Trabzonspor kaleci fabrikasının Tolga ve Onur'un ardından son ürünü. Zorunlulukların sahneye çıkardığı genç kaleci, aslında geçmişte 1461 Trabzon'daki performansıyla kalitesini kanıtlamış bir isim. Kendisine piyangodan çıkmış muamelesi yapılmasına kırgın ve sitemli. "Bugünlere bileğimin hakkıyla geldim. Herhangi bir torpilim ya da arkamda bir dayım olmadı" diyor ve oynadıkça yeteneklerini sergileyeceğini söylüyor.
Röportaj: Mazlum Uluç
Son dönemde yaşadıklarınla bir anda futbol gündemine oturdun. Sezon başında pek tanınan bir oyuncu değilken şimdi Trabzonspor'un kalesini koruyorsun ve A Millî Takım'ın kadrosundasın. Seni daha yakından tanımak istiyoruz....
1989'da Akçaabat'ta doğdum ve 1998'de Akçaabat Sebatspor'da futbola başladım. 2000 yılında amatörde filiz lisansım çıktı. 2005'te Ekrem Al döneminde A takıma alındım. 2006-2007 sezonunun devre arasında da Özkan Sümer tarafından Trabzonspor'a transfer edildim.
Futbolla tanışman nasıl oldu? Seni futbol oynamaya, bu işi profesyonel olarak yapmaya yönelten faktörler nelerdi?
Her çocuk gibi ben de mahalle arasında top oynardım. Bazen kaleye geçerdim, bazen ileride oynardım. O zamanlar cılız bir çocuktum. Boyum da uzun değildi. Ama ailemde herkes uzun boyludur. Babam da gençliğinde kalecilik yapmış. Ablam ise karateciydi. Ben de onunla birlikte bir dönem karate yaptım. 1998 yılında babam "Akçaabat Sebatspor'un seçmeleri var, seni de götüreyim" dediğinde heyecanlandım. Seçmeye kaleci mi yoksa oyuncu mu olarak girmek istediğim sordu. Ben de "Senin gibi kaleci olmak istiyorum" dedim. Seçmelerde ilk 15 dakika oyuncu olarak oynadım, sonra kaleye geçtim. İlk seçmede kaleci olarak seçildim ve takıma alındım. Sebatspor'un altyapısının katıldığı bir turnuvada oynadım ilk kez. Takımda benden büyük abiler vardı. O turnuvada takımın kalesini korudum ve birinci olduk.
Bize biraz ailenden söz eder misin?
Babam uzun yol otobüs şoförü. Şu anda emekli ama canı sıkıldıkça gene sefere çıkıyor. Ben de zamanında onun muavinliğini yaptım. Babamla birlikte Türkiye'nin dört bir yanını dolaştım diyebilirim. Annem ise ev hanımı. Babam Akçaabat Tütünspor'da kalecilik yapmış ve oldukça da başarılıymış ama şartlar daha ileriye gitmesine izin vermemiş. Dedemin dolmuşu varmış, babama , "Ne işin var futbolda, gel burada çalış" diyormuş. Babam da yolunu öyle çizmiş işte. Babam futbol oynarken bir keresinde takımın tüm malzemelerini eve getirip yıkamış, sonra da kurusun diye tütün damına asmış. Sabah kalkmış bakmış ki hiçbir malzeme yerinde yok. Bu hatırasını anlattıkça güleriz.
Bilgisayarlı muhasebe mezunuyum
Okulla futbolu bir arada yürütebildin mi?
Liseyi bitirdim. Akçaabat'ta Ticaret Lisesi'nde okudum. Bilgisayarlı muhasebe bölümünü bitirdim. Stajımı da yaptım. Yükseköğretime devam etme hakkım vardı ama profesyonel olarak futbol oynamaya başlayınca üniversiteye gitmedim.
Futbola Akçaabat Sebatspor'da başlamışsın. Bize oradaki eğitim sürecinde neler öğrendiğinden, Akçaabat Sebatspor'un sana neler kattığından söz eder misin?
Benim futbola başladığım dönemde altyapıya büyük önem veriliyordu. Yeni bir tesis binası yapılmıştı. Altyapıda çok sayıda antrenör vardı. Hatta altyapının kaleci antrenörü bile ayrıydı. Dolayısıyla iyi bir altyapı dönemi geçirdiğimi söyleyebilirim. Malzeme konusunda da sıkıntı çekmedik. A takım hangi malzemeyi kullanıyorsa biz de aynısını kullanıyorduk. İlk kaleci antrenörüm Erdoğan Üçüncü'ydü. Ona da buradan çok teşekkür ediyorum.
Sebatspor'dan Trabzonspor'a transferini Özkan Sümer'in gerçekleştirdiğini söyledin. O süreci anlatır mısın bize?
2006 yılında U18 Millî Takımı'na seçilmiştim. Kamptan döndükten sonra takımdaki abilerimizden Ümit Ozan Kazmaz beni yanına çağırıp, "Galatasaray'ın futbol şubesi sorumlusu arayıp seni sordu. Dikkatli ol" dedi. Hoşuma gitti ama gönlümden geçen Trabzonspor'un beni arayıp sormasıydı. Aradan bir süre geçtikten sonra Futbol Şubesi Sorumlumuz İsmail Çelik beni kulüp binasına çağırdı ve "Seni kaybediyoruz" dedi. Beni Galatasaray'a vereceklerini zannettim. "Hayırdır" deyince, "Özkan Sümer seni istiyor" cevabını verdi. O anda nasıl sevindiğimi anlatamam. Gözlerim doldu. Takımdaki kaleci abilerim "Bir süre daha burada kal, Trabzonspor'a gidersen kaybolursun" diye nasihatlerde bulunsa da ben "Boğulursam okyanusta boğulayım" diyerek Trabzonspor'a gittim.
Stada kaçak girerdim
Trabzon'da doğan ve futbolla ilgilenen her çocuğun en büyük hayali Trabzonspor'da oynamaktır. Sen bu hayalini gerçekleştirdiğinde, o tesislerin kapısından içeri girdiğinde neler hissetmiştin?
Müthiş bir heyecan, anlatılmaz bir mutluluktu. Çünkü kendimi bildim bileli Trabzonsporluydum. Sebatspor'da oynarken bile Trabzonspor'un her maçına giderdim. Bizim mahallede oturan ve Trabzonspor'da çimcilik yapan bir abi beni her maça götürürdü. Onunla iletişim kuramadığım zaman da Akçaabat'tan kaçıp Trabzon'a gelir, bilet bulamazsam stada kaçak girerdim. Hatta 2003 yılında Fenerbahçe'ye yenildiğimiz maça da kaçak girmiştim. İçimde böyle bir Trabzonspor sevgisi taşıyordum.
Trabzonspor'da 2006'dan 2009'a kadar PAF takımında oynadığın dönemi konuşalım biraz da... Trabzonspor altyapısındaki eğitimin bir farklılığı var mıydı? O süreçte neler öğrendin, neler yaşadın?
Trabzonspor'un imkânları elbette Sebatspor'dan daha fazlaydı. Hem tesisler hem de malzeme kalitesi daha yüksekti. İlk kuvvet antrenmanlarıyla da yoğun olarak Trabzonspor'da tanıştım. Yaşım müsait olduğu için hem genç hem yıldız hem de PAF takımda oynuyordum. Yoğun maç temposunda tecrübem de arttı doğal olarak. Hatta Ziya Doğan döneminde 2006 yılında A takım kadrosuna alınmış ve Kayseri Erciyesspor'la oynadığımız kupa maçına götürülmüştüm. PAF takımda oynasam da zaman zaman A takımla antrenmanlara alınıyordum. Ersun Yanal döneminde ise PAF takım olarak hazırlık maçında Trabzonspor'u 2-1 yenmiştik ve ben de o gün çok iyi oynamıştım. Ertesi gün Ersun Yanal beni çağırdı ve A takımın antrenmanlarına aldı. Bunda Millî Takım'daki kaleci antrenörüm Murat Aydın'ın da payı vardı. O dönemde A takımla antrenmanlara çıkıyor, PAF takımla da maç yapıyordum. Ama ertesi sezon A takımdaki kaleci sayısı artınca A2 takımına indirildim. Tolga abi sakatlanınca yeniden A takım kadrosuna alındım. 2008-09 sezonunda Hugo Broos gelince 1461 Trabzon'a kiralandım. İlk sezonumda yedektim. Erhan Kırcı sakatlanınca bir Tokatspor maçında kaleye geçtim ve son 8 maçta oynadım.
Dört muhteşem maç!
Ertesi sezon da yine 8 maçta oynamışsın. Buna rağmen o sezonun sonunda Trabzonspor'a geri dönmeyi nasıl başardın?
Doğru söylüyorsunuz, az oynadım ama o sezonun sonundaki 4 kritik maçta takımın ligde kalmasına büyük katkı yaptım. Baştan 3-4 maç oynadıktan sonra yedek kaldım. Volkan Ünlü kaleye geçti. 30. hafta sona erdiğinde Kocaelispor'a 4-0 yenilmiştik ve sondan ikinci sıradaydık. Son dört maç öncesi küme düşmeye en yakın takımlardan birisiydik. Takım 30 maçta 50 gol yemişti. Son dört maçta ben oynadım. Dört maçın üçünü kazanıp birinde de berabere kalırken sadece 1 gol yedik ve 10 puan toplayarak ligde kalmayı başardık. Özellikle son maçımız unutulmazdı. Türk Telekom'la deplasmanda oynuyorduk. Adeta bir ölüm-kalım maçıydı. Beraberlikte bile Türk Telekom ligde kalacak, biz düşecektik. 90 dakika çok iyi bir performans gösterdim ve rakiplere gol atma fırsatı tanımadım. Son dakikada Taha Balcı arkadaşımız da golü atınca ligde kalmayı başardık. Maç bittiğinde hepimiz ağlıyorduk. O yaşta küme düşme havasını yaşamak çok zordu.
Yani Trabzonspor'a dönüşünü o son dört maçtaki müthiş performansına borçlu olduğunu söyleyebiliriz...
Sezon bittiğinde Kayserispor Teknik Direktörü Şota beni istemişti. Ama bir yandan 1461 Trabzon'da oynarken diğer yandan da Trabzonspor A takımıyla idmanlara çıkıyordum. Yani Alper Hoca beni tanıyordu. Tolga abinin ve Onur'un da desteğiyle 1461'den Trabzonspor'a döndüm. Elbette bu dönüşte 1461 Trabzon'da oynadığım son 4 maçtaki performansım da önemli rol oynadı.
Trabzonspor'da son dönemde hep iyi kaleciler görüyoruz... Tolga Zengin, Onur Kıvrak ve şimdi de sıra sende gibi görünüyor. Bu durumu neye bağlamak gerekiyor? Şenol Güneş'le birlikte Alper Boğuşlu etkisi diyebilir miyiz? Bize biraz Alper Hocayı anlatır mısın?
Alper Hocanın kaleciler üzerindeki etkisi çok büyük. Her şeyden önce çok iyi bir abi, çok iyi bir baba diyebilirim. Onur'un yaptığı çıkıştaki en büyük pay Alper Hocaya ait. Onur sakatlandığında da herkes Tolga abiye şüpheyle bakmıştı ama Tolga abi de yine müthiş bir performans gösterdi. Alper Hoca son derece disiplinlidir. Gözü kimseyi görmez, babasının oğlunu tanımaz. Gerekirse kızar, bağırır. Ama birbirimizi çok iyi tanıdığımız için kırılmayız. Bütün bunları bizim daha iyi olmamız için yaptığını biliriz. Elimizden geldiğince bize vermek istediklerini almaya çalışıyoruz.
Alper Hoca seni çalıştırırken geliştirmen gereken yönlerin neler olduğunu söylüyor?
Trabzonspor'a geldiğim günden beri Tolga abiyi,Tony Sylva'yı ve Onur'u hep çok yakından izledim. Böylece eksiklerimi kapatmaya çalıştım. Alper Hoca da karşı karşıya pozisyonlarda ayakta kalmak ve top tutuş tekniği konularının üzerinde çok durdu. Özellikle yan toplara çok çalıştık.
Bir de günümüz kalecilerinin bir libero gibi oynaması, hatta mümkünse iki ayağını da düzgün kullanması bekleniyor.
Şenol Güneş döneminde Tolga abi, Onur ve Bora abinin ardından takımın dördüncü kalecisiydim. O dönemde Şenol Hoca beni antrenmanlarda stoper ya da sağ bek oynatırdı. Ayaklarıma çok güvenirdi. Hatta bir yedek takım-as takım maçında bir kalede Tolga abi, diğer kalede Onur vardı. Şenol Güneş beni as takımın santrforu olarak oynatmıştı. Burak abi ise yedek takımın santrforuydu. O maçta Onur'a bir gol atmıştım. Mustafa Yumlu'yla mücadelemiz kıran kırana geçmişti.
Top toplayıcılık yaparken kalecileri izlerdim
Futbola başladığın dönemde idollerin var mıydı? Hangi kalecileri beğeniyordun?
Çocukluk yıllarımda Akçaabat'ta top toplayıcılık yapmıştım. Hatta bir Sebatspor - Galatasaray maçında tam Fatih Hocanın yanındaydım. O maçta Mondragon bir hata yapmış, Erman Özgür gol atmıştı. Bir Ankaragücü maçında da topu geç attığım için Ceyhan Eriş kızmıştı. Hakem Serdar Tatlı da "Dışarı atarım" diye beni uyarmıştı. O gün Ankaragücü'nü 3-2 yenip kümede kalmıştık. Yani benim de o kümede kalışa katkım var (gülüyor). O dönemlerde saha içinde çok fazla maç ve kaleci izlemiştim. Tabii önceliğim Trabzonspor'un kalecileriydi. Petkoviç ve Milosevski'yi hayranlıkla izlerdim. Sonrasında Mondragon ve Cordoba'yı yakından izleme fırsatı buldum. İkisi de gerçekten çok iyi kalecilerdi. Mondragon kaleyi çok iyi dolduran bir kaleciydi. Cordoba ise ayaklarını mükemmel kullanıyordu. Avrupa'da ise çok beğendiğim kaleci Van der Sar'dı. Bugün ise en çok beğendiğim kaleci Onur. Bence bütün genç kalecilerin idolü o. Tolga abi de fiziği, tekniği ve insanlığıyla örnek alınacak bir kaleci.
Kendinle ilgili özeleştiriler yapar mısın?
Çalışmayı çok seven bir kaleciyim; hiç bir zaman antrenmandan kaçmadım. Bugünlere de bileğimin hakkıyla geldim. Herhangi bir torpilim ya da arkamda bir dayım olmadı benim. Geçmişte öylelerini de gördük ama onlar şimdi piyasada yok, ben buradayım.
Seni bugünlere getiren en önemli özelliğin ne?
Çalışmak, çok çalışmak. Bir de kendime güvenmek.
Alper Hoca seninle özel konuşmalar yapar mı?
Bana genellikle geçmişten örnekler veriyor ve çok sıkı çalışmamı istiyor. Önümde Onur'un olduğunu söylüyor ve onu geçebilmek için daha fazla çalışmam gerektiğini vurguluyor. Ben de zaten çoğu şeyi Onur'dan gördüm. Onunla gecemiz, gündüzümüz beraber geçti. Kardeş gibi olduk. Onun yaşadığı sıkıntıları da birebir gördüm. İnsanların onu bir anda nasıl göklere çıkarıp sonra nasıl eleştirdiklerine şahit oldum. Futbolda bütün düşüncelerin günlük olduğunu anladım. Onur'un yaşadıkları da benim için büyük tecrübe oldu.
Onur sakatlanınca içim ürperdi!
Trabzonspor kalesindeki ilk maçın çok ilginç bir şekilde bir Avrupa Ligi karşılaşması oldu. Onur sakatlanınca Legia Varşova maçında kaleye sen geçtin. O anda neler düşündüğünü, neler hissettiğini bizimle paylaşır mısın?
Onur'un masörle doktoru çağırdığı anda içimden bir ürperti geçmedi değil. Çünkü Onur çok özel bir kaleci. Ekstra kurtarışlar yapabiliyor, takıma maç kazandırabiliyor. Onun arkasında beklemek kolay değil. Çünkü onun yerine oyuna girdiğiniz zaman insanlar sizden de aynı şeyleri yapmanızı bekleyecek. Onur ilk devrede sakatlandığında Alper Hoca beni ısınmaya gönderdi. Ama Onur oyuna devam etmek istedi. İkinci yarıda ise sakatlığı büyüyünce devam edemeyecek duruma geldi. Tabii zor bir maç oynuyorsunuz. Coşkulu bir seyirci desteğini arkasına almış olan rakip takımın sahasındasınız. Yenilirsek benim açımdan çok kötü olacak. Çünkü "Oyuna girdi, maçı kaybettik" denilecek. Onur benim için fedakârlık yaptı ve son noktaya kadar direnip benim oynama süremi kısaltmak istedi. O süre içinde bir gol atarsak benim daha rahat oynayabileceğimi de düşündü ama gol olmadı. Sonuçta maç 0-0 giderken oyuna girdim. Girdikten kısa bir süre sonra iki zor topu çıkarınca özgüvenim yerine geldi. Bu arada 2-0 öne geçtik. Skorboarda bakıyorum, dakikalar geçmek bilmiyor. Bir de Legia grupta o maça kadar hiç gol atmamış. İçimden "Allah'ım inşallah onlardan gol yiyen ilk kaleci ben olmam" diyorum. Çok şükür maçı gol yemeden bitirdim ve benim için iyi bir başlangıç oldu. Maçın ardından herkes yanıma gelip tebrik etti. Alper Hocam, Onur hep yanımda oldu. İki-üç hafta öncesine kadar adı-sanı bilinmeyen birisiydim. Sadece Onur'un yedeği Zeki'ydim. Ailemin ve eşimin, dostumun dışında beni tanıyan yoktu. Şimdi artık camianın benden büyük beklentisi var.
Şu yedeklik konusuna da bir açıklık getirelim istersen... Sen sezon sonunda takımın dördüncü kalecisi miydin?
Orada bir yanlışlık var. Ben sezona Tolga abi ve Onur'un ardından üçüncü kaleci olarak başladım. Fatih arkadaşımız aramıza yeni katıldığı için dördüncü kaleciydi. Alper Hocamız da böyle sıralamalara dikkat eder. Zaten sezon başından beri Onur'un yedeği bendim. Fatih bir süre sakattı ama iyileştikten sonra da ben ikinci kaleci olarak devam ettim. Zaten Gençlerbirliği maçında da ben kaledeydim, Fatih yedekte...
Trabzon'da futbolcu olmaktan söz edelim biraz da... Bir yandan gurur verici ama bir yandan da zorlukları var sanırım. Hele bir de o şehrin çocuğuysanız üzerinizdeki sorumluluk biraz daha artıyor sanki. Bu konuda neler söylersin?
Tabii ki Trabzon'daki her çocuğun hayali Trabzonspor'da oynamak. Ben bu anlamda kendimi çok şanslı hissediyorum. Düşünebiliyor musunuz, o kaleyi Şenol Güneş'ler, Jean-Marie Pfaff'lar korumuş. Metin Aktaş, Tolga abi, Onur korumuş... Onlardan sonra o kalede yer almak benim için büyük bir gurur vesilesi. Sorumluluğa gelince, şimdilik beni pek fazla tanıyan olmadığı için rahatım. İnsanların arasında rahatlıkla dolaşabiliyorum.
Trabzonspor bu sezon ligde ve Avrupa'da çok farklı kimlikler gösteriyor. Bu durumu nasıl açıklamak gerekiyor?
Avrupa'da her takım açık futbol oynuyor. Bu oyun da bizim işimiz geliyor. Çünkü biz iyi kapanan, az gol yiyen ve kontratağa da iyi çıkan bir takımız. Bu sayede Avrupa Ligi'nde başarılı sonuçlar alabildik. Lige gelince; büyük takım olduğunuz için rakipleriniz kapanarak oynuyor ve sizin onları açmanız kolay olmuyor. Gol geciktikçe bu defa takımın stresi de tribünün baskısı da artıyor ve Avrupa'daki senaryoyu lige yansıtamıyoruz.
Mustafa Akçay özellikle beyanatlarıyla çok dikkat çeken bir teknik adam. Herkesin beğenisini kazanan açıklamaları var. Sen hocanı nasıl tanımlarsın? Oyuncularla ilişkileri hakkında neler söylersin?
Mustafa Hocayla daha önce hiç çalışma fırsatım olmamıştı. Ben Sebatspor'dayken o Trabzonspor'da altyapı koordinatörüydü. O zaman gazetelerde "Akçay kanunları" diye haberler okurdum. Adını oradan duymuştum. Daha sonra Tavşanlı'yı çalıştırdığı dönemde ona karşı oynamıştım. 1461 Trabzon'a geldiğinde de beni istemiş ama Şenol Hoca göndermemişti. Çalışmak bu sezona nasipmiş. Mustafa Hocanın çok enteresan birisi olduğunu söyleyebilirim. Son derecede cana yakın. Futbolcuyla abi-kardeş gibidir. Oyuncusuyla aynı masada oyun oynayabilir. "Bir derdin varsa çekinmeden gel anlat" der. Çok kitap okur. Okuduklarını bize güzel mesajlarla aktarır. Böyle bir hocayla çalışmak oyuncular için de önemli bir avantaj.
2006-2008 döneminde U18'den U20'ye kadar Genç Millî Takımlara 8 kez çağırılan ancak o dönemden sonra ay-yıldızlı formadan uzak kalan bir oyuncusun. 5 yıl aradan sonra üstelik A Millî Takım kadrosuna çağırılmak sana neler hissettirdi?
Genç Millî Takımlara 8 kez çağırıldım, 5 maçta da oynadım. Ahmet Ceylan döneminde U19'a, Hami Mandıralı döneminde de U20'ye çağrılmıştım. Ancak sonrasında uzun bir kesinti oldu. Bunun nedeni de benim takımımda yedek kalmamdı. Şimdi ise bir Avrupa kupası, bir lig maçında oynadıktan sonra A Millî Takım kadrosuna alındım. Herkesin hayali olan yerdeyim. Açıkçası hemen böyle bir davet almayı beklemiyordum. Ama Onur'un ve Volkan abinin sakatlıkları nedeniyle kadroya alındım. Türkiye'de çok fazla genç kaleci olmadığı için tercih edildiğimi düşünüyorum.
Sezon başında birisi sana "Kasım ayında Trabzonspor'un kalesini koruyacaksın ve A Millî Takım'a çağırılacaksın" deseydi ne düşünürdün?
Ben bunu olabilecek bir senaryo olarak görüyorum. Çünkü kendime inanıyorum, güveniyorum. Sonuçta ben Trabzonspor kaleciyim. Uzun süre oynamadığım için insanlar beni tanımıyor. Ama oynama fırsatı bulduğumda neler yapabileceğimi gösterebilirim. Bu yetenek bende var. Bu noktaya tesadüfen gelmedim. Belki bir çok insan ve hatta Süper Lig'deki diğer yerli kaleciler, Alper Hocanın öğrencisi olduğum için Millî Takım kadrosuna alındığımı da düşünüyordur. Ama öyle değil. Her şeyden önce Alper Hoca bir kaleciyi sadece kendi öğrencisi olduğu için Millî Takım'a önerecek adam değil. Alper Hocanın torpiliyle değil, onun bana inanması, güvenmesi ve yeteneğimi bilmesi sayesinde Millî Takım kadrosuna davet edildim. Elbette ilk maçlarda heyecan yaşayabilirim. Gençlerbirliği maçında 3 gol yediğimden söz ediliyor ama o gollere yapılabilecek bir şey olmadığını da herkes gördü.
Bundan sonrası için kendine nasıl hedefler çiziyorsun? Kariyer planlamanda neler var?
Öncelikle şehrimin takımı Trabzonspor'a sürekli oynamak istiyorum. Kendimi genç kaleciler kategorisinde görüyorum ve Millî Takımlara uzun süre hizmet etmeyi arzuluyorum. Bir de Türk futbolunu yönetenlerin öncelikle kendi şehirlerindeki oyunculara değer ve önem vermesini istiyorum. Genç oyuncuların yaşadığı sıkıntıları görmek gerekiyor. Yabancıların 10 aldığı yerde altyapıdan yetişen genç oyuncular 1 alıyor. Bence yöneticilerin öncelikle kendi değerlerine sahip çıkması gerekiyor.
Ailen için planladığın bir gelecek var mı?
Bekârım ve ailemle yaşıyorum. Geçmişte çok zor günler de geçirdik. Parasız kaldığımız dönemler de oldu. Çok şükür kendimize ait sıcak bir yuvamız var. Ailemin mutlu olması için her şeyi yaparım. Babama bir otomobil, evimize yeni eşyalar aldım. Yakın bir zamanda da daha rahat edebilecekleri bir ev almayı planlıyorum.