Hollanda'da PSV ve Ajax gibi iki dev kulüpte oynadı. Bir dönem Hollanda Ümit Millî Takımı'nın formasını giyse de yüreğinin sesini dinleyip Fas Millî Takımı'nı tercih etti. Medical Park Antalyaspor'un bu sezon yaptığı çıkışta büyük payı var. 10 numara pozisyonunda oynamanın performansını artırdığını, oyunculuğu döneminde aynı bölgede görev yapan Mehmet Özdilek'le çalışmanın ise kendi açısından büyük bir şans olduğunu söylüyor.
Röportaj: Aydın Güvenir
Her oyuncuya sorduğumuz soruyu sorarak başlayalım röportaja… Futbolla nasıl tanıştın?
Hollanda'nın Utrecht kentinde 1988 yılında doğdum. Futbola da bu şehrin küçük amatör takımlarından biri olan USV Elinkwijk'te başladım. Hollanda bir futbol ülkesi olduğu için ben de çoğu çocuk gibi küçük yaşta futbol oynamaya yönelmiştim.
Futbola ilk başladığın takım olan USV Elinkwijk'ten bir anda 12 yaşındayken kendini PSV'nin altyapısında buldun ve burada 8 yıl geçirdin. O yıllardan bahseder misin bize? Altyapısı bu kadar güçlü bir takımla futbol piyasasına çıkmak sana neler kattı?
PSV bir aile kulübü gibidir. 12 yaşında PSV'nin altyapısında oynamaya başladığımda bir kulüp görevlisi beni Utrecht'deki evimden alıyor, 1 saat uzaklıkta Eindhoven'a götürüp, akşam da işim bitince geri bırakıyordu. 15-16 yaşına gelince ise bu yolculuğu kendim trenle yapmaya başladım. Yani gördüğünüz gibi, kulüp küçükken sizi koruyor, antrenmanlara devamı sağlamanız için de sizi ailenizin yanından koparmayıp tüm hizmeti sunuyor. Böylece mental olarak da çok etkilenmiyorsunuz. Aynı zamanda antrenmanlara devam ederken kulüp eğitiminizi de aksatmıyor. Bu konuda da size destek oluyor. Hatta derslerinizde başarılı olmazsanız, çalışmazsanız sizi antrenmanlara çıkarmıyorlar. Böyle bir "Ödül-Ceza" sistemleri de var. Bu açıdan Hollanda kulüpleri diğer ülke kulüplerinden farklı diyebilirim. Biliyorsunuz; ben aslen Faslıyım. Annem ve babam da Fas'ın El Huseyma şehrinden. Orada genç bir oyuncu öncelikle kazandığı parayla ailesini geçindirmek, onları desteklemek zorunda oluyor. Yani bir taraftan futbolu öğrenirken, diğer taraftan da çalışıp para kazanarak hayat mücadelesi veriyorsunuz. Hollanda'da ise her şey farklı. Kulüpler altyapıdayken her şeyi ayağınıza getiriyor.
2005 yılında henüz 17 yaşındayken PSV'nin Milan karşısında oynadığı Şampiyonlar Ligi maçında ikinci yarıda oyuna girerek bu ligde oynamış en genç Hollandalı futbolcu unvanını aldın. Neler hissettin o karşılaşmada?
O dönemde takımın teknik direktörü Guus Hiddink'ti. Kendisi zaten beni sürekli PAF takımdan alıp A takım antrenmanlarına çıkarıyor ve tecrübe kazanmamı sağlıyordu. Bazı lig karşılaşmalarında da sahaya sürüyordu. Şampiyonlar Ligi mücadelesi için Milano'ya gitmiştik. Maçın ilk yarısında yedek kulübesinde oturduğum yerden tribünlere bakmıştım. Atmosfer gerçekten çok etkileyiciydi. San Siro da harika bir stat. İkinci yarının başında ise Hiddink, "Isınmaya başla, oyuna gireceksin" deyince çok şaşırdım. "Bu adam deli" diye düşündüm (Gülüyor). Oyuna alınmayı hiç beklemiyordum. Çok gençtim, son derece tecrübesizdim ve çıktığımız karşılaşma da son derece önemli bir mücadeleydi.
Hiddink'in takımında herkes mutludur
Hiddink'ten söz açılmışken, kendisinin 90'lı yılların başında Fenerbahçe'yi, Euro 2012 elemelerinde de Millî Takımımızı çalıştırdığını hatırlatalım. Dolayısıyla Türk insanı da Hiddink'i çok yakından tanıyor. Onun teknik direktörlüğünden etkilendiğin şeyler nelerdi?
Her takımda birçok karakterde, kişilik olarak birçok farklı özellikte oyuncular vardır. Kimiyle anlaşırsınız, kimiyle anlaşamazsınız. Hiddink'in en büyük özelliği bana göre her oyuncuyla bir şekilde diyalog kurabilmesiydi. O dönem takımımızda çekingen olan ya da çok kimseyle konuşmayan oyuncular vardı. Ancak Hiddink oyuncuların hepsiyle iyi bir kontak kurmayı başarmıştı. Bu bence sonradan öğrenilecek bir şey değil. Bu özelliğe ya sahipsinizdir ya da değilsinizdir. Mesela bir takımda sürekli olarak oynamayan bir oyuncuya sorun, "Mutlu musun, teknik direktör hakkında ne düşünüyorsun?" diye. Oynamadığından dolayı pek de olumlu cevap vermez. Ancak oynasın ya da oynamasın, Hiddink'in takımındaki bir oyuncudan alacağınız tek cevap, Hiddink'in harika bir teknik direktör olduğudur. Kurduğu iletişimle takımdaki her oyuncuyu mutlu kılabilmek, gerçekten çok büyük bir teknik direktörlük başarısı diye düşünüyorum. Hiddink'in yanı sıra PSV'de oynadığım dönemde çalıştığım Ronald Koeman'ın da bir oyuncunun gelişimi açısından çok önemli bir teknik direktör olduğunu söylemek isterim.
PSV'de uzun yıllar geçirdikten sonra 20 yaşındayken Ajax'ın yolunu tuttun. Seni yetiştiğin kulübün ezeli rakiplerinden birine transfer olmaya iten sebepler nelerdi?
Çok uzun süredir PSV'deydim. Artık buradaki her şey rutin gelmeye başlamıştı. Her gün aynı yoldan geçiyor, aynı kişileri görüyor, aynı antrenman ortamını yaşıyordum. Kariyerimde bir yenilik yapmam gerektiğini düşündüm. Marco Van Basten de o dönemde Ajax'ın teknik direktörüydü. 30 Ağustos 2008'de, yani transfer sezonunun kapanmasından bir gün önce beni takımında görmek istediğini söyledi. Benim de kontratımın son yılıydı aynı zamanda. Aslında tüm bu dediklerime rağmen benim için çok zor bir karar oldu. Çünkü küçüklüğümden beri PSV'deydim. Ne kadar rutin gelse de alıştığınız yerden kopmak zor oluyor. Ancak diğer taraftan Van Basten gibi oyunculuğu sırasında star olmuş bir isim sizi takımında görmek istiyorsa da bu teklifi reddetmeniz oldukça zor oluyor.
PSV'den sonra Ajax'a transfer olunca oyuncu yetiştirme ve kulüp yönetimi konusunda örnek teşkil eden bu iki kulübün de formasını giymiş oldun. Sana göre dışarıdan bakılınca futbol ve yönetim felsefeleri aynı olan bu iki kulübün farklılıkları nelerdi?
Ajax'ın önceliği tamamen genç oyuncularla oynamak, genç yıldızlar yetiştirmek. Yaşı 17-18 olsun hiç tereddüt etmeden altyapısından yetiştirdikleri ya da o sezon transfer ettikleri oyunculara ilk 11'de şans veriyorlar. Kulübün felsefesi bu. Eğer genç yaşta olmayan bir isim transfer ediyorlarsa bunu o oyuncu ya çok iyi olduğu için ya da oyun sistemine çok olumlu katkılar yapabileceğini düşündükleri için alıyorlar. PSV için öncelik ise Ajax'ın tam tersi. Kulüp o sezonki kadroyu oluştururken gözünü önce altyapıya değil, dış transfere çevirir. Dış transfer tamamlandıktan sonra kulüpteki genç oyuncuları takıma monte eder. İki kulüp de genç oyuncuları oynatsa bile temel farklarının bu olduğunu söyleyebilirim.
Antalyaspor'a gelmeden önce Ajax'ta yaklaşık 3 sezon, Vitesse'de de 1 sezon kiralık olarak forma giydin. Buralarda geçirdiğin dönemi kısaca anlatır mısın bize?
Ajax'ta şimdikinden farklı olarak sol ya da sağ açıkta forma buluyordum. Bunlar da benim en başarılı olduğum mevkiler değil. Vitesse'den de bir ara kiralık olarak transfer teklifi gelmişti. Orada orta sahada ve düzenli olarak oynayabilme şansı bulabileceğim söylenmişti. Ajax'ta yedek kaldığım dönemler de oluyordu çünkü. Ben de her hafta oynamak istediğim için bu teklifi kabul etmiştim. 2010-2011 sezonunu Vitesse'de ve de düzenli olarak sahada yer alarak geçirdim. Orada oynamak bana tecrübe kazandırdı.
Bu sezon başında Türkiye'yi ve Antalyaspor'u tercih etmenin nedenleri nelerdi? Gelmeden önce Nordin Amrabat'la hiç konuştun mu?
Amrabat benim iyi arkadaşım. Antalyaspor'dan transfer teklifi aldığımda da kendisiyle görüştüm. Türkiye'deki yaşam tarzının nasıl olduğunu sordum. Nordin de bana hep güzel şeyler söyledi. "Fırsatın varsa buraya gelmekten hiç çekinme. Özellikle senin tarzında oyuncular çok beğeniliyor" dedi. Türkiye'yi tercih etmemin bir diğer nedeni de Müslüman bir ülke olmasıydı. Burada istediğiniz her şeyi yiyebiliyorsunuz. Ayrıca Hollanda'dayken de birçok Türk arkadaşım vardı. Türk insanını arkadaşlarımdan dolayı biliyordum yani. O yüzden Türkiye'yi ve Antalyaspor'u tercih etmekte çok zorlanmadım.
"10 numara" hocayla çalışmak büyük şans
Antalyaspor, Mehmet Özdilek'e hep destek vererek, teknik direktörüyle 5. sezonunu yaşıyor. Bu da hiç kuşku yok ki Antalyaspor'un bu sezon geldiği noktadaki en büyük etken. Sen takıma dâhil olduğunda bunun etkisini nasıl gördün? Mehmet Hocanın takım üzerindeki etkisi ve oyuncularıyla diyaloğu nasıl?
Antalyaspor bana transfer teklifi yaptığında benimle ilgili her şeyi biliyordu. Ne kadar maç oynadığım, hangi mevkilerde görev yaptığım gibi... Bu da beni istediklerini ve yakından takip ettiklerini net bir şekilde gösteriyordu. Bu durum hem oyuncu hem de insan olarak sizi son derece memnun ediyor. Hiç kuşkusuz bir oyuncunun alınmasındaki planlama, izleme de bir istikrar sonucunda oluyor. Bu anlamda Mehmet Hocanın uzun dönemdir takımın başında olması etkili tabii ki. Bana göre Mehmet Özdilek şahane bir teknik direktör. Sonuçta başka bir ülkeden ilk kez Türkiye'ye geldim ve daha önce de hiç başka ligde oynamamıştım. Bu durumda bir teknik direktörün sizinle ekstra olarak ilgilenmesi, her zaman sizi motive eder. Mehmet Hoca da bana bu şekilde yaklaştı. Onun sayesinde adaptasyon sorununu hiç yaşamadım. Ayrıca kendisi futbolculuğu döneminde "10 numara" denilen pozisyonda, yani forvet arkasında oynuyormuş. Ben de şu an bu pozisyonda oynuyorum. Önceden 10 numara pozisyonunda oynamış bir teknik adamla çalışmak benim için harikulâde ve son derece faydalı. Ayrıca oyunculuğu döneminde aldığı "Şifo" lakabı da onun bu pozisyonda ne kadar yetenekli olduğunu gösteriyor. O açıdan bu durumdan ötürü çok şanslıyım.
Antalyaspor bu sezon rakip defanslar için korkutucu bir hücum hattına sahip. Senin yanında Diarra, Tita, Isaac, Ömer Şişmanoğlu gibi isimler var takımda. Başarıyı yakalamanızdaki en önemli etkenlerden biri olan teknik ve hızla oyunculardan kurulu bu hücum hattındaki uyumu nasıl sağladınız?
Öncelikle şunu söylemek isterim ki birçok insan bizim forvet hattımızı ön plana çıkarıyor. Ancak biz bir takımız ve hücumda bu kadar başarılı olmamızdaki neden orta saha ve defansın son derece sağlam oluşu. Orta sahamız ve defansımız bu kadar sağlam olmasaydı, daha çok geriye koşmak ve yorulmak zorunda kalırdık. Onlar sayesinde biz de hücum oyuncuları olarak ofansa daha çok konsantre olabiliyoruz. Kısacası arkamızda bu oyuncular olmasaydı, biz de hücum hattı olarak bu kadar etkili bir oyun ortaya koyamazdık.
Az önceki sözlerinden saha içinde oynamaktan en çok keyif duyduğun pozisyonu anladık ancak bir kez daha soralım istersen sana…
Şu an Antalyaspor'da oynadığım pozisyon, yani forvet arkası benim için en iyi mevki. Bu mevkide topa daha çok sahip olabiliyorsunuz. Daha serbestçe oynuyorsunuz. Sol ya da sağ kanada koşuları daha rahat yapabiliyorsunuz. Aynı zamanda da gole daha yakınsınız. O yüzden "10 numara" pozisyonunda oynamak benim için müthiş bir şey.
Antalyaspor şu an ligin üst taraflarında yer alıyor ve zirveye oynuyor. Sezon sonuna kadar bu istikrarı korumak için takım olarak neler yapmanız gerektiğini düşünüyorsun?
Bu başarıyı korumak için öncesine göre çok daha fazla çalışmalı ve antrenman yapmalıyız. Çünkü artık göz önünde bir takımız ve başarılı olduğumuz için rakiplerimiz bizi mağlup etmek için karşımıza çok daha motive ve konsantre çıkacak. Ayrıca kaybettiğimiz maçlardan sonra da kazandığımızda olduğu gibi bir arada kalabilmeli ve tam anlamıyla bir takım olduğumuzu gösterebilmeliyiz.
2006 yılında düzenlenen U21 Avrupa Şampiyonası Finalleri'nde henüz 18 yaşında olmana rağmen Hollanda kadrosunda yer almıştın.
O dönemde yaşım genç olmasına rağmen sık sık Ümit Millî Takım'da oynama şansı buluyordum. Hollanda'da yaş olayına çok bakmazlar. Eğer yeterince iyiyseniz o yaşta sizi A Millî Takım'a bile alırlar. Beni de hocam o yaşta Ümit Millî Takım'da oynamak için yeterli bulduğu için Portekiz'deki şampiyonaya götürmüştü. Takımda şu an A Millî Takım'da yer alan Huntelaar, Emanuelson, Babel, Vlaar gibi oyuncular da bulunuyordu.
Şu an ise Fas Millî Takımı'nda oynuyorsun. Hollanda'nın genç millî takımlarından sonra neden tercihini Fas'tan yana kullandın?
Tamamen hissiyattan. Hollanda'yı seçmiş olsaydım Avrupa Şampiyonası'nda, sürekli olarak Dünya Kupası'nda forma giyebilirdim. Ancak örnek vermek gerekirse Hollanda forması giyerken Hollanda Millî Marşı çaldığından o kadar da heyecanlanmıyordum. Ancak Fas Millî Marşı çaldığı zaman tüylerim diken diken oluyordu. O yüzden kalpten bağlı olduğum yeri, Fas'ı seçtim.
Hollanda ve Türkiye liglerinin farklılıklarını nasıl tanımlarsın?
Türkiye'de futbolun Hollanda'ya göre çok daha sert oynandığını söyleyebilirim. Bu ligde ayakta kalabilmek için fiziki anlamda güçlü olmanız gerek. Gol atmak da kolay değil ayrıca. Hollanda'da defans dâhil tüm takımlar ofansı daha çok önemsiyor, o yüzden gol atmanız Türkiye'ye göre çok daha kolay oluyor. Orada bu lige göre çok daha fazla gol atılıyor. Takımlar daha çok kısa pasa dayalı ve alan markajıyla oynuyor. Türkiye'de ise paslar daha uzun ve rakiple birebir daha çok mücadele ediyorsunuz.
Bu açıdan bakarsak Türkiye'ye ilk geldiğin dönemde fiziksel açıdan zorlandın diyebilir miyiz?
Elbette söyleyebiliriz. Özellikle geldiğim ilk ay çok zorlanmıştım bu konuda. Bir taraftan da yeni bir sisteme ve ortama alışmaya çalışıyordum. Bu her oyuncunun yabancı bir ülkeye gittiğinde yaşayabileceği bir durum. Ancak az önce de bahsettiğim gibi Mehmet Hoca benimle yakından ilgilendi. Başlarda 90 dakika değil, ikinci yarılarda bana şans vererek yavaş yavaş ve daha sağlam bir şekilde buradaki futbola adapte olmamı sağladı. Bu açıdan onun büyük katkıları ve kişisel ekstra çalışmalarım sayesinde bu sıkıntıyı da kısa sürede gidermiş oldum.
Türkiye'de ve dünyada en çok beğendiğin oyuncular kimler?
Benim için 1 numara Zinedine Zidane'dır. Topu kontrolü olsun, topu takım arkadaşlarından aldığı pozisyon olsun, her anlamda tek kelimeyle mükemmel bir futbolcuydu benim için. Spor Toto Süper Lig'de ise en çok beğendiğim oyuncu Bursasporlu Pablo Batalla. O ve onun tarzındaki oyuncuları çok beğeniyorum genel olarak. Alex de Souza da ayrılmadan önce bu isimler arasına sayabileceğim oyuncular arasındaydı. Bizim takımda da bu özelliklere sahip olan Tita var.
Röportaj boyunca arada Türkçe kelimeler ya da cümleler konuşulduğunda bunları anladığını fark ettim. Hollanda'da da Türk arkadaşların olduğunu söylemiştin. Türkçeyi ne kadar biliyorsun? Dilini ilerletmek için çalışıyor musun?
Türkçem gayet iyi (gülüyor). Yaklaşık 3 aydır buradayım ve bu sürede dili gayet iyi öğrendim diyebilirim. Türkçe konuştuğunuz her şeyi anlayabilecek durumdayım şu anda. Ayrıca Hollanda'da Ajax'ta da şu an Antalyaspor'un kadrosunda olan Deniz Aslan'la aynı takımda yer almıştım. O arada bana Türkçe öğretiyor. Kendisi de benim gibi Hollanda doğumlu bir oyuncu ama iddia ediyorum ki benim Türkçem şu an onunkinden daha iyi (gülüyor). Bence yaşadığınız ülkenin dilini öğrenmek çok önemli. Eğer 1-2 senedir o ülkede oynuyor ve hâlâ lisanını konuşamıyorsanız iletişim anlamında problemler yaşarsınız. O yüzden benim için Türkçeyi öğrenmek çok önemli ve öğrenmeye de hızla devam ediyorum. Bir sonraki TamSaha röportajında sizinle İngilizce yerine Türkçe konuşacağımın garantisini verebilirim (gülüyor).