TR
EN
Site İçi Arama
Detaylı Arama
Ada'dan gelen golcü: Nadir Çiftçi 1.08.2011
Adadan gelen golcü: Nadir Çiftçi
Henüz 19 yaşında olmasına rağmen Hollanda ve İngiltere'de futbol oynadı. Bu sezon ise Kayserispor'un başarısı için ter dökecek. Güçlü fiziği, gol vuruşlarındaki başarısı ve hava hakimiyeti sayesinde önce Hollanda tarafından genç millî takımlara seçildi, ardından 15 yaşında İngiltere'nin Portsmouth takımı tarafından transfer edildi. Hem el üstünde taşınan bir oyuncu olduğunun son kanıtı ise Guus Hiddink tarafından İngiltere'den direkt A Millî Takım kadrosuna dâhil edilmesiydi.

Röportaj: Mazlum Uluç

Henüz 19 yaşındasın ama şimdiden Hollanda, İngiltere ve Türkiye gibi üç farklı ülkede top koşturdun. Ailenin Hollanda'ya göç edişinden başlayarak seni tanımak istiyoruz.

Babam Elazığlı. 15 yaşında çalışmak için yalnız başına Hollanda'ya gitmiş. Bir ara Fransa'ya geçmiş, orada çalışmış. Fransa-Hollanda arasında bir süre mekik dokuduktan sonra Hollanda'ya yerleşmiş. Sonra Türkiye'ye gelip annemle evlenmiş. Ablam ve ben Türkiye'de doğduk. Bütün kaynaklarda Hollanda doğumlu olduğum yazıyor ama Elazığ'da doğdum. Hollanda'ya gittiğimizde 2 yaşındaydım.

Futbola kaç yaşında ve nasıl başladın? Sendeki yeteneği ilk keşfeden kim oldu?

Sanki annemden topla doğmuş gibiydim. Kendimi bildim bileli topa vuruyorum. 5-6 yaşıma geldiğimde evime 5 dakika mesafedeki bir futbol okuluna yazıldım. O zamanki düşüncem sadece top oynamak ve eğlenmekti tabii ki. Bu arada eğitim zorunlu olduğu için okula da gittim ama önceliğim her zaman futboldu. 15 yaşına geldiğimde okulumdan da mezun oldum. Futbolculuğumun yanı sıra muhasebeciyim. Babam sebze-meyve toptancılığı yaptığı için benim de kendisine yardımcı olmam amacıyla muhasebe okumamı istemişti ama ben yolumu futbolcu olmak üzere çizmiştim.

Baban futbol oynamanı nasıl karşıladı?

Babam hep yanımda oldu. Bunu mecazi anlamda söylemiyorum. Futbolcu olarak nereye gidersem gideyim babam hep oradaydı. İngiltere'ye gittiğimde de Kayserispor'a geldiğimde de hep benimle birlikteydi. Kamplarda, maçlarda beni hiç yalnız bırakmadı.

Mahallenizin takımından Den Haag'a geçişin nasıl oldu?

Dediğim gibi çok hareketli bir çocuktum, sürekli top oynar, evde camları kırardım. Babam da bu duruma sinirlenirdi. Bir keresinde o kadar kızdı ki futbol okulundan aldı. Ama ben ısrarlarımı sürdürdüm ve amcam bir kez daha beni aynı takıma yazdırdı. Sonrasında bir amatör takıma, oradan da Den Haag'a geçtim. Aslında 3 yıldır da Feyenoord'da staj görüyordum. Fakat Feyenoord işi sürüncemede bırakınca, evimize çok yakın olan Den Haag'ın teklifini kabul ettim. Arkadaşlarım da hep Den Haag'da oynuyordu. 5 yıl boyunca Den Haag'ın altyapısında kaldım.

Altyapı eğitiminin büyük bölümünü Den Haag'da aldığını biliyoruz. Bize Hollanda'daki altyapı sisteminden biraz söz eder misin? Bu eğitimde öne çıkan neler var?

Aslında futbol öğrenmeye Den Haag'da başladığımı söyleyebilirim. U14 ve U15 takımlarındaki hocalarım sayesinde futbolun temellerini aldım. U15'teki hocam beni sadece takım kaptanı yapmakla kalmadı, futbol gelişimime de büyük katkılarda bulundu. Çarşamba günlerimiz boş olurdu ama o beni okuldan çağırır ve özel antrenmanlar yaptırırdı. Kendimi farklı hissetmemi ve futbolcu olacağıma inanmamı sağlayan da o hocamdı.

Türkiye'ye iki gol atmıştım!

Portsmouth seni henüz 15 yaşındayken transfer etti? O yaşta seni kim ve nerede keşfetti? Hollanda'dan İngiltere'ye gidişin ilginç olmalı.

Den Haag'da ilk 6 ay dışında hep kendimden 1-2 yaş büyüklerle oynadım. U15'te Hollanda Millî Takımı'na seçildim. Hatta o dönemde Türkiye ile iki maç yapmış, birinde 4-1, diğerinde de 3-1 yenilmiştik. O iki maçta da Hollanda'nın gollerini ben atmıştım. Hocamız "Bütün goller Türklerden" diye espri yapmıştı. Bugünkü takım arkadaşlarımın hemen hemen hepsini o günlerden tanıyorum. Hollanda U16 Millî Takımı ile İngiltere'ye karşı oynadığımız bir maç vardı. Onları yenmiştik ve ben de oldukça iyi oynamıştım. Orada göze çarptım. Portsmouth'a gidişim ise o gün başlayan uzun bir hikâyenin sonucuydu.

O uzun hikâyeyi dinleyebiliriz.

Aslında İngiltere maceramın başında Portsmouth gündemde yoktu. Beni isteyen takım Bolton'du. Ben de babam ve menajerlerimle yaptığım konuşmalarda "Sadece bir isteğim var, o da Premier Lig'de oynamak" diyordum. En büyük hayalim İngiltere Ligi'nde futbol oynamaktı. Babam bir gün Bolton'un resmi teklifiyle karşıma geldi ve "Al işte sana Bolton" dedi. Ağzım açık kaldı, gözlerim doldu, "Bavullarımızı toplayıp gidelim" dedim. O süreçte bir gün babam telefonla aradı ve "Okuldan antrenmana kendin git" dedi. Oysa her gün o beni alır, kulübe götürürdü. "Çok yorgunum, gel sen beni al" dediğimde, "Gelemem çünkü Manchester'de, City kulübündeyim" cevabını verdi. Tugay Kerimoğlu'nun menajeri ve Tuncay Şanlı ile de görüşmüş. Bir hafta sonra beni de yanına aldı, Manchester City'ye birlikte gittik. Tesisleri gezdik, antrenmanları izledik. Gerçekten de müthiş tesisleri vardı. Bu sırada menajerim de Manchester'e geldi ve "Çok güzel bir problemimiz var, Arsenal de seni istiyor" dedi. Benim için dünyada iki kulüp var; biri Real Madrid, diğeri Arsenal. "Ne bekliyoruz, hemen gidelim" dedim tabii. Ama babam beklememizi istedi. Bu arada beni Sven-Göran Eriksson'la görüştürdüler ve kafam karıştı. Çünkü Arsenal'de altyapıya gidecektim, City'de ise benimle ilgilenen adam Eriksson'du. Manchester'de A takımda oynayıp sonra Arsenal'e gidebilirdim. Bunun üzerine City'de karar kıldık ve Arsenal'e teşekkür ettik. Ama bu sırada City'nin Taylandlı patronu Eriksson'u görevden aldı ve ben hem City'den hem de Arsenal'den oldum. O süreçte West Ham ve Portsmouth'un teklifleri geldi, ben de daha cazip olan Portsmouth'un teklifini kabul ettim.

Geri dönmek istedim

15 yaşında ailenden uzaklaşıp başka bir ülkeye gitmek senin için zor olmadı mı?

O yaşta İngiltere'de tek başına yaşamak bana önemli bir hayat tecrübesi kattı diyebilirim. Babam imza törenine katıldı ve 1 hafta sonraki maçımı izlemeye gelmek üzere Hollanda'ya döndü. Portsmouth'un çok güzel tesisleri var ama Türkiye'deki gibi oyuncuların yatıp kalktığı tesisler değil. Onlar genç oyuncularını İngiliz ailelerin yanına yerleştiriyor. Ben de bir takım arkadaşımla birlikte bir ailenin yanına verildim. Bu arada İngilizcem de yok. Evin annesi bana ne sorsa ya yes diyorum ya da no. Sıkıldım tabii. Annemi aradım ve telefonda, "Geri gelmek istiyorum" diye ağlamaya başladım. Bunun üzerine babam yanıma geldi ve bir hafta benimle kaldı. Sonrasında 1 hafta Danimarka'da kamp yaptık. Menajerimiz Harry Redknapp'tı. Kadroda Crouch, James, Diarra, Defoe gibi oyuncular vardı. Kamptan döndükten sonra genç oyuncularla gezmeye çıktık. Bu sırada altyapıdaki teknik direktörümüz aradı ve bana bir şeyler söylemeye başladı. İngilizce bilmediğim için telefonu yanımdaki arkadaşıma verdim. Hoca, "Hemen eşyalarını toplayıp gelsin, A takıma çıkacak" demiş. O sırada 15 yaşındayım ve nasıl heyecanlandığımı anlatamam. Takımın otobüsüne bindim, yanımda Campbell, arkamda Defo, karşımda James oturuyor. Redknapp yanıma geldi, "Seni son 20 dakikada oynatmak istiyorum. Heyecanlanmana gerek yok. Danimarka'da neler yaptıysan burada da aynısını yapacaksın" dedi. İkinci yarı öncesi hoca bana "Defoe'yi iyi izle, onun yaptığı koşuları yapmaya çalışacaksın" dedi. Isınmaya başladım ama dizlerim heyecandan birbirine vuruyor. Bu arada Redknapp da beni oyuna sokmadı ve maçtan sonra da "Skoru riske etmek istemedim. Maçı kaybetsek sen de baskı altına girebilirdin" dedi. O günden sonra haftada iki gün A takımla idmanlara çıkmaya başladım.

Portsmouth'taki geleceğin parlak gibi görünüyormuş başlangıçta...

Redknapp takımda kaldığı sürece A takım kadrosunda yer aldığım maçlar oldu. Ama o Tottenham'a gidip takım Tony Adams'a kalınca ben sadece antrenmanlara çıkmaya başladım. Adams da gidince beni Portsmouth'a alan altyapı sorumlusu Paul Hart takımın başına geçti ancak inanılmaz bir şey oldu. Bana o kadar güven ve emek veren Hart, o günden sonra adeta beni tanımadı, A takım antrenmanlarına bile almadı. Hatta A2'de bile A takım oyuncularını oynatmaya ve beni o takımda bile yedek bırakmaya başladı. Sonra da Hart da kovuldu ve yerine gelen Avram Grant beni yeniden A takım idmanlarına aldı. Aston Villa maçında da yedektim. Hatta o dönemde oynayacağımı bile düşündüm. Bu arada geçtiğimiz sezon ABD'ye kampa gittik ve 4 hazırlık maçında da A takımda 90 dakika oynadım. Sezonun başında ilk kupa maçında bir gol attım. Ardından evimizde oynadığımız ilk maçta da gol attım. 5-6 hafta benim için çok iyi geçti ama Grant takıma takviye için tecrübeli oyuncular transfer etti. Benim de oynama sürelerim düşmeye başladı. Bu arada sezon sonunda da sözleşmem bitiyordu ve uzatmak istediler. Ben de "Tamam, olabilir" dedim. Menajerim Portsmouth'la görüştükten sonra başka kulüplerle de temas kurdu ve teklifleri değerlendirmeye başladı. Bu durum kulübü hiç memnun etmedi ve sözleşme imzalamadığım için beni oynatmamaya başladılar. Bir an önce imza atmamı istiyorlardı. Bir maçta takımın yarısı sakattı. Oyunun son 20 dakikasında menajerimiz beni yanına çağırdı ve "Seni oynatacağım ama imza atacağına söz ver" dedi. Futbol oynayabilmeyi o kadar çok istiyordum ki, kafamı eğip "Söz" dedim. Çenemden tutup kafamı kaldırdı ve "Gözlerime bakarak söz ver" dedi. Ben de sözümü tekrarladım. Böylece 20 dakika oynama fırsatı bulabildim. Ama yine de sözleşmeyi imzalamadım ve hocama da bu sözü sadece futbol oynamak için verdiğimi anlattım. Beni anladı ve darılmadı. Aramız iyi kaldı. Ona da bana anlayış gösterdiği için çok teşekkür ediyorum.

Portsmouth'la sözleşmen bitti ve sen Kayserispor'u tercih ettin. Peki, teklif yapan başka kulüpler de var mıydı?

Aslında sadece Türkiye'den değil, İtalya, İspanya ve Almanya'dan da beni isteyen kulüpler vardı. En fazla teklif ise Türk kulüplerinden gelmişti.

Bir ara Fenerbahçe ile de adının geçtiğini biliyoruz. Neden diğerlerini değil de Kayserispor'u tercih ettin?

Kayserispor bir proje takımı. Genç oyunculara çok fazla şans veren bir kulüp. Şota Arveladze de çok genç ve başarıya aç bir teknik adam. Sanki hâlâ futbol oynayabilecekmiş gibi duruyor. Ben de böyle bir takımın içinde olmak ve sürekli oynamak istedim. Fenerbahçe'ye gitseydim kaç maç oynayabilirdim bilmiyorum ama Kayserispor'da daha fazla şans bulabileceğimden eminim. Üstelik Kayserispor da son yıllarda futbola yaptığı yatırımlarla şampiyonluğa oynayabilecek bir kulüp olduğunu kanıtlıyor.

Bir çok oyuncu altyapı döneminde forvet olarak başlıyor ama sonra giderek bir stopere hatta beke bile dönüşebiliyor. Peki sen başladığın günden bu yana bir forvet oyuncusu musun?

Hayır. Sol bek hariç her mevkide oynadım. Kalecilik bile yaptım. Bir turnuvada kalecimiz kırmızı kart görmüştü, orada kaleye ben geçtim. Aslında santrfor başlamıştım ama Den Haag'a transfer olmadan önce bir sezon stoper oynadım. Den Haag'dan teklif aldığımda, "Hangi pozisyonda oynatacaksınız?" diye sordum çünkü forvet oynamak istiyordum. Beni santrfor olarak düşündükleri cevabını alınca, "Tamam" dedim. Ama Den Haag'daki ikinci sezonumda başka bir hocanın yönetiminde santrfor hariç sağ bek bile oynadım. Ertesi sezon başka bir teknik adamın yönetiminde santrfor oynadım ve sonra da öyle devam ettim.

Dünya futbolunda farklı forvet tipleri var. Kimi tek vuruşçu golcüdür, kimisi inanılmaz driplingler yapar, kimi uzaktan çok iyi şut atabilir, bazısı kafasını iyi kullanır, bazıları da savunmayı en önde başlatan santrforlardır. Sen kendini hangi tip golcü sınıfına koyuyorsun?

Kafa toplarında iyiyim, iyi şut attığımı söyleyebilirim, gol vuruşlarında başarılıyım ve topu iyi saklayabilirim. Ama Rooney gibi sahanın her yerine koşan, orta sahadan top alan bir santrfor tipi değilim. Ben daha çok Drogba ya da Ibrahimoviç tipinde bir golcüyüm.

Futbola başladığında bir idolün var mıydı?

Başlangıçta Brezilyalı Ronaldo benim için benzemek istediğim tek oyuncuydu. Şimdi ise Drogba ve Ibrahimoviç'i çok beğeniyorum.

Hiddink'ten kulağa küpe

Yaşın henüz çok genç ve gelişime açık bir oyuncusun. Kendinde eksik gördüğün yönler var mı? Bunları gidermek için neler yapıyorsun?

Sol ayağımı daha iyi çalıştırmam gerekiyor. Bir santrfor olarak top her türlü pozisyonda gelebilir. Golü atmak için her iki ayağınızla da topa iyi vurmanız gerekiyor. A Millî Takım'a çağrıldığımda, Hiddink Hocam bana o güne kadar hiç söylenmemiş bir şey söyledi; "Zinedine Zidane hiç defans yapmazdı ama öyle bir yerde dururdu ki, defansif görevini yerine getirmiş olurdu. Sen de saha içinde durduğun yeri ayarlamayı ve bu şekilde takım savunmasına katkı yapmayı öğrenmelisin" dedi.

Futbola seninle birlikte başlayan pek çok çocuk bugün bambaşka işler yapıyor. Sen sahada kalmanı ve iyi bir oyuncu olmanı hangi özelliklerine borçlusun?

Öncelikle dişini sıkıp devam edeceksin. Çünkü her futbolcu hayatında çok ciddi problemler yaşar. O noktalarda pes etmeyeceksiniz. Sonuna kadar şansın gelmesini bekleyeceksiniz ve geldiğinde de o şansı kullanabilmek için hazır olacaksınız. Ben de bütün zorluklara inatla dişimi sıktım. En önemli özelliğim de inatçılığım diyebilirim.

Daha önce Turkcell Süper Lig'i izliyor muydun?Burada oynanan futbol hakkında ne düşünüyorsun?

İngiltere'ye gitmeden önce Hollanda'daki evimizde çanak antenimiz sayesinde Avrupa'nın bütün liglerini takip ederdim. Buna Türkiye Ligi de dâhildi. İngiltere'ye gittikten sonra ise böyle bir imkânım olmadı ama yine de iyi maçları internetten izlemeyi sürdürdüm. Derbileri, kupa finallerini mutlaka izlerdim. Bence Süper Lig sürekli gelişen bir lig ve buraya çok kaliteli oyuncular geliyor. Benim için Süper Lig Hollanda'dan çok daha iyi. Bir kere daha hızlı ve tempolu oynanıyor. Seyircinin sahaya etkisi çok daha yüksek.

Millî Takım tercihin de oldukça ilginç gelişmelere sahne oldu. Guus Hiddink tarafından direkt Hollanda maçının A Millî Takım kadrosuna davet edildin ve geldin. Daha önce de Hollanda'nın genç millî takımlarında oynamıştın. Başlangıçtaki Hollanda tercihinin nedeni neydi? Türkiye o dönemde seni keşfedememiş miydi?

12-13 yaşlarında Hollanda'da genç millî takımlar için bölge seçmeleri başlar. Hollanda'dan teklif aldığımda Türkiye'nin benden haberi yoktu. O dönemde benim için sadece Hollanda vardı. Türkiye'ye karşı oynadıktan sonra ise bana "Türkiye'yi tercih eder misin?" diye sordular ama hiçbir kampa davet edilmedim. O dönemde de içimdeki takım her zaman Türkiye'ydi. İlk "Gel bizim için oyna" teklifini Hiddink'ten aldım ve "Benim gönlümde her zaman Türkiye var" diyerek geldim. Açıkçası davet aldığımda da iki duyguyu bir arada yaşadım. A Millî Takım'a seçildiğim için büyük bir mutluluk duydum. Bir yandan da benim bugünlere gelmeme en büyük katkıyı yapan babam o dönemde hacdaydı ve mutluluğumu onunla paylaşamamanın üzüntüsünü yaşadım. Maça da gelemedi. İlk maçımın Hollanda'ya karşı olması da çok farklı bir anlam taşıyordu benim için.

Türkiye'yi tercih etmiş olman Hollanda'da nasıl karşılandı?

Ailemin çoğu Hollanda'da. Arkadaşlarımın büyük bölümü de orada. Herkes benden maç için bilet istedi. Sağ olsun Hamit ağabey bu konuda yardımcı oldu. Akrabalarım, arkadaşlarım beni görmek için otele kadar geldi, içeri giremediler ama beni camdan görmek bile onları mutlu etti. Tabii ben de büyük bir gurur duydum. O maçta oynayamasam da orada olmak bile benim açımdan çok farklı bir tecrübeydi.

Gelecekle ilgili nasıl hayaller kuruyorsun? Kariyer planlamanda neler var?

Öncelikle Kayserispor'da ilk on bir oyuncusu olmak ve iyi sezonlar yaşamak istiyorum. Kariyerim boyunca Türk Millî Takımı'na hizmet etmek amacındayım. Başta da söylediğim gibi çocukluğumdan beri hayalim bir gün Arsenal veya Real Madrid'de oynamak. Ama nihayetinde futbol hayatımı yine Türkiye'de noktalamak isterim.

Arkadaşların senin nasıl bir insan olduğunu düşünüyor? En belirgin karakteristik özelliğin nedir?

Sempatik, komik, çok konuşan (gülüyor), her zaman enerji ve mutluluk dolu bir insanım. Aile sorunları dışında kolay kolay hiçbir şey benim keyfimi kaçıramaz.