadece bir kez gülebilmiştir. Yine de kulüpler düzeyinde Hollanda takımlarının toplamda altı kez Şampiyon Kulüpler Kupası/Şampiyonlar Ligi, bir kez Kupa Galipleri Kupası ve dört kez de UEFA Kupası kazandığı düşünülürse, Hollanda'nın Almanya, İtalya, İngiltere, İspanya ve Fransa ile birlikte Avrupa futbolunun en önde gelen altı ülkesinden biri olduğunu (her ne kadar diğer beş ülkenin dünya şampiyonlukları bulunsa da) iddia etmek abartı sayılmayacaktır.

Aslında Hollanda'nın Avrupa ve hatta dünya futbolu içerisinde böylesine önemli bir konuma gelmesi yeni sayılabilecek bir hadise (en azından çok eski değil diyelim). Nitekim sadece yarım asır öncesinde bile Hollanda, kıtanın vasat futbol ülkelerinden biri konumundaydı. Her ne kadar ülke, biraz Britanya'ya coğrafi olarak yakınlığının da etkisiyle, futbolun Kıta Avrupasına geçiş yaptığı ilk noktaysa da futbolun bu bölgedeki niteliksel gelişimi bir hayli geç olmuştu.

Lüksemburg'a diş geçirmekte zorlanılan günler

Şöyle özetleyelim... Hollanda'da ulusal futbol federasyonu 1889'da kurulmuş, 1898'de ilk ulusal şampiyona düzenlenmiş, 1899'da da Hollanda Kupası oynanmaya başlamıştır. Ancak Hollanda Millî Takımı, 1974'te final oynadığı Dünya Kupası'na kadar sadece 1934 ve 1938'deki Dünya Kupalarına katılabilmiş, bunlarda da daha ilk maçlarda rakiplerine (ilkinde İsviçre, ikincisinde Çekoslovakya) yenilerek elenmişti. 1960'ta başlayan Avrupa Şampiyonası'nda da ilk olarak 1976'da boy göstereceklerdi.

Kulüpler düzeyinde de Hollanda futbolu geç açılmıştı. Avrupa kupalarında final oynayabilen ilk Hollanda takımı, 1969 yılında Şampiyon Kulüpler Kupası'nı Milan'a kaybeden Ajax'tı. Bir yıl sonraysa Feyenoord, Celtic'i mağlup ederek bu kupayı ülkeye getirmeyi başaran ilk takım olacaktı. Bundan öncesindeyse Hollanda takımları yarı finali bile bir kez görebilmişti (Feyenoord ile 1962-63 sezonunda, Şampiyon Kulüpler Kupası'nda).

Hollanda'nın 1970'lerden önce futbolda vasatı bir türlü aşamamasına dair en çarpıcı örnekse, 1964 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Lüksemburg tarafından 1-1 ve 1-2'lik skorlarla saf dışı bırakılmasıydı. Üstelik, iki ülke arasındaki anlaşma gereği maçlardan biri Amsterdam, diğeri de Rotterdam'da oynanmıştı. Yani Lüksemburg iki kere deplasmana gelmişti fakat Avrupa futbolunun bu en zayıf ülkesi (o yıllarda San Marino henüz UEFA üyesi değildi) karşısında evinde oynadığı iki maçta bile Hollanda hâkimiyet kurma başarısını gösterememişti.

Jack Reynolds ve Rinus Michels etkisi

Hollanda futbolunun makûs talihini değiştiren kırılma noktalarına gelinecek olduğundaysa iki tarihin altını çizmek gerekir. 1915 yılı ve 1964-65 sezonu. 1915 yılının önemi, İngiliz teknik adam Jack Reynolds'ın, Ajax'ın başına geçtiği yıl olmasıdır. Bugün futbolla ilgili birçok kaynakta, total futbolun tohumlarını eken kişi olarak anlatılan Reynolds, 1915'ten 1947'ye kadar çeşitli aralıklarla toplam 25 yıl Ajax'ı çalıştırmış ve görevde olduğu süre içerisinde dönemin Orta Avrupa futbolundan etkilenerek takımına savunmada ve hücumda toplu olarak hareket etme anlayışını aşılamaya çalışmıştı. Bu doğrultuda da bir oyuncu, çevresindeki bir diğer oyuncunun mevkiini boşaltması halinde hemen o bölgeyi doldurup kendi mevkiini değiştirebilecek bir "çok yönlülüğe" sahip olmalıydı. Ayrıca oyunu 40-50 metrelik bir alanda tutmak ve topu yerden, sık paslaşmalarla oynamak da söz konusu oyun anlayışının diğer temel özellikleriydi.

Tüm bunlar kulağa güzel gelse de Reynolds'ın yaptığı bir kıvılcım yakmaktan ibaretti zira total futbolun öncülü niteliğindeki bu anlayış henüz Hollanda futbolunun geneline sirayet etmemişti. Bu noktadaki önemli kırılma noktasıysa 1964-65 sezonu olacaktı. O sene hem saha kenarında Hollanda futbolunun çehresini değiştirecek olan Rinus Michels Ajax'ın başına geçecek hem de mevzubahis değişimi saha içinde yönetecek kişi olan Johan Cruyff da Ajax'ın A takımına yükselecekti.

Michels'in Ajax'taki futbolculuk kariyerinin ilk senesi, Jack Reynolds'ın yine bu kulüpteki son senesine denk gelmekteydi. Birlikte tek bir sezon geçirmiş olsalar da Reynolds'ın Michels üzerindeki etkisi büyük olmuştu ve genç oyuncu, ilerde teknik adamlık yaparsa Reynolds'tan öğrendiklerini geliştirerek uygulamayı da henüz o yaşında kafasına koymuştu. Dolayısıyla Michels, 1965 yılının başlarında, futbolu bıraktıktan yedi sene sonra Ajax'a teknik direktör olarak döndüğünde de daha sonraları "total futbol" olarak anılacak bu oyun anlayışı üzerinde çalışmalara başlamıştı.

Ernst Happel'in Feyenoord mucizesi

Öte yandan Hollanda futbolundaki kalkınmanın sadece Ajax, Michels ve Cruyff üçgenini temel aldığını söylemek, dönemin bir başka güçlü ekibi Feyenoord'a ve onun Avusturyalı teknik adamı Ernst Happel'e büyük haksızlık olacaktır. Teknik direktörlük kariyerine 1962 yılında Hollanda'nın Den Haag takımında başlayan Happel, Den Haag'da geçirdiği altı sezon içerisinde küme düşmemeye oynayan bir takımı zirveye oynayan bir takım haline getirmiş ve dört defa finaline yükseldiği Hollanda Kupası'nı da son sezonunda nihayet kazanmayı başarmıştı. Happel'in bu performansı da ülkenin en önde gelen kulüplerinden Feyenoord'un dikkatinden kaçmamıştı. 1968 yazında Avusturyalı teknik adama takımlarının yeni patronu olmasını öneren Feyenoordlu yöneticilerin bu teklifinin Happel tarafından kabul edilmesiyle birlikte de Hollanda futbolu tarihinde yeni bir döneme girilecekti.

Feyenoord ligi üç yıldır ezeli rakibi Ajax'ın gerisinde ikinci sırada tamamlıyordu ve vaziyetin böyle devam etmesi halinde Ajax'ın Hollanda futbolunun tek süper gücü haline gelmesi hiç de uzak bir ihtimal değildi. Dolayısıyla Happel, Feyenoord'da teknik direktörlük görevini kabul ederek aslında bir bakıma ateşten gömlek giymiş oluyordu çünkü kendisinden ivedilikle başarı bekleniyordu.

Happel kendisine duyulan güveni boşa çıkarmamak bir yana görev süresi boyunca beklenenden fazlasını da yaptı diyebiliriz. İlk sezonunda takımına bir anda sihirli değnek dokundurmuşçasına etkili olan Happel ligde Feyenoord'u Ajax'ın üç puan önünde şampiyonluğa taşırken kupada da finalde PSV Eindhoven'ı geçerek ikinci zafere ulaşıyordu.

Tabii Feyenoord'la girilen bu rekabet, Ajax'a da yaramıştı. Rotterdamlı rakibinin yurtiçinde duble yaptığı sezonda Ajax'ın borusu da yurtdışında ötmüştü ve Şampiyon Kulüpler Kupası'nda ilk turda Batı Alman şampiyonu Nürnberg, ikinci turda da Fenerbahçe'yi eledikten sonra çeyrek finalde önceki yılın finalisti Benfica'yı, yarı finalde de son şampiyon Manchester United'ı saf dışı eden Ajax adını finale yazdırarak Hollanda futbolu tarihinde bir ilki gerçekleştirmişti. Her ne kadar Ajax finalde Milan'a 4-1'lik bir skorla teslim olduysa da gelinen nokta, çok daha büyük başarıların habercisiydi.

Bu doğrultuda Hollanda'nın ilk büyük zaferiyse bir yıl sonra Ernst Happel'in Feyenoord'undan geldi. Şampiyon Kulüpler Kupası'na ilk turda İzlanda temsilcisi KR'a iki maçta 16 gol atarak hızlı bir giriş yapan Feyenoord, bir sonraki turdaysa kupanın son şampiyonu Milan'ı saf dışı bırakarak ne denli iddialı olduğunu ortaya koyuyor, ardından çeyrek finalde Doğu Alman şampiyonu Vorwarts Berlin'i, yarı finalde de Polonya'dan Legia Varşova'yı eleyerek önceki yıl Ajax'ın geldiği finale bu kez kendi adını yazdırmayı başarıyordu. Feyenoord'un finaldeki rakibiyse, üç yıl önce bu kupayı kucaklamış olan İskoç şampiyonu Celtic'ti. Rotterdam ekibi karşılaşmada geri düşmesine rağmen uzatma dakikalarında bulduğu golle sahadan 2-1 galip ayrılıyor ve Hollanda'ya ilk Avrupa kupasını getiriyordu.

Ajax'ın ambargosu

Feyenoord'un böylesine büyük bir başarı elde etmesi, Ajax'ı da adeta kamçılayacaktı. Ajax 1970-71 sezonunda Celtic ve Atletico Madrid gibi favori takımları alt ederek geldiği finalde sürpriz bir ekibi, Yunan şampiyonu Panathinaikos'u devirmekte zorlanmayarak, üç sezon sürecek Avrupa şampiyonlukları serisinin ilkini başlatıyordu. Üstelik Panathinaikos'la oynanan final sonrasında takımın yaratıcısı Rinus Michels'in Barcelona'ya gitmesine karşın… Michels'in yerine getirilen Rumen teknik direktör Stefan Kovacs da selefinin mirasını gayet iyi muhafaza edince Ajax 1972'de finalde Inter'i ve 1973'te de Juventus'u devirerek üç sene üst üste Avrupa'nın en büyüğü oluyor, Hollanda takımlarının Şampiyon Kulüpler Kupası'ndaki şampiyonluk serisiyse dört sezona çıkıyordu.

1973'te Cruyff'un Barcelona'ya transfer olması, Ajax'ın Avrupa şampiyonlukları serisinin de sonu anlamına geliyordu. Fakat artık Hollanda futbolu gözünü hedeflerin en büyüğüne, Dünya Kupası'na dikmişti. Cruyff başta olmak üzere Neeskens, Rensenbrink, Rep, Krol, Haan, van Hanegem ve van de Kerkhof kardeşler gibi büyük yıldızları kadrosunda barındıran Hollanda Millî Takımı'nın, Ajax efsanesini de yaratan Rinus Michels önderliğinde, Batı Almanya'da düzenlenecek olan 1974 Dünya Kupası'nı kazanmasını bekleyenlerin sayısı hiç de az değildi.

Kıl payıyla kaçan dünya şampiyonlukları

Hollandalı futbolcular, özellikle turnuvanın ikinci tur gruplarında bu beklentileri fazlasıyla karşılamış ve Arjantin'i 4-0, Brezilya'yı da 2-0 mağlup ettikleri maçlarda ortaya koydukları futbolla adeta bu dünyadan olmadıkları izlenimini yaratmıştı. Ancak final maçında işler tersine döndü. Ev sahibi Batı Almanya'ya karşı maça fırtına gibi giren Hollanda, rakip oyuncular henüz topa bile değemeden, Cruyff'un ceza sahası içinde düşürülmesiyle kazanılan penaltı vuruşunu Neeskens'in filelere göndermesiyle 1-0 öne geçmişti belki ama ilk yarının ortalarında Hölzenbein'ın Hollanda on sekizi içerisindeki balıklama dalışında hakemin bir kez daha beyaz noktayı göstermesi ve Breitner'in de ağları bulmasıyla rüzgâr tersine dönmüş, fırsatçı Gerd Müller'in devrenin bitiminde devreye girmesiyle birlikte de Hollanda finalden 2-1'lik mağlubiyetle ayrılmıştı.

Portakalların 1974'teki bu kayıplarını 1978'de telafi etmek isteyecekleri açıktı. Lâkin takımın en önemli yıldızı Cruyff'un Arjantin'deki turnuvaya gitmek istememesi, kafalarda soru işaretleri yaratıyordu. Turnuvaya bu kez Feyenoord mucizesinin mimarı olan Ernst Happel yönetiminde giden Hollanda, dört yıl önceki kadar göz kamaştırıcı bir oyun ortaya koyamasa bile adını finale yazdırmayı bilmişti. Dört sene evvelki gibi yine ev sahibine karşı çıktıkları finalde, maçın son dakikasına girilirken ve skor da 1-1'ken Rensenbrink'in direkte patlayan şutuysa, Hollanda'nın kupayı santim farkıyla kaçırdığının resmiydi. Uzatmalara giden maçta Arjantin Kempes ve Bertoni'yle bulduğu gollerle gülecek, Hollanda'ysa umutlarını bir başka bahara bırakmakla yetinecekti.

Kriz - 1988 Rönesansı - Tekrar kriz

1980'li yılların başları, Hollanda futbolu adına bir fetret devrini andırıyordu. 1982 ve 1986 Dünya Kupalarıyla 1984 Avrupa Şampiyonası'na katılamayan takımı ayağa kaldırmaksa yeniden kurt hoca Rinus Michels'e düşecekti. 1986'da millî takımın başına geri dönen Michels, 1987'de Kupa Galipleri Kupası'nı kazanacak olan Ajax ve 1988'de Şampiyon Kulüpler Kupası'nı kucaklayacak PSV Eindhoven'ın yıldızlarının iskeletini oluşturduğu yeni takımıyla 1988 Avrupa Şampiyonası'na iddialı gelmekteydi. Gullit, van Basten, Rijkaard, Koeman kardeşler, Vanenburg, van Breukelen gibi önemli isimlerden oluşan takım, her ne kadar ilk maçında Sovyetler Birliği'ne tek golle mağlup olduysa da daha sonra gruptan çıkmayı başarmış, yarı finalde ev sahibi Batı Almanya'yı devirip bir bakıma 1974'ün hesabını da kapatmış ve finalde de yeniden karşı karşıya geldiği SSCB'yi Gullit ve van Basten'in golleriyle alt ederek Hollanda futbol tarihinin en büyük başarısına imza atmıştı.

Ne var ki 1988'de yaşanan bu başarıdan sonra yine hayal kırıklığıyla dolu yıllar gelecekti. Bunda hiç şüphesiz takımın en önemli yıldızları Gullit ve van Basten'in sakatlık sorunlarından bir türlü kurtulamamalarının da payı büyüktü. Hollanda büyük turnuvalarda finale bir türlü kalamıyordu. Buna en çok 1992 Avrupa Şampiyonası ve 1998 Dünya Kupası'nda yaklaşmışlar fakat ilkinde Danimarka'ya, ikincisindeyse Brezilya'ya yarı finalde penaltı atışları sonucunda teslim olmuşlardı. 1990'larda Hollanda futbolu adına en büyük başarıyıysa, 1995 yılında Şampiyonlar Ligi'ni kazanan Ajax elde etmişti fakat futbolcularının çoğunu Bosman kuralı sayesinde bedelsiz olarak kaybeden Ajax'ın bu başarısı sürdürülebilir olmamıştı.

Dünya ikinciliği sonrasında sıfır çekmenin şoku

Hollanda, ev sahipliğini yaptığı 2000 Avrupa Şampiyonası'nda da finali penaltılarla kaçırmasının ardından 2002 Dünya Kupası'na katılamayarak büyük bir krizin eşiğine geldi. 2010'a kadarki diğer üç büyük turnuvada da istediği başarıyı elde edemeyen Portakalların, Güney Afrika'daki Dünya Kupası'nda da çok bir şey yapması açıkça beklenmiyordu. Ancak beklentilerin düşük olması Hollanda'ya yaramış olsa gerek, oynadığı maçları peş peşe kazanan takım, finalde İspanya'nın rakibi olmayı başardı. Her ne kadar Iniesta'nın uzatmalarda gelen golüne engel olamayıp bir kez daha kürsünün ikincilik basamağında kalmış olsalar da, yıllar sonra gelen final, Hollandalılarda gelecek için büyük umut yaratmıştı. Lâkin bu umutların büyük bir bölümü, sıfır çekilen Euro 2012 esnasında çöpe gitti.

Son Avrupa Şampiyonası'nda yaşanan büyük düş kırıklığı üzerine teknik direktör değişikliğine giden ve takımın başına Louis van Gaal'i getiren Hollanda, hiç kuşkusuz 2014 Dünya Kupası'nda da dört sene önceki başarısını tekrarlamanın ve hatta geliştirmenin hesapları içinde. Ancak van Gaal'in, 2002 Dünya Kupası'na katılamama fiyaskosunun arkasındaki adam olduğunu da unutmamak lâzım. Dolayısıyla sağı solu pek kestirilemeyen Hollanda için dünya şampiyonluğu kadar turnuvaya katılamamanın da olasılıklar dâhilinde bulunduğunu söylemek abartı olmayacaktır.