Glasgow Rangers gibi efsane bir takımın kalesini uzun yıllar başarıyla korudu, İskoçya Millî Takımı'nın da 1 numarası oldu. Rangers'ın mâli kriz nedeniyle küme düşürülmesinin ardından transfer olduğu Beşiktaş'ta yaptığı kurtarışlarla değil, yediği gol sayısıyla değerlendirilmenin sancısını yaşıyor. Ülkesindeki penaltı kurtarma ustalığını Türkiye'de de iki kez gösteren İskoç file bekçisiyle geniş yelpazeli bir sohbet turu yaptık.
Röportaj: Mazlum Uluç
Rangers'ın 1 numarası olana dek verdiğin mücadeleden söz eder misin biraz? Zaman zaman 3. kaleci konumuna geriledin. Bu süreçte pes etmemek ve ayrılmayı düşünmemek için güçlü bir iradeye sahip olmak gerekiyordu herhalde...
Bu elbette hiç kolay olmayan bir süreçti benim için. Henüz 17 yaşındayken A takımın bir kupa maçında yedek kulübesinde oturacak kadar şanslıydım. Rangers'ın dünya çapındaki oyuncularının arasında yer almak o yaştaki bir oyuncu için büyük bir gurur kaynağıydı. Deyim yerindeyse ağzıma bir parmak bal çalınmıştı. Ondan sonra 2 yıl süren ciddi bir sakatlık geçirdim. Neredeyse 19 yaşına kadar futbolun dışındaydım. Genç bir oyuncu için çok zor bir durumdu bu. Kendinizi çaresiz hissediyorsunuz, bir an önce dönmek ve yeniden takımınızın bir parçası olmak istiyorsunuz. 2000 yılında yeniden oynamaya başladıktan sonra soyunma odasındaki yerimi yeniden A takımın arasına aldılar. 2-3 yıl boyunca yedek kulübesindeydim. Birkaç kupa maçında ve sezon sonundaki birkaç maçta şans buldum ama çok fazla oynayabildiğimi söyleyemeyeceğim. 2003 yılında kiraya verildim, geri döndüm, yeniden kiraya verildim ve bir kez daha geri döndüm. 2006 yılında Paul Le Guen geldiğinde yanında Fransız kaleci Lionel Letizi'yi de getirdi. İki defa kiralık gidip geldikten sonra o sezon artık en üst seviyede oynayabileceğimi ve A takımın bir parçası olmam gerektiğini hissediyordum. Takımın o sezondaki birinci kalecisi tabii ki Letizi'ydi. Ama o bir sakatlık geçirince 8 maç oynama şansı buldum. İyileştiğinde yeniden Letizi kaleye geçti ancak birkaç maç sonra kendisi için şanssızlık, benim için şans olacak bir şekilde yeniden sakatlandı ve artık değişmez bir şekilde Rangers'ın kalecisi oldum.
Daha önce bir kaleci bana "büyük takım kaleciliği"nin diğerlerinden farklı olduğunu söylemişti. Bunu da büyük takımların oyunu daha çok önde oynamasına ve doğal olarak arkada geniş alanlar bırakmasına ve kalesine de sık sık top gelmemesine bağlamıştı. Yıllarca Rangers'ta şimdi de Beşiktaş'ta oynayan bir kaleci olarak bu görüşe katılıyor musun?
Atılan bir uzun top savunmanızın üzerinden geçer de size doğru yaklaşırsa ve siz de topa forvet oyuncusundan daha yakınsanız elbette bir libero gibi çıkıp o topu uzaklaştırırsınız. Bence burada büyük veya küçük takım kalecisi olmanızın bir farkı yok. O andaki pozisyon neyi gerektiriyorsa onu yaparsızın.
Yine iki farklı kaleci görüşünden yola çıkarsak; bir kaleci, "Kalecilik biraz deli olmalı" derken, bir başkası, "Kaleci takımın güven noktasıdır" görüşünü savunuyor. Sen bu iki görüşten hangisine katılıyorsun?
Her insanın farklı fikirleri ve davranış biçimleri olur. Kalecilere baktığımızda bazılarının kendilerinden geçip önlerindeki savunma oyuncularına bağırdığını görürüz. Ya da yine büyük kaleciler arasında son derece sakin ve soğukkanlı olanlar vardır. Davranışlarıyla önlerinde oynayan arkadaşlarını rahatlatırlar. Ama bu işin şöyle ya da böyle olmalı diyebileceğimiz mutlak doğruları yok bence. Sanırım herkes aynı tipte olsa ya da aynı tipte oynasa futbol çok sıkıcı olurdu. Benim bu anlamda nasıl bir kaleci olduğuma gelince; o andaki duruma ya da gelişen pozisyona bağlı. Bazı pozisyonlarda delirebiliyorum, bazı pozisyonlarda ise sakin kalabiliyorum.
Bütün mevkiler içinde en fazla gelişen ve değişeni kalecilik. Bugünün kaleciliği sadece topu karşılamayı değil, adeta bir libero gibi oyuna katılmayı da gerektiriyor. Sen bu anlamda kendini nerede görüyorsun?
Çocuk yaşlardan beri özellikle ayaklarıma hâkim olmaya çalıştığım, 11-12 yaşından itibaren bununla ilgili antrenmanlar yaptığım için ayaklarıma hâkim olmam normal. Çünkü o yaşlardan itibaren antrenörlerim bana bu antrenmanları yaptırıyordu. Şu anda bile kaleciler olarak beşe iki oyunlarına, ikili pas oyunlarına katılıyoruz. Çünkü günümüz futbolunda kaleciler olarak ayaklarınıza hâkim olmaya mecbursunuz. Ama ben kaleciliğin her alanında iyi olmak zorunda olduğumu düşünüyorum. "Bu iyi bir çizgi kalecisidir" ya da "Şu yan toplarda çok iyidir" diye bilinmektense her konuda elimden geldiğince kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Bu ister ayakları iyi kullanmak olsun, isterse önden veya yandan gelen topları karşılamak olsun...
En önemli özelliklerinden birisi penaltı kurtarmak... Rangers'ta oynadığın dönemde birçok kritik maçın sonucunu kurtardığın penaltılarla değiştirdiğini biliyoruz. Ancak bu konuda hep "Penaltıyı kaleci mi kurtarır yoksa atan oyuncu mu kaçırır?" diye bir tartışma vardır. Sen hangi görüşe katılıyorsun?
Öncelikle Türkiye'de de bir penaltı kurtardığımı hatırlatayım. Devre arasında Antalya'da düzenlenen turnuvada Trabzonspor'un kullandığı bir penaltıda golü önlemiştim (Röportajın ardından oynanan Akhisar Belediyespor maçında da penaltı kurtardı). Sorunuza gelince, penaltı kurtarmak tamamen atılan şuta, şutun şiddetine ve topun nereye gittiğine bağlı. Bazen bir tarafınıza yatarsınız ve top size çarpar. Bazen de kalecinin çok özel bir şeyler yapması gerekir. Dürüst olmam gerekirse penaltı kurtarmak başta da dediğim gibi vuruşu yapanın attığı şutla ilgili. Ben penaltı konusunda özel bir çalışma yapmıyorum. Kurtarmak tamamen duruma ve şansa bağlı. Elbette ki oyuncu koşu yaparken onun nereye atacağını düşünüyorum ama topun nereye gideceğine dair yüzde 33.333 şansım olduğunu da biliyorum. Sola, sağa ya da ortaya... (gülüyor)
Kaleciliğe başladığın dönemde idollerin var mıydı?
Manchester United'ın Danimarkalı kalecisi Peter Schmeichel ve İskoçya futbolunun büyük kalecilerinden Andy Goram, başlangıçtaki idollerimdi. Bugün ise beğendiğim kaleciler arasında aklıma gelen ilk isimler Petr Cech, Gianluigi Buffon ve Joe Hart.
Joe Hart, İngiltere'de çok eleştirilen bir isim değil mi?
Joe Hart için basında kötü şeyler yazılmış olabilir, o da zaman zaman basit hatalar yapmış olabilir ancak sonuçta insansınız ve herkes hata yapabilir. Bence Joe Hart dünyanın en iyi kalecilerinden birisi.
Röportaj için hazırlanırken seninle ilgili yaptığım okumalarda "olayların adamı" gibi bir portre çıktı karşıma. İskoçya'dayken saha içinde rakibine kafa attığın, bir başkasını tekmelediğin, karıştığın bazı olaylar nedeniyle kadro dışı kaldığın, bir keresinde de taraftarların saldırısına uğradığın yazıyor internette.
İskoçya'da basın gerçekten kâbus gibi. Özellikle Rangers veya Celtic'te oynuyorsanız hayatınızı alt üst ediyorlar, sizin üzerinizden haber üretmeye çalışıyorlar. Haber üretmek için var olmayan şeyleri yazabiliyorlar. Bu konuda fazla yapabilecek bir şeyiniz de yok. Gerçekten de kötü niyetliler. Bu nedenle İskoçya'daki basına konuşmuyorum. Sizin burada da kullanılıyor mu bilmiyorum ama bizim orada, "İşin içinde doğruluk payı varsa oradan haber çıkmaz" diye bir söz var. Ne yazık ki basın her şeyi olduğundan çok daha kötü göstermeye çabalıyor.
Sen genç bir oyuncuyken, Millî Takımızın önemli oyuncularından Tugay Kerimoğlu, Rangers formasını giyiyordu. Onun hakkında neler düşünüyorsun, İstanbul'da hiç bir araya geldiniz mi?
Tugay Rangers'ta oynarken ben çıraklık dönemindeydim. Orada şöyle bir sistemimiz vardı; genç oyuncular A takıma geçmeden önce A takımın ayak işlerini yapardı. Örneğin kramponları temizlemek, kale direklerini taşımak, malzemecilere yardım etmek gibi. O dönemde belki biraz aşağılandığınızı düşünürsünüz ama aslında karakteriniz gelişir, büyüklerinize ve onların oyununa saygı duymayı öğrenirsiniz. Bu süreç sizin ayaklarınızın yere daha sağlam basmanızı sağlar. Üstelik Noel gibi dönemlerde A takım oyuncularından 50 pound gibi hediyeler alırsınız ki, o yaştaki çocuklar için bu iyi bir paradır (gülüyor). İşte Tugay Kerimoğlu'nun Rangers'ta oynadığı dönem, benim bu çıraklık yıllarıma rastlıyor. Ve onu en iyi hatırladığım maç da Monaco ile deplasmanda oynanan bir Şampiyonlar Ligi karşılaşması. Neden bilmiyorum ama o maçta libero oynamış ve harika bir performans sergilemişti. Maç da 1-1 berabere bitmişti.
Rangers oyuncusu olmak senin için ne anlam ifade ediyordu?
Rangers çok büyük bir kulüp ve çok büyük bir kurum. Çocukluğundan beri o kulübün bir parçası olan benim için Rangers'ın 1 numaralı kalecisi olmak, bütün dünyaya sahip olmak gibiydi. Rangers ya da Celtic gibi bir takımda oynuyorsanız üzerinizdeki baskı çok büyüktür. Elbette Beşiktaş için de bu durum geçerli. Bütün spotlar üzerinizdedir. Deplasmanda bir beraberlik aldığınızda bile dünyanın sonu gelmiş gibidir. Her maçı kazanmak zorundasınızdır. Hatta bu da yetmez, farklı kazanmanız gerekir.
Rangers-Celtic rekabetinde Protestan-Katolik ayrımı hâlâ baskın biçimde etkili mi?
Eskiden çok daha kötüydü ama artık eskisi kadar yoğun değil bu çekişme. Elbette bu çekişme bir miktar kalacak. Ama kulüpler özellikle son 10 yılda polisle yoğun işbirliğine giderek bu problemi büyük ölçüde çözdü. Örneğin maç sırasında bir grup taraftar, rakip taraftarların mezhebiyle ilgili kâfirce şeyler söylediğinde direkt tutuklanıyor. Dolayısıyla bu sıkıntının eskisi kadar yüksek olduğunu söyleyemeyeceğim.
Oyuncular arasında bu çekişmeden kaynaklanan sorunlar var mı?
Elbette ki bütün oyuncular profesyonel ve uzun yıllardır millî takımda da birlikte oynuyorlar. Karşılıklı oynanan maçları iki takım da mutlaka kazanmak ister ve elinden geleni yapar. Hatta birkaç defa bu gerilim nedeniyle kan döküldüğü bile olmuştur. Ama oyunculara baktığınızda iki tarafın da sadece profesyonel olduğunu görebilirsiniz.
Rangers'ın durumu çok ilginç aslında. Kulüp iflâs etti ve küme düşürüldü. Türkiye'den bakıldığında, bu kadar büyük bir kulübün küme düşürülmesi kolay kolay anlaşılamıyor! Siz böyle bir şeyi bekliyor muydunuz, yoksa "Rangers nasıl olsa küme düşmez" diye mi düşünüyordunuz?
Rangers'ı sadece Futbol Federasyonu küme düşürmedi, kulüpler de bu yönde oy kullandı. Açıkçası bunun nasıl olduğuna gerçekten ben de inanamıyorum. Bizim için de bu imkânsız bir durumdu. Bu konuyla ilgili olarak Rangers da dâhil 42 kulüp oy kullandı ve 35 kulüp, takımın 3. Lig'e düşürülmesini istedi. Oylamada söylenen şey, "sportmenlik ruhu ve futbolun güvenilirliğinin korunması"ydı. Rangers'ın düşürülmesiyle İskoçya Ligi'nin bu iki olguyu koruyup koruyamayacağını 2-3 yıl içinde göreceğiz. Ama Rangers düşürülürken kullanılan slogan buydu. Rangers'ın ciddi bir finansal problemi ve ondan daha önemlisi başının üzerinde sallanan bir vergi borcu kılıcı vardı. Kulübü satın alan bugünkü başkan, 10 ay boyunca elinde fırsat varken o borcu ödemedi. Bence orada da bir kötü niyet vardı. Aslına bakarsanız borç 18 milyon euro civarında bir rakamdı ve birkaç futbolcu satılarak karşılanabilirdi. Bu nedenle de olayın içinde bir kötü niyet aramak gerekiyor. Oylama öncesinde çok ciddi tartışmalar oldu. Altı kulüp, oylama öncesinde Rangers'ın düşürülmesi için tavır koyacaklarını söyledi. Kilmarnock'un başkanı, ligin payandalarından birisi olan Rangers'a ihtiyaç duyulduğunu, bu takımla yaptıkları maçlarda çok ciddi gelirler elde ettiklerini söyleyerek, Rangers'ın düşürülmemesi gerektiğini savundu. Birkaç alternatif vardı. Bunlardan birisi Rangers'ın bir alt lige, birisi 3. Lig'e düşürülmesiydi. İki kulüp ise Rangers'ın futboldan tamamen men edilmesini istemişti. Rangers'ın başkanı, oylamanın ardından "En azından 3. Lig'e düşürüldük" diye bir açıklama yaptı ki, bana göre çok komikti. Rangers'ın en büyük rakibi Celtic'in ise oylamada çekimser kaldığını belirtmem gerekiyor.
Sonuçta Rangers 3. Lig'e düşürüldü ve sen de çok sevdiğin kulübünden ayrılmak zorunda kaldın. Bu süreçte Beşiktaş'ı tercih etmenin sebebi neydi?
Menajerim Beşiktaş'tan teklif olduğunu söyleyince kesinlikle gelmek istedim. Çünkü Beşiktaş dünya çapında tanınan bir kulüp. Böyle kulüplerde kupa ya da kupalar kazanmak için büyük mücadelelerin içine girersiniz. Nitekim biz de büyük bir aksilik olmazsa önümüzdeki sezon UEFA Avrupa Ligi'nde mücadele edeceğiz.
Buraya gelmeden önce Türk futbolu hakkındaki neler düşünüyordun, içine girdikten sonra düşündüklerinde herhangi bir değişiklik oldu mu?
Açıkçası gelmeden önce Türkiye'den 6-7 takımı gayet iyi tanıyordum. Bursaspor'la birkaç yıl önce Şampiyonlar Ligi'ne katılmak için maçlar oynamıştık. Türk futbolunda iyi takımlar, çok kaliteli yerli ve yabancı oyuncular bulunduğunu, oynanan futbolun standardının da oldukça yüksek olduğunu biliyordum. Çok zorlayıcı bir liginiz var. Futbol açısından her şeyi tam da beklediğim gibi buldum. Standardı yüksek, kaliteli ve zor bir lig. Ama burada hiç beklemediğim iki şeyden birisi kiraların çok yüksek olması ve trafiğin korkunçluğuydu. Bunların dışında İstanbul çok güzel bir şehir. Özellikle deniz kıyısı mükemmel. İnsanlar son derecede sıcakkanlı. Hava da benim ülkemle kıyaslanmayacak kadar güzel. İskoçya'da hiç ama hiç özlemediğim tek şey hava zaten.
Bugüne kadar Beşiktaş kalesinde sergilediğin performansı tarafsız bir gözle değerlendirirsen neler söylersin?
Bazen geriye dönüp baktığınızda yaşınız kaç olursa olun, ne kadar tecrübeli olursanız olun bir şeyleri daha iyi yapabileceğinizi, bir şeyleri daha da geliştirebileceğinizi görürsünüz. Ben de kimi maçlarda daha iyi şeyler ortaya koyabilir, daha iyi şeyler yapabilirdim. Ama bu düşüncem sadece bu sezona özel değil. Her pasınızda, her kurtarışınızda, her sıçramanızda geriye dönüp baktığınızda belki de daha iyisini yapabileceğinizi görebilirsiniz. Dolayısıyla bu fikrim bu sezon için de geçerli. Evet, bazı maçlarda daha iyi performans ortaya koyabilirdim.
Kalecileri genellikle yedikleri gol sayısıyla değerlendiriyorlar. Seninle ilgili eleştiriler de yediğin gollerin niteliğinden çok niceliğiyle ilgili. Sence bir kaleci hakkındaki değerlendirmenin kıstası bu mu olmalı?
Bence bu şekilde bir değerlendirme aptalca. Çünkü futbol bir takım oyunu. Yenilen gollerin yanında benim değil Beşiktaş'ın ismi yazılıyor. Bir maçı takım olarak kazanır ya da kaybedersiniz. Golleri de takım olarak atar veya yersiniz. Sorumluluk hiçbir zaman tek bir oyuncuda değildir. Takımın genel oyununa bakmak gerekir. Elbette bazı maçlarda "Keşke şunu daha iyi yapsaydım" diye kendinizi eleştirirsiniz ama nasıl ki atılan gol sadece atan oyuncunun ürünü değilse, yenilen golden de sadece kaleciyi sorumlu tutmamak gerekir. Daha az gol yeseydik de bu yine benim sayemde olmayacak, benim dünyanın en iyi kalecisi olduğum anlamına gelmeyecekti; sadece Beşiktaş'ın ne kadar iyi bir takım savunmasına sahip olduğunu gösterecekti.
Millî Takımımız geçmişte kaleci sıkıntısı çekerdi ama bugün çok sayıda kaliteli yerli kaleciye sahip olduğumuzu düşünüyoruz. Senin Türkiye'deki yerli kaleciler hakkındaki düşüncelerin ne?
Türkiye'deki en iyi kalecilerden birisiyle her gün idman yapıyorum. Her ne kadar uzun süredir Millî Takım'a çağrılmasa da Cenk Gönen'in çok iyi bir kaleci olduğunu söyleyebilirim. Trabzonsporlu Onur çok çok başarılı bir kaleci. Trabzonspor'un diğer kalecisi Tolga keza öyle. Fenerbahçe'de Volkan yine bu isimlerden biri. O zaten yıllardır bu piyasada olan ve herkesin kalitesini çok yakından bildiği bir isim. Ancak takımları şöyle bir aklımdan geçirdiğimde pek çoğunun kalesini yabancı kalecilerin koruduğunu da görüyorum.
Spor Toto Süper Lig'de tehlikeli bulduğun forvetler var mı?
Direkt isim vermek biraz zor olacak çünkü bu ligde çok sayıda kaliteli forvet var. Zaten gol atanlar listesine baktığınızda bu isimleri görebiliyorsunuz. Ancak Kasımpaşa'da Kalu Uche, diğer büyük takım forvetlerine oranla daha az pozisyondan daha çok gol çıkartan bir oyuncuya benziyor. Bursaspor'un Batalla ve Pinto gibi çok kaliteli forvetleri var. Galatasaray'da Burak Yılmaz çok iyi bir performans gösteriyor. Hugo Almeida'nın da sakatlık problemleri yaşamasa çok sayıda gol atacağından kuşku duymuyorum.
Rangers-Celtic maçlarını yaşamış bir oyuncu olarak Türkiye'deki derbi atmosferini nasıl buluyorsun?
Buradaki atmosfer biraz daha farklı. Özellikle stat dışında burada taraftarların biraz daha çılgın hareket ettiklerini söyleyebiliriz. İskoçya'da stat dışı biraz daha sakindir. Ama stat içine gelecek olursak durum biraz daha değişik. Burada 30 küsur bin kapasite var, tribünler sahaya çok yakın değil. İskoçya'da ise derbiler 45-50 bin kişilik statlarda oynanıyor ve tribünler daha kapalı, sahaya çok daha yakın. Bu da atmosferi biraz daha gürültülü bir hale getiriyor.
İskoç Millî Takımı'nın durumu içler acısı. Dünya Kupası elemelerinde son sıradasınız. Oysa İngiltere Premier Ligi'nde başta Alex Ferguson olmak üzere çok sayıda başarılı İskoç teknik adam var. Kenny Dalglish, Greame Souness, Gary McAllister, Gordon Strachan, Steve Archibald gibi tadı hâlâ futbolseverlerin damaklarında dolaşan onca oyuncu yetiştiren İskoçya'ya ne oldu?
Bu konuda sizin yapacağınız tahminle benim yapacağım arasında çok fark olmaz. Çünkü ben de bugün içinde bulunduğumuz durumun nedenini bilmiyorum. Millî Takımdaki oyunculara tek tek baktığınızda hepsi üst düzeyde futbol oynayan çok iyi oyuncular. Ama anlamak mümkün değil, takım olarak iyi sonuçlar alamıyoruz.
Futbol kariyerin boyunca seni ne çok etkileyen oyuncular kimlerdi?
Eskişehirspor'a gelip neredeyse hiç oynayamadan giden Kris Boyd benim tanıdığım en iyi oyunculardan birisiydi. Adeta eğlenmek için gol atan bir adamdı ve onu durdurmak mümkün değildi. Hollandalı Ronald de Boer ve uzun yıllar hemen önümde oynayan David Weir da benim için etkileyici oyunculardı. Bugün ise Manuel Fernandes bu kategoriye giren oyunculardan birisi. Çok güçlü ve topa çok hâkim bir oyuncu Ayağından topu alabilmek mümkün değil. Maçın durumu ne olursa olsun sorumluluk almaktan ve topu ayağına istemekten asla kaçınmıyor. Bir de yaptığı ortalar çok etkili. Korner ve serbest atışları o kadar etkili kullanıyor ki Nobre ve Melo onun yaptığı ortalarda kendi kalelerine gol attı. Kimi zaman da verdiği son paslarda son derece bitirici bir oyuncu.
Bundan sonraki kariyer planlamanda neler var?
Sadece mümkün olduğu kadar uzun ve düzenli bir süre istediğim biçimde futbol hayatımı sürdürmek istiyorum.