Almanya'da yetişen, Duisburg'da oynarken Almanya Kupası'nda final heyecanı, Kaiserslautern'de ise Bundesliga tecrübesi yaşayan bir oyuncu o. Fenerbahçe, Galatasaray ve Bursaspor tarafından istenirken tercih ettiği Beşiktaş'ta çok koşan, çok mücadele eden gerçek bir takım oyuncusu kimliğiyle ön plana çıkmayı başardı. Hocalarının "kocaman yüreği" nedeniyle tercih ettiği 25 yaşındaki forvet, bugün geldiği noktayı ailesinin verdiği desteğe bağlıyor ve iç sahadaki her karşılaşmasında tribünde oturan annesiyle göz göze gelmeden maça başlamıyor.
Röportaj: Mazlum Uluç
Futbola ilgin nasıl başladı, bir kulübün altyapısına girmeden önce topla ilişkin nasıldı?
Futbola Fortuna Düsseldorf'ta abimin sayesinde başladım. O sırada 6 yaşındaydım. Kulüp abimi seçmelere davet etmişti ve ben de onunla gitmiştim. Kenarda kendi başıma topla oynuyordum. Abime "Bu çocuk kim?" diye sordular. "Kardeşim" cevabını verince, "Seni beğendik, kardeşini de öyle. İkiniz de burada futbol oynamaya başlayın" dediler. Böylece 6 yaşında futbola başladım. 9 yaşındayken Bayer Leverkusen'in altyapısına geçtim. Oradaki ilk senemde ayağım kırıldı. 1 yıldan uzun bir süre futbol oynayamadım. Bayer Leverkusen'de 3.5 yıl kaldıktan sonra Fortuna Düsseldorf'a döndüm, çünkü biraz eksiklerim vardı. 17 yaşına kadar Düsseldorf'ta oynadıktan sonra Mönchengladbach'a transfer oldum.
Bu transfer nasıl gerçekleşti, seni nerede izlemiş ve beğenmişler?
Suat Tokat isminde çok samimi bir arkadaşım var. Fortuna'da birlikte oynamıştık ve benden 1 yıl önce Mönchengladbach'a transfer olmuştu. Hocaları bizim maçlarımızı takip ediyordu. Suat, hocalarına benim için "Onu dikkatli izleyin" demiş. Onlar da izledikleri maçlarda beni beğenmişler ve transfer teklifinde bulundular. Mönchengladbach'ın ikinci takımında oynadım. Orada 3. Lig'den 4. Lig'e düşme üzüntüsünü de yaşadım, ertesi sezon şampiyon olup geri dönme mutluluğunu da. Şunu da söylemem gerek, Almanya 3. Ligi'nin kalitesi bence burada PTT 1. Lig'e eşdeğer. Sözleşmem bittiğinde Mönchengladbach benimle profesyonel mukavele imzalamak istedi ama ben orada oynama şansı bulamayacağımı düşünerek Duisburg'a gittim.
Bütün bu süreçte ailenin futbolcu olman için sana desteği var mıydı?
Şunu çok net söyleyebilirim, eğer ailemin verdiği destek olmasaydı ben bugün burada olamazdım. Babam hep arkamda durdu. Profesyonel olana kadar bir idmanımı bile kaçırmadı. Ehliyetimi aldıktan sonra bile beni antrenmanlara o getirip götürdü.
Futbola abinle birlikte başladığını söylemiştin, o ne yaptı daha sonra.
3. Lig'e kadar futbol oynadı ama çapraz bağları kopunca bırakmak zorunda kaldı. Şimdi menajerlik yapıyor. Benim menajerim de abim zaten.
Babam tribünde kalp krizi geçirdi
Ailenden söz eder misin, Almanya'ya nereden göç etmişler?
Annem aslen Sivaslı ancak Almanya'ya gitmeden önce uzun yıllar Sarıyer'de yaşamış. Babam ise Kayserili. Çalışmak için önce Londra'ya gitmiş, sonra dönüp Almanya'ya yerleşmiş ve hayatını orada kurmuş. Benim bir maçımı izlerken kalp krizi geçirdiği için babama çalışmayı bıraktırdım.
Sen sahadaydın ve baban tribünde kalp krizi geçirdi öyle mi?
O dönemde Duisburg'da oynuyordum. İkinci yarı yeni başlamıştı, ilk dakika dolmadan hoca beni oyundan aldı. Şaşırdım tabii... Oyuncu değişikliği yapılacak bir dakika değildi çünkü. Saha kenarında bana, "Çok iyi oynadın, ama seni çıkarmam gerekiyordu. Başkanın sana söyleyeceği bir şey var" dedi. Başkan da o sırada saha kenarına inmişti. Bana, "Baban bir rahatsızlık geçirdi, hastaneye kaldırıldı" dedi. O anda çok kötü bir şey olduğunu anladım, çünkü babam beni orada bırakıp da gitmezdi. Kalp krizi geçirmiş. Neyse ki şimdi durumu iyi Allah'a şükür.
Altyapı döneminde bir çok kulüpte oynadın. Futbol karakterini en fazla şekillendiren kulüp hangisiydi?
Bayer Leverkusen'di. Orada çok fazla oynama şansı bulamasam da Almanya'nın en iyi altyapısına sahip kulüplerinden birinde eğitim alma fırsatı buldum. Fortuna Düsseldorf'taki hocam da bana çok destek verdi. Takım antrenmanlarının dışında bana özel antrenmanlar yaptırırdı.
Futbolcu olacağını, bu işten para kazanabileceğini ne zaman anladın?
19 yaşına geldiğimde... Futbolun para kazanabilecek bir iş olduğunu başlangıçta bilmiyordum. Aslında 8 yaşından beri futboldan para kazanıyorum. Bayer Leverkusen'e transfer olduğumda bana aylık 500 mark veriyorlardı. 300 markı benim için, 200 markı ise beni ve bir oyuncu arkadaşımı Düsseldorf'tan getirip götüren babam için. Arabayı da babama kulüp vermişti. Tabii 9 yaşındayken benim o parayla bir işim yoktu. Mönchengladbach'a gittiğimde bu işten para kazanabileceğimi anladım. Öncesinde sadece zevk için, arkadaşlarımla keyif alacağım bir şeyler yapmak için futbol oynuyordum.
Ardından Duisburg'a transfer oluyorsun. O kulüpte neler yaşadın?
Duisburg'da çok güzel günlerim de oldu, kötü günlerim de. Ancak bu kötü günlerin futbolumla bir ilgisi yoktu. Hocalarla anlaşamadım. Başlangıçta genç ve tecrübesiz olduğum için oynatılmadım. Birkaç maç oynadıktan sonra hocamız değişti ve ben o dönemde ilk maçımda iki gol atarak kapıları açtım. Sonrasında sürekli oynamaya başladım. Ardından takıma yeni ve isim yapmış oyuncular getirdiler ve ben yine yedek kaldım. Sonra yine bir hoca değişikliği yaşandı ve takımın başına Milan Sasic getirildi. Onun dönemindeki son iki sezonumda sarı kart cezalısı bile olmadan bütün maçlarda oynadım.
Sanırım 2. Lig takımı Duisburg'la oynadığın Almanya Kupası finali de hayatında unutamayacağın anılardan birisi.
Kesinlikle... Berlin'deki Olimpiyat Stadı'nda oynadığımız finalin atmosferi müthişti. 40 bin Duisburg, 40 bin Schalke taraftarı ve yüzlerce de protokol davetlisi vardı statta. İki takımın renkleri de aynı olduğu için stat tamamen mavi-beyaza bürünmüştü. Finali kaybetmiştik ama benim için unutulmaz bir maçtı. Elbette finale gelene kadar elde ettiğimiz başarı da çok önemliydi. İlk iki turda 3. Lig takımlarını elemiş, 3. turda FC Köln'ü deplasmanda saf dışı bırakmıştık. Çeyrek finaldeki rakibimiz ertesi sezon formasını giyeceğim Kaiserslautern'di ve onlara da şans tanımadık. Yarı finalde ise çok şanslıydık. Schalke ile Bayern Münih eşleşirken bize Energie Cottbus düşmüştü. En güzeli içeride Cottbus'la oynamaktı ve onları da eleyerek finale çıkmıştık.
Kaiserslautern maçtan önce transfer teklif etti!
Kaiserslautern'e transferinde onlara karşı oynadığın kupa maçındaki performansın mı etkili oldu?
Aslında onlar bu maçtan bir hafta önce bana transfer teklifinde bulunmuştu.
İlginç, biz Almanya'da böyle şeyler olmaz zannediyorduk.
Bayer Leverkusen'in başında Stefan Kuntz vardı. Kuntz kurnaz bir adamdır. O maçta heyecan yapıp performansımın düşeceğini ummuşlardı ama tam tersi oldu. Kaiserslautern'e karşı hayatımın maçını oynadım. Hatta yorumcular, "Maçı Olcay tek başına aldı" diye değerlendirmeler yapmıştı. Tabii bu maçtaki performansım fiyatımı da artırdı. Çünkü başka kulüplerden de teklifler gelmeye başladı. Ben de o aşamada parayı değil, Bundesliga'da doğru takımda oynamayı düşünerek bir tercih yaptım.
Peki, Kaiserslautern'e giderek doğru bir tercih yaptığını söyleyebilir misin?
Evet, doğru tercih yaptığımı düşünüyorum. Teklif yapanlardan birisi Augsburg'du ama Bundesliga'ya yeni çıkmış ve isimsiz bir takımdı. Taliplerim arasında Werder Bremen vardı ancak görüşmeleri fazla uzatıp zamana yaydılar. Nürnberg ve Hertha Berlin de beni istedi. Hertha Berlin'de çok fazla baskı olduğunu düşünerek bu teklifi reddettim. Duisburg'da bana tüm maçlarda şans veren hocam Milan Sasic daha önce Kaiserslautern'de çalışmış ve onları küme düşmekten kurtarmış ama sonra takım ikinci sıradayken haksız bir biçimde görevine son verilmiş bir antrenördü. Ona danıştım. Bana "Duisburg'da kal" demedi. "Çok iyi bir oyuncusun ve seni artık burada tutamayız. Hem buna maddi gücümüz yetmez hem de senin artık daha üst sınıf takımlarda oynaman gerekiyor. Bunu hak ediyorsun" dedi. Tıpkı Samet Hoca gibi bana babaca davrandı. Aslında bana çok kızıyordu ama ben insanın sevdikleriyle uğraştığını biliyorum. Kaiserslautern düşünceme destek çıktı ve "Ben oradan problemli ayrıldım ama tavsiyem yine de oraya gitmen. Çünkü Kaiserslautern ismi olana değil, çalışana forma verir. Sen de çok çalıştığın, çok koştuğun için orada çıkış yapacaksın" dedi. Bunun üzerine ben de Kaiserslautern'le anlaştım.
İlk Bundesliga tecrübende neler yaşadın?
Almanya'da arabamın plakası D (Düsseldorf) OS (Olcay Şahan) 10'du. Düsseldorf'ta 11 numaralı formayı giyiyordum ama 10 numaraya büyük sempatim vardı. Plakamı da o nedenle 10 yapmıştım. Kaiserslautern'de 10 numarayı Cezayirli Chadli Amri giyiyordu ve bana o formayı vereceklerini hiç aklıma getirmemiştim. Soyunma odasına indiğimizde bir de baktım benim oturacağım yere 10 numaralı formayı koymuşlar. Bana ne kadar güvendiklerini hissettim ve bu jest bana büyük bir özgüven verdi. Hazırlık dönemi benim açımdan müthiş geçti. Tıpkı Beşiktaş'ta olduğu gibi o dönemde de çok sayıda gol attım. Teknik direktörümüz Marco Kurz ilk maçlarda bana şans tanıdı ve iyi oynadım ama sonra düşüşe geçtim. Yedek kaldığım dönem bana yaradı açıkçası. Birkaç maçta kenarda oturduktan sonra deplasmandaki Schalke maçında ilk on birde yer aldım ve 2-1 kazandık. O maçın yıldızı olmuştum. Sezonun ikinci yarısında da yine aynı senaryo yaşandı. Aynı maçlarda oynayıp aynı maçlarda kenarda kaldım. Sonra Schalke maçıyla yeniden on bire döndüm ama bu kez hesap tutmadı, o maçta çok kötü oynadım. Daha sonra takımın başına Balakov geldi ve ben kalan maçlarda sürekli forma giydim.
Alt liglerde oynamakla Bundesliga'da oynamak arasında farklar vardır herhalde...
Bundesliga gerçekten de üst kalitede bir lig ve orada oynamak hiç de kolay değil. Altyapıdan yetişen bir Türk oyuncu olarak orada oynamak özellikle kolay değil.
Yani Türk oyunculara karşı bir tavır mı var?
Sadece Almanya'da değil, tüm Avrupa ülkelerinde bu tavır var. Ben Almanya'da yaşadığım için oradaki tavrı daha fazla hissettim. Hangi kademede oynuyor olursanız olun, bir Alman oyuncuyla eşit kalitedeyseniz sizin seçilmeniz mümkün değil. Hatta ondan bir gömlek yukarıda olsanız yine Alman oyuncu tercih edilir. Sizin şans bulabilmeniz için alman oyuncudan iki kat üstün olmanız gerekiyor.
Futbola başladığın yıllarda bir idolün var mıydı?
Eskiden ön libero oynuyordum. Kanat oyuncusu olmam oldukça geç bir döneme rastlıyor. Abim iyi bir kanat oyuncusuydu, sol ayağı çok iyiydi ve çok süratliydi. Benden daha yetenekli bir oyuncuydu. Onunla çalışarak ön liberodan kanat oyuncusuna dönüştüm ve bu bölgede oynamaktan çok daha memnunum. Doğrusunu söylemek gerekirse bir idolüm de olmadı. Ama Türkiye'de çok beğendiğim oyuncular vardı. Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazandığı dönemde Hakan Şükür'ü çok beğeniyordum. Bir de küçükken Emre Belözoğlu ve İlhan Mansız'ın formalarını alıp giyerdim. İlhan Mansız gibi saçımı uzatıp bantlardım.
Sadece yetenek yetmez
Futbola başladığın dönemde seninle birlikte yola çıkan pek çok arkadaşın bugün piyasada yok. Sense önemli noktalara gelmeyi başardın. Bu başarıya ulaşmanı sağlayan ve seni diğerlerinden ayıran özelliklerin nelerdi?
Elbette bazı yeteneklerim var ama asıl faktör babamdır. Ben babamın sayesinde bugün buradayım. Yetenekli olmak tek başına futbolcu olmanıza yetmiyor. Kesinlikle arkanızda çok sağlam duran ve sizi doğru biçimde yönlendiren birisinin olması gerekiyor. Almanya'da çok yetenekli Türk oyuncular 18 yaşına geldiklerinde gece kulüplerine gitmeye başlıyor ve başka bir yolu tercih ediyor. Babamsa benim hayatımı antrenman saatlerine göre programladı, dinlenmemi sağladı, beni balla, pekmezle besledi. Boş günlerimde ise "Git gez, canın ne istiyorsa yap" derdi. Onun desteği çok büyüktü. Elbette bunun üzerine yeteneklerim de eklenince bugünkü tablo çıktı ortaya.
Neydi o yetenekler, hocaların seni tercih ederken hangi özelliklerini göz önünde bulunduruyordu?
Yüreğimin küçük değil, kocaman olduğunu söylüyordu her hocam. Çok istekli, çok koşan, tam bir takım oyuncusu olduğumu düşünüyorlardı. Almanya'daki Türk oyuncular genellikle çok teknik ama tembel oluyor, çalışmayı ve koşmayı pek sevmiyorlar. Bendeyse tam tersi. Çok koşan, mücadele eden, tipik bir Alman futbolcusu gibi görüyorlardı beni.
Ne zaman ön liberodan açık oyuncusuna dönüştün?
Duisburg'da oynamaya başladıktan sonra kanatta görev aldım. Gençlerbirliği'nde oynayan Mehmet Kara beni Almanya'dan tanıyor. Orada karşılıklı oynamıştık. Gençlerbirliği maçında bana "Sen ne zaman kanat oyuncusu oldun, Almanya'da ön libero oynuyor, beni tutuyordun" dedi. Ben de "Artık işler değişti, siz beni tutacaksınız" cevabını verdim. Duisburg'a ön libero olarak gitmiştim ama o bölgede çok tecrübeli iki oyuncu Mihai Tararache ve Ivica Grlic oynuyordu. Hoca bana kanatta görev verdi ve orada oynamaya başladım. Açıkçası bu görev değişikliğini sevdim.
Süper Lig'e gelmen 1 yıl rötarlı oldu diyebiliriz aslında. Çünkü 2011 yılının Mart ayında Fenerbahçe'nin seni istediği yolunda haberler çıkmıştı...
O dönemde A2 Millî Takımı'na gelmiştim. Duisburg'da olduğum dönemdi ve A2 ile Finlandiya'ya karşı oynamıştım. Aykut Hoca da beni izlemiş ve ardından gazetelerde, "Fenerbahçe yeni Tuncay'ını buldu" diye haberler çıkmıştı. Bu arada Tuncay Şanlı'yı çok beğendiğimi de ekleyeyim. Bu haberlerden mutlu olmuştum. Ancak o sezon Fenerbahçe ile Trabzonspor şampiyonluk yarışındaydı ve benim transfer konum zamana yayıldı. O dönemde Kaiserslautern'den teklif alınca Bundesliga'da oynamayı tercih ettim. İlk hedefim Bundesliga'ydı çünkü. Kaiserslautern'de oynamaya başladıktan sonra da Abdullah Hoca tarafından A Millî Takım kadrosuna davet edildim. Bu benim için hem onur hem de özgüven kaynağı oldu.
Samet Hoca telefon edince...
Peki sonrasında neden Türkiye'ye gelmeyi tercih ettin?
Kaiserslautern küme düşünce 2. Lig'de oynamak istemedim. Başka kulüplerden teklifler vardı ama bonservisim yüksek olduğu için transferim gerçekleşmedi. Bunun üzerine Türkiye'deki teklifleri değerlendirmek istedim. İlk teklif Galatasaray'dan geldi. Hatta Galatasaray, Kaiserslautern'le bonservis konusunda anlaştı. Ancak ben düşünmek için süre istedim, çünkü ailece bir karar vermek durumundaydık. Bu arada Kaiserslautern'in sezon başı hazırlıklarına katıldım. Stefan Kuntz beni görünce, "Senin burada ne işin var, biz Galatasaray'la anlaştık, senin şimdi orada olman lâzım" dedi. Ben de kendisine, "Bana kimse bir şey sormadı, ben de Galatasaray'a imza atmadım" karşılığını verdim. Bunun üzerine Kuntz bana kızdı. Hatta 10 numaralı formamı alıp başka bir oyuncuya verdiler. Çünkü paraya ihtiyaçları vardı ve Galatasaray'la 1 milyon euronun üzerinde bir bedele anlaşmışlardı. Bu süreçte Bursaspor da beni istedi. Benim için önemli olan gideceğim kulüpte geleceğimin açık olmasıydı. Tüm bunları düşünürken Beşiktaş'ta Samet Aybaba göreve getirildi. Benim de içimden Beşiktaş'ta oynamak geçiyordu. Çünkü Beşiktaşlıyım. Samet Hoca imza attıktan bir gün sonra beni aradı ve "Seni çok beğeniyorum, takımda görmek istiyorum" dedi. Hiç tereddüt etmeden kabul ettim ve bir-iki gün içinde bu transfer bitti. Galatasaray daha fazla para teklif etmişti ama ben kendi açımdan neresi daha iyi olabilir diye düşündüm ve Beşiktaş'ı tercih ettim.
Peki Kaiserslautern kulübü ne dedi bu işe?
Stefan Kuntz'la görüşmeye gittiğimde, "Ben bu anlaşmayı kabul etmiyorum, Galatasaray bonservis için çok daha fazlasını veriyor. Gideceksen Galatasaray'a gideceksin" dedi. Bir yandan bana, "Futbol kariyerin açısından Beşiktaş daha iyi olur" diyordu ama diğer yandan da alacağı paranın fazlalığına bakarak Galatasaray'ı tercih ediyordu. Bunun üzerine menajerliğimi yapan abim Kuntz'la görüşmeye gidip, "Beşiktaş'ın teklifini kabul edecekseniz edin, aksi takdirde Olcay burada kalacak ve siz hiç para kazanamayacaksınız" dedi. Kuntz da hiç para kazanamamaktansa Beşiktaş'ın teklifini kabul etti ve bu transfer gerçekleşti.
Beşiktaş'ın "Feda" yılıydı ve kulüp maddi zorluklar yaşıyordu. Transfer kararını verirken bu durum seni düşündürmedi mi?
Ben hocama güvendim. Telefonla konuştuğumuzda bana çok iyi bir his verdi. Ben de karar verirken duygularımla hareket ettim. Bu arada babamı aradım ve "Samet Hoca beni istiyor, ne diyorsun?" diye sordum. O da "Sen nasıl istiyorsan, içinden ne geçiyorsa öyle karar ver. Biz her zaman senin arkandayız" dedi. Ben de "O zaman düşünmeye hiç gerek yok, Beşiktaş'ta oynamak istiyorum" cevabını verdim.
Geçtiğimiz sezon iki kanadında Quaresma ve Simao'nun yer aldığı Beşiktaş istenen başarıyı gösteremedi. Uluslararası çaptaki oyuncuların yerine geliyor olmak sana neler düşündürdü?
Bu konuda bir endişe duymadım. Çünkü feda yılında yeni bir dönem başlayacaktı. Samet Hoca bana güveniyordu ve "Seni ilk on bir için düşünüyorum" demişti. Takımda kimlerin olmayacağıyla ilgili planlarını da bana anlatmıştı. Diğer yandan da ben kendime güveniyordum. Quaresma veya bir başkası ile rekabete hazırdım. Rekabet oyuncuya zarar vermez, aksine gelişmesini sağlar.
Arkadaş değil, kardeş gibiyiz
Beşiktaş'a geldiğinde nasıl bir atmosfer buldun? Her ne kadar Türk olsan da Almanya'da doğup büyümüş bir oyuncu olarak adaptasyon sürecinde neler yaşadın?
Dediğiniz gibi her ne kadar Türk olsanız ve Almanya'da Türk örf ve adetleriyle yaşasanız da gelir gelmez Türkiye'ye adapte olmak kolay değildi. Geldiğim gün ilk tanıştığım kişiler tıpkı benim gibi gurbetten gelen Veli Kavlak'la Tanju Kayhan'dı. Onlar da bir yıl önce aynı hisleri yaşadıkları için bana destek oldular. Kaptanımız İbrahim abi de aynı biçimde bana yardımcı oldu. İlk gün yabancılık çektim ama ikinci günden itibaren sanki bu takımın eski oyuncularından birisi gibi oldum. Beşiktaş'ta gerçekten çok sıcak bir yakınlık var ve bu zaten sahaya yansıyor. Arkadaş gibi değil, kardeş gibi bir takım olduğumuzu düşünüyorum.
Beşiktaş'a gelir gelmez ilk on birde forma bulmayı ve bu takımın banko oyuncularından birisi olmayı hayal ediyor muydun?
Kesinlikle hayal ediyordum. Sonuçta ben Bundesliga'da oynayarak buraya geldim. Türkiye'deki birçok oyuncunun hayali olan bir ligde oynadım. Kendime güveniyordum ve formayı alacağımı biliyordum. Futbolda zaman zaman düşüşler yaşansa da kimle rekabet edersem edeyim onu geçip oynayacağıma inanıyordum.
Samet Aybaba ile ilişkilerinden söz eder misin? Hocanın sana yaklaşımı nasıl? Baba-oğul gibi olduğunuzu söyledin ama biraz açalım istersen konuyu...
Samet Hoca bana büyük destek veriyor. Geçtiğimiz haftalarda "Messi benim takımımda olsa Olcay'la çekişir" diye bir açıklaması olmuştu. Ben de onun güvenini boşa çıkarmadım ve Gençlerbirliği maçında attığım golden sonra ona koştum. Hocalarımın hepsinin beni sevdiğini biliyorum ve ben de onları çok seviyorum. Teknik ekibimizin takıma karşı yaptığı çok büyük fedakârlıklar var ve bunu hepimiz görüyoruz. Onun için biz de takım olarak bu fedakârlığa aynı fedakârlıkla karşılık vermek istiyoruz.
Samet Hoca senden saha içinde neler bekliyor, neler istiyor?
Benden bugün oynadığım futbolu bekliyor, "Kendin gibi ol, Olcay Şahan gibi oyna, bana yeter" diyor ve rahat olmamı istiyor.
Galiba hocanın kendisine güvendiğini hissetmesi oyuncunun performansı açısından çok önemli.
Kesinlikle çok önemli. Hocamın bana güvendiğini hissettiğimde çok daha iyi oynarım. Birkaç maçta performansım iyi değildi ama hocam bana hiçbir zaman yedek kulübesinde oturacağım hissini vermedi. Kaçırdığım golden sonra bana, "Ne oldu, hiçbir şey. Biraz sonra yine pozisyona gireceksin ve atacaksın. Futbol bu" diyor. Onun bu tavrı beni çok rahatlatıyor. Bunu daha önce Duisburg'da oynarken Milan Sasic yapmıştı ve futbol hayatımın en büyük çıkış yaptığım dönemini orada yaşamıştım.
Beşiktaş taraftarı senin gibi koşan, çalışan, forması için canını dişine takan oyuncuları sever. Onlarla ilişkilerin nasıl? Tribünden nasıl bir elektrik alıyorsun?
Taraftardan o elektriği henüz yüzde yüz alamadım. Beni sevdiklerini ve o elektriği bir gün alacağımı umuyorum. Gol kaçırdığım için çok eleştiriliyorum. Ama sonuçta o pozisyonlara girebilmek de önemli. Sanırım bu ligde kanat oyuncusu olarak en fazla pozisyona girenlerden birisiyim. Beş golüm ve üç asistim var. Elbette daha iyisi de olabilir ama bugün de kötü olmadığımı düşünüyorum. İnönü Stadı'nın atmosferine gelirsek; daha önce Schalke'ye karşı Olimpiyat Stadı'nda 80 bin kişi önünde oynadığım final maçının atmosferinden söz etmiş ve muhteşem olduğunu söylemiştim. Bir de Kaiserslautern'de oynarken gol attığım bir Dortmund maçı vardı ve orada hissettiklerim de harikaydı. Ama bu ikisini toplayıp Galatasaray'a karşı oynadığımız maçta hissettiklerimle kıyaslarsam İnönü'deki duygularım çok daha üst düzeydeydi. Sonuçta kendi insanlarınızın önünde oynuyorsunuz ve daha çok etkileniyorsunuz. Almanya'da 80 bin kişinin önünde oynamaktansa İnönü'de 30 bin kişinin önünde oynamayı tercih ederim.
Aslında transfer olduğunda seninle ilgili olumsuz düşünceler daha fazlaydı. Taraftar forumlarında "Bu adama bu kadar para verilir mi?" deniliyordu. Ancak sonrasında o görüşlerin değiştiğini ve seninle ilgili övgü dolu ifadeler kullanıldığını görüyoruz.
Başlangıçta transferime şüpheyle yaklaşmalarını normal karşılıyorum, çünkü beni tanımıyorlardı. İlk maçlarımı oynadıktan sonra iyi yorumlar duydum. Ama Trabzonspor ve Bursaspor maçlarının ardından aldığım tepkiler gerçekten üzücüydü. Ben duygusal bir insanım. Ne kadar fazla destek görürsem o kadar iyi oynar ve daha iyi noktalara gelebilirim.
Süper Lig'de tekme atıyorlar
Yeniden sahanın içine dönersek, Bundesliga'da oynanan futbolla Süper Lig'deki futbol arasında en temel farklar nedir sana göre?
Almanya'da daha fazla disiplin, daha fazla rekabet var. İki takım arasındaki güç farkı ne olursa olsun zayıf takım 10 kişiyle savunma yapmıyor, iki takım da kendi oyunlarını sergilemeye çalışıyor. Almanya'da daha çok koşuluyor, mücadele ediliyor, Türkiye'de ise futbol daha sert oynanıyor. Almanya'da vücut vücuda mücadeleler daha fazla, burada ise tekmeyle giriyorlar. İstanbul Büyükşehir Belediyespor'la oynadığımız ilk lig maçında bu sertlikten dolayı biraz zorlandım ama Galatasaray maçından itibaren bu sertliğe de alıştım.
İki ülkeyi taraftar davranışları açısından kıyaslar mısın?
Bence çok büyük fark var. Almanya'da sokakta yürürken birisi kolunuza girip ya da boynunuza sarılıp "Fotoğraf çektirelim" diyemez. Önce bunun için izin isterler. Türkiye'de ise adamın biri havaalanında boynuma sarılıyor ve ondan sonra "Fotoğraf çektirebilir miyiz?" diyor... Bunu reddetme şansınız yok zaten. Almanya'da maç bitince bütün takım taraftarların önüne gider, birlikte şarkılar söylenir, oynanır, sonra da fanatik taraftarların bulunduğu tribünden uzanan ellere herkes elini uzatır ve tokalaşıp geçilir. Burada böyle bir şey yapamazsınız. Elinizi uzatsanız sizi kaldırıp tribüne çekerler. Çünkü sarılmak ve sizi kucaklamak isterler (gülüyor).
Ligimizde hangi oyuncuları beğeniyorsun?
Fernandes'i çok beğeniyorum, Veli'yi beğeniyorum... Ya aslında bizim takımdaki bütün oyuncuları beğeniyorum. Çünkü bu sezon en büyük çıkışı bizim takımdaki oyuncular yaptı. Hugo Almeida, Filip Holosko, Oğuzhan Özyakup, Necip Uysal, İbrahim Toraman ve diğerleri. Ben onları sayabilirim size. Elbette diğer takımlarda da Selçuk İnan gibi çok iyi oyuncular var ama ben Beşiktaş'taki bütün oyuncuların müthiş bir çıkış yakaladığını düşünüyorum.
Beşiktaş beklentilerin aksine şampiyonluk yarışının içinde yer aldı. Oysa kimse sizden böyle bir şey beklemiyordu. Sizin sırrınız ne? Neyi iyi yaptığınızı düşünüyorsunuz?
Bizim sırrımız kardeşliğimiz. Bizi rahatlatan şey de kamuoyunun Beşiktaş'a biraz önce bahsettiğiniz gibi bakması. Hocalarla tek yürek olmamız, birbirimize sahip çıkmamız. Biz başka takımlar gibi 10 milyon euro verip de bir oyuncu alamıyoruz. Ama bence gözden kaçan bir şey var; Beşiktaş'ın her oyuncusu sezon başında şampiyonluk adayı olarak gösterilen Galatasaray veya Fenerbahçe'de rahatlıkla oynar. Yani bizim takımımızda oyuncu kalitesi gibi bir sorun yok. Tek farkımız bizde çok büyük paralar verilerek alınan oyuncu olmaması. Kalite sorunu yaşamayan ve bir yandan da aile havası yakalayan bu kadro, üzerindeki beklenti baskısının da yüksek olmaması sayesinde güzel işler yapıyor.
Bugün geldiğiniz nokta size, "Bizden nasıl olsa beklentiler yüksek değil, şampiyon olmasak da olur" gibi bir rehavet verebilir mi?
Geçen hafta Veli'yle bir yerde yemek yiyordum, yanımıza gelen birisi, "Ben Fenerbahçeliyim ama sizin maçlarınızı seyretmekten daha çok keyif alıyorum" dedi. Yakın geçmişe bakıyorum, Beşiktaş'ta böyle bir takım bütünlüğü yoktu. Geçtiğimiz sezon takımda bir-iki oyuncu koşmayınca diğerlerini de olumsuz etkiliyordu. Şimdi bakıyorum, Hugo Almeida'nın orta sahadan benim bölgeme inanılmaz bir koşu yaptığını görüyorum. Onu öyle görünce ben de onun bölgesine koşuyorum, yardımcı olmaya çalışıyorum. Bu anlayışımızı koruduğumuz sürece çok daha iyi yerlere geleceğimizi düşünüyorum. Böyle oynamamızdaki en büyük pay da hocalarımıza ait. Çünkü bu rahatlığı, bize duydukları güvenle onlar veriyor.
Bu sezonun ilk yarısı için ligde en mutlu olduğun an hangisiydi?
Bir çok oyuncu en mutlu anları için attığı golleri gösterebilir ama benim için en unutulmaz an Galatasaray maçında yaptığım asistti. Çünkü o asist beni çok rahatlattı. Sezonun ilk maçında iyi bir sonuç alamamıştık ve Galatasaray'la oynayacağımız maçta herkes rakibimizi favori gösteriyordu. Skoru 3-2'ye getiren golün asistini yaptığımda çok mutlu oldum. Süper Lig'de benim adımın yazıldığı ilk hareketim buydu. Bir yandan da transferde adımın geçtiği Galatasaray'a karşı asist yapmak önemliydi.
Abdullah Hocayı zorluyorum
Millî Takım'la ilgili beklentilerin neler?
O kamplarda yaşadığım hisler çok güzeldi ve tekrar yaşayabilmek için elimden gelen her şeyi yapacağım. Millî Takım'da oynamak performansla ilgili. Ben gösterdiğim performansla Abdullah Hocamı zorladığıma ve beni yeniden Millî Takım'a davet edeceğine inanıyorum.
Bundan sonraki kariyer planlamanda neler var? Futbol geleceğinden neler bekliyorsun?
Hedeflerim çok büyük. Beşiktaş'la şampiyonluk yaşamak istiyorum. Galatasaray maçındaki atmosferi unutamıyorum ve acaba şampiyonluğa ulaşırsak neler olur diye hayal etmeye çalışıyorum. İnanıyorum ki bunu başarabiliriz. Ben adım adım bakıyorum ve bu sezon gizli hedefimize ulaşmayı umuyorum.
Yeniden Avrupa'da oynamak gibi hayallerin var mı?
Benim için Avrupa'da oynamak şu aşamada Beşiktaş'la gelecek sezon Şampiyonlar Ligi'nde oynamayı içeriyor. Elbette daha sonraki sezonlarda Beşiktaş beni büyük bir bedel karşılığında satarak para kazanabilirse bundan da mutluluk duyarım.
Futbolun dışında ne yapıyorsun?
Kız arkadaşım aynı zamanda evlenmek istediğim kişi; onunla daha fazla vakit geçirmek istiyorum. O Almanya'da yaşıyor, ben buradayım. En kısa zamanda evlenmek istiyorum ama henüz istemeye gitmedik, bakalım babası verecek mi? (Gülüyor) Müzik dinlemeyi, başka sporlarla ilgilenmeyi seviyorum. Fırsat buldukça basketbol ve tenis oynuyorum. Bunların dışında ailemle vakit geçirmeyi seviyorum. Aile çocuğu olduğum için annemi ve babamı da İstanbul'a getirdim, birlikte yaşıyoruz.
Maçlarına geliyorlar mı?
Yağmur da yağsa, kar da yağsa annem ve babam her maçıma gelir. Onların orada olması bana kuvvet veriyor. Annemi tribünde görmezsem rahat edemem. Her maçtan önce ısınmaya çıktığımızda tribünlere bakarım ve annemle göz göze geliriz. Bu bana büyük güç verir. Almanya'da bir maçıma yetişememişlerdi ve ben annemi görmemiştim. O maçta hiç iyi oynamadım. Devre arasında annemi gördükten sonra ikinci yarıda müthiş bir performans sergilemiştim.