Futbolculuk kalitesi ve Beşiktaş'a katkısı bir yana, çok farklı bir insan var karşımızda. Hayatını ailesine adamış, Çek Ligi'nde Prag hâkimiyetini yıkan Liberec'in kaptanı olarak Türkiye'de de Sivasspor ve Trabzonspor'a hem saygı hem de hayranlık duyan bir oyuncu… Taraftarla fotoğraf çektirmeyi zül addedenlere karşılık "Futbol onlar için oynanır" diyen, bir başkasıyla ilgili olumsuz düşüncelerini açıklamayı, "Başkalarının benim sözlerimden hareketle olumsuz fikirlere kapılması doğru olmaz" diye değerlendiren, maç sırasında kırmızı kart gördüğü hakemden özür diledikten sonra formasını değiştirip "Hatırladığımda tüylerimi diken diken eden bu olayın bende bir hatırası kalmalıydı" diyen, adam gibi bir adam.
Röportaj: Mazlum Uluç / TamSaha
Ülkemize bu sezon gelmiş bir futbolcusun ve biz seni daha yakından tanımak istiyoruz. Bize Tomas Zapotocny'den biraz söz eder misin?
13 Eylül 1980'de doğdum. Benden küçük iki erkek kardeşim var. Annem yaşadıkları kasabada yüzme öğretmenliği yapıyor. Babam ise orman yangınlarını söndürme işinde çalışıyor. Ancak omzundan sakatlandığı için emekli oldu.
Futbola nasıl başladın? Neden başka bir spor dalını değil de futbolu seçtin?
Babam da zamanında futbol oynadığı için küçüklükten beri bu sporun içindeydim ve başka hiçbir branşı düşünmeden futbolcu oldum. İki kardeşim de futbol oynadı ama bu meslekte benim kadar şanslı değillerdi.
Futbolcu olma motivasyonun neydi? Para mı şöhret mi ya da başka bir gerekçe mi?
Bu motivasyon zamanla çok değişiyor. Başlangıçta ünlü bir futbolcu olmayı, herkesin beni tanımasını istiyordum ama zaman geçtikçe önceliklerim çok değişti. Benim için öncelik profesyonel hayat, yani bu işten para kazanmak. Ailemin ve özellikle çocuklarımın geleceğini garanti altına almak istiyorum. 20-21 yaşındayken kafamda sadece futbol vardı. Başka hiçbir şey düşünmüyordum. Ama şu anda bir ailem, iki küçük çocuğum var ve benim önceliğim onların sağlıklı olması, geleceklerinin güvence altına alınması. Futbol için eskiden olduğu kadar deli değilim.
Kendimle gurur duyuyorum
Çek Cumhuriyeti futbolu dendiğinde herkesin aklına Sparta ve Slavia Prag gelir. Sense farklı takımlarda oynadın ve ardından İtalya Ligi'ne transfer oldun. O kadar göz önünde bulunmayan bir takımdan İtalya'ya transferin nasıl gerçekleşti?
Çek Cumhuriyeti'nde herkes Slavia ve Sparta'yı bilirken, genelde şampiyonlukları onlar paylaşırken, küçük sayılabilecek bir takımda, Liberec'te şampiyonluğa ulaştık ve ben o takımın kaptanıydım. İtalya'ya transfer olmam da bundan kaynaklandı. Hem küçük bir takımın bu kadar başarılı olabilmesi ve hem de o takım içinde nispeten öne çıkan isimlerden birisi olmam bu transferi sağladı. Hem kendimle hem de o takımla gurur duyuyorum. Çünkü bizim için hem çok zor hem de çok önemli bir dönemdi. Küçük bir takımın tüm oyuncularının şampiyonluğa ulaşmayı sağlayabilecek futbolu oynaması ve motivasyonu sağlayabilmesi takdir edilmesi gereken bir başarı diye düşünüyorum.
Gerçekten de Liberec'in Prag takımlarının hegemonyasını yıkabilmesi tarihi bir olaydı. Türkiye'de bunun örneklerine pek rastlanmıyor. Bu başarıya ulaşılmasını sağlayan faktörler nelerdi?
Aslında o yıllarda Liberec'te her şey doğru şekilde üst üste geldi. Bir kere çok kaliteli oyunculardan kurulmuş bir kadromuz vardı. Daha da önemlisi teknik direktörümüz Vitezslav Lavicka inanılmazdı. Herkesi doğru yerinde oynatıp, hücumda da savunmada da çok iyi pres yapmamızı ve oyun kurmamızı sağladı, iyi oyuncuları doğru şekilde bir araya getirerek mükemmel bir takım oluşturdu. Bana kalırsa Liberec'te şampiyonluk yaşamak, Slavia veya Sparta ile şampiyon olmaktan bin kez daha iyi. Çünkü büyük takımlar için bu işler daha kolay. Fakat bizde hiçbiri fazla tanınmamış oyuncular, kendilerini fazla öne atmadan, takım için oynayarak ve daha da önemlisi şampiyonluğa inanarak bu başarıyı elde ettiler. Sizin de söylediğiniz gibi, gerçekten de tarihi bir olaydı bu.
Sivasspor ve Trabzonspor çok hoşuma gidiyor
Bugünün Sivasspor'unu o günün Liberec'ine benzetebilir miyiz?
Kesinlikle benzetebiliriz. Sivasspor'un bu sezon Turkcell Süper Lig'de şampiyon olduğunu düşünsenize… Bizim için de aynı durum vardı. Liberec genç ve çok istekli oyuncularıyla inanılmaz bir başarı yaşadı. Bunun Türkiye'de de Sivasspor'la gerçekleşmesi müthiş olur ve üstelik olmayacak bir şey de değil. Beşiktaş taraftarlarının şimdi söyleyeceklerimi kendilerine karşı söylenmiş sözler olarak algılamasını istemiyorum, çünkü bizim taraftarlarımız gerçekten çok tutkulu; ancak hem Sivasspor hem de Trabzonspor'u çok beğenerek izliyorum ve çok da takdir ediyorum. Beşiktaş, Fenerbahçe ve Galatasaray hem çok tanınmış takımlar hem de şampiyonluk son yıllarda hep onların arasında paylaşılmış durumda. Ama Trabzonspor ve Sivasspor'un oynama tarzları, istekleri, hırsları ve mücadele yapıları gerçekten çok hoşuma gidiyor.
Bu söylemi galiba Liberec'li olmana borçluyuz.
Elbette.
Futbola başladığın dönemlerde bir idolün var mıydı?
Benim için tek idol var, Paolo Maldini. Kendisine karşı oynamış olmaktan da çok mutluyum ve futbol hayatımın sonuna kadar da onun futbol tarzını kendime örnek alacağım.
Çek futbolunda Kadlec ve Straka da senin mevkiinde oynayan başarılı futbolculardı. Bu iki oyuncu senin için bir örnek teşkil etmedi mi?
Beni çocukluğumdan beri yetiştiren ve futbolla ilgili her şeyi öğreten bir hocam var, Jozef Csaplar. O bana her zaman en tepedekini, en iyisini örnek almamı öğütlerdi. Bu nedenle Çek Cumhuriyeti'ndeki oyuncuları değil, dünyadaki en iyiyi kendime örnek aldım.
Daha önce Manisaspor'a transferin gündemde gelmişti. Manisaspor'da o dönemde çok sayıda Çek oyuncu vardı. Türkiye'ye transferin o dönemde neden gerçekleşmemişti?
O dönemde Ersun Yanal'la iki kez yüz yüze görüştüm. Manisaspor beni gerçekten almak istiyordu ama tam sezonun ortasıydı. Liberec'le şampiyon olmamızdan 5-6 ay önceydi. Prag'daki Hilton Otel'de ilk görüşmemizde kafa yapılarımızın çok uyduğunu gördüm. Her konuda anlaştık. Fakat birkaç hafta sonra ikinci kez görüştüğümüzde önceliklerim değişmişti. Takımım şampiyonluğa gidiyordu ve ben o takımın kaptanıydım. Arkadaşlarımı yalnız bırakmak istemedim ve "Yaza görüşürüz" dedim. Ancak takım sezonu şampiyon olarak tamamlayınca Liberec'in başkanı benim için oldukça yüksek bir bonservis bedeli istedi ve anlaşma suya düştü.
Beşiktaş, Udinese'den büyük kulüp
İtalya Ligi dünyanın üç büyük liginden biri. Udinese de o ligin başaltı takımlarının en önemlisi. Neden sürekli oynayan bir oyuncu olarak Udinese'yi bırakıp Beşiktaş'a geldin? Seni buraya gelmeye ikna eden neydi?
İtalya Ligi'nden Türkiye Ligi'ne transfer olmak bazılarına ilginç gelebilir ama şunu söyleyebilirim ki, karar vermek hiç de kolay olmadı. Bu kararı verirken hem eşime hem de akıl hocam Jozef Csaplar'a danıştım. Beşiktaş'a gelmeye karar vermemdeki en önemli etkenlerden birisi o dönemdeki teknik direktörümüz Ertuğrul Sağlam ve menajerimiz Sinan Engin'in gelip benimle görüşmesiydi. Benim için ne kadar istekli olduklarını, Beşiktaş için ne kadar ihtiyaç duyulan bir futbolcu olduğumu gördüm. Aynı zamanda en önemli motivasyonlardan bir tanesi, Beşiktaş'ın Udinese'ye göre çok daha büyük bir kulüp olması ve bana daha iyi maddi imkânlar sağlamasıydı. 28 yaşındayım ve dediğim gibi iki çocuğum var, onların geleceğini düşünmek zorundayım. Geldiğim için de hiç pişman değilim. Burada çok mutluyum. Hatta şunu da söyleyeyim, Beşiktaş'a transfer olmadan önce Udinese Başkanı ile bir görüşme yaptım. Bana "Eğer gitmek istiyorsan seni burada zorla alıkoymayız, ama kalmak istiyorsan başımızın üstünde yerin var" demiş ve bu da beni çok mutlu etmişti.
Daha önce Türkiye hakkında kafanda nasıl bir imaj vardı? Buraya geldikten sonra nasıl bir İstanbul'la karşılaştın?
Daha önce Türkiye hakkında çok az şey biliyordum. Geldikten sonra bu kadar güzel bir şehirle karşılaşmak hem benim hem de eşim için çok hoş bir sürpriz oldu. İstanbul çok güzel, çok kalabalık ve çok büyük bir şehir. Buradaki insanlar çok sıcakkanlı ve sevecen. Çek Cumhuriyeti'nden İtalya'ya ilk transferimde oldukça zorlanmıştım ama İstanbul'a adaptasyonumuz kolay oldu. Tanıdığımız ve tanıştığımız herkes çok sempatik. Henüz kötü niyetli hiç kimseye rastlamadık. Herkes bize çok iyi davranıyor, sorunlarımızı çözmek, yardımcı olmak, bizi mutlu etmek için ellerinden geleni ardına koymuyor. Hoşuma giden bir nokta da insanların sürekli bizi durdurup fotoğraf çektirmek istemesi.
Ama bu durum bazı oyuncular için rahatsız edici olabiliyor.
Bence tam tersine insanı mutlu eden bir şey. Kim bundan rahatsız olduğunu söylüyorsa, bu sevgi ve ilginin futbolun bir parçası olduğunun farkına varmak zorunda. Çünkü futbolu taraftarlar için oynuyorsunuz. Elbette onlar da sizi gördüğünde bir hatıra fotoğrafı çektirmek ya da imza almak isteyebilir. Bu çok normal bir şey. Üstelik insanların böyle davranması, sizi yolda gördüklerinde kötü şeyler söylemesinden çok daha iyi.
Bir oyuncu için farklı bir ülkede, hiç tanımadığı insanlarla oynamanın zorlukları neler? Holosko ve Sivok gibi tanıdıklara aynı takımda oynamak senin için bir avantaj sayılabilir mi?
Elbette yabancı bir ülkede futbol oynamak zor. Ülkenizde olduğunuzda herkesin konuştuğu dili, takımların ve futbolcuların oynama tarzını çok yakından biliyorsunuz. Burada tabii ki o açıdan zorluk var. Ama burada da Türkçe anonim dil değil. İspanyolca, Portekizce ve Fransızca konuşan oyuncular var. Dolayısıyla insan burada kendisini doğrudan yabancı gibi hissetmiyor. Bir de herkesin uyum sağladığı, alışılmış bir sistem kurulmuş. Öte yandan vatandaşlarınızın oynadığı bir takımda olmak da sizin için her şeyi kolaylaştırıyor. Özellikle Holosko buraya gelmeden önce bana çok yardımcı oldu. Beşiktaş'ın ne kadar iyi bir takım olduğunu, ne kadar kaliteli oyunculara sahip bulunduğunu anlattı. Aynı şekilde Manisaspor'a transferim gündeme geldiğinde de yine Filip'le temasa geçmiştim. Manisaspor hakkında da bir sürü bilgi sahibi olmuştum. Çünkü bir takıma transfer olmadan önce oranın imkânlarını merak ediyorsunuz. Tesislerini, antrenman tarzını, antrenörünü, sistemin nasıl işlediğini öğrenmek istiyorsunuz. Filip bu konularda bana çok yardımcı oldu. Takımda aynı dili konuştuğunuz arkadaşlarınızın olması ilk adaptasyon döneminde çok önemli oluyor. Filip neyin nasıl yapıldığını, evinizin eşyalarını nereden alacağınızı bile bilen birisi. Onun burada olması bizim için her şeyi çok rahat hale getirdi.
İtalya'ya gittiğimde "Ben futbolcu değilim" dedim
Günümüz futbolu savunma oyuncularından sadece rakip atakları durdurmalarını değil, topu da oyuna iyi sokmalarını istiyor. Bu açıdan bakıldığında ideal bir savunma oyuncusu sayılabilirsin. Topu bu kadar iyi kullanabilmeni nasıl açıklarsın?
Burada hem oyuncunun kendi yaptığı özel antrenmanların hem de antrenörlerin onu yönlendirmesinin rolü çok büyük. Ama şunu söyleyebilirim ki, benim için en önemli etki, İtalya'da oynadığım 1.5 yıllık dönem oldu. Çünkü Çek futbolu ile İtalyan futbolunu karşılaştırmak mümkün değil. Arada çok büyük bir fark var. Hatta öyle ki, Udinese ile çıktığım ilk antrenmanlarda "Ben futbolcu değilim" dedim. Çünkü oradaki oyuncuların hızı, tekniği ve oynama şekli bana çok farklı geldi. Orada yaptığım taktik antrenmanların ve oyuncunun kendisini geliştirmesine yönelik özel çalışmaların bana bu anlamda gerçekten çok faydası oldu.
Aslında milli takım bazında baktığımızda Çek Cumhuriyeti futbolu oldukça iyi durumda.
Milli Takım olarak baktığınızda Çek Cumhuriyeti gerçekten güçlü bir ekip ama bir yandan da o takımı oluşturan futbolculara baktığınızda hiçbiri Çek Ligi'nde oynamıyor. Hepsi iyi liglerde top koşturuyor. Bu da bireysel kalitesi yüksek oyuncuların, nispeten ucuz maliyetleri nedeniyle düzenli olarak yurt dışına transfer olmasından kaynaklanıyor. Türk Ligi ile Çek Ligi'ni karşılaştırdığımızda da inanılmaz farklar var. Hem oyuncuların hız ve teknikleri hem taraftarlar hem de genel olarak tesislerin yapısı ve imkânlara baktığımızda Çek Ligi'ni diğer liglerle kıyaslayamam.
Cannavaro, Puyol gibi istisnalar olsa da 1.81 boy bir stoper için dezavantaj sayılabilir mi?
Boyumdan ben de çok memnun değilim. 5 hatta 10 santim daha uzun olmak isterdim. Çek Cumhuriyeti'nin eski teknik direktörü Karel Brückner hep çok daha uzun stoperleri kadroya çağırıyordu. Yeterince kaliteli olduğuma inandığım halde kadroya çağırılmamamı buna bağlıyordum. Elbette burada bir sorun var ama bir yandan da çabukluk, teknik, oyuna hâkim olma, arkadaşlarını yönlendirme, sahada elinden geleni ardına koymama gibi özelliklerle boy açığımı kapatmaya çalışıyorum.
Zaman zaman yedek kaldığını görüyoruz. Yedek kalmak oyuncuyu küstüren bir olay mıdır yoksa daha fazla hırslanmasını ve daha iyiyi aramasını mı sağlar?
Bir oyuncu için yedek kalmanın çok da tatlı bir olay olduğunu söylememem. Hiçbir oyuncu bundan hoşlanmaz. Ama bir yandan da 28 yaşındayım ve artık tecrübeli bir oyuncuyum. Yedek oturmanın beni negatif yönde etkilediğini söyleyemem, bilakis pozitif bakmaya başladım. Bazı maçlarda yedek kaldım ve takımımın ne kadar kaliteli, içerideki rekabetin ne kadar yüksek olduğunu görerek, takımım adına motive oldum. Sadece ben değil, çok kaliteli futbolcular olan Cisse, Bobo, Holosko, Uğur İnceman bile yedek kalabiliyor. Türkiye Ligi'nin en iyi üç takımından birinde oynuyorum ve kadromuzun ne kadar geniş olduğunu görmek şampiyonluk için beni daha çok umutlandırıyor.
Kimse için kötü konuşmam
Buraya kadar olan konuşmalardan görüyorum ki oldukça farklı bir oyuncusun. Trabzonspor ve Sivasspor'la ilgili söylediklerinle olsun, taraftarlarla ilişkiler hakkında anlattıklarınla olsun, genel futbolcu profilinden farklı bir kimlik çıkıyor ortaya. Bu profilin bir başka yansıması da Trabzonspor'la oynadığınız kupa maçında attığın golü eski hocan Ertuğrul Sağlam'a hediye etmendi.
Aslında o açıklamayı yaptıktan sonra biraz da korktum. Yeni hocamız Mustafa Denizli, "Nasıl eski hocan hakkında bunları söylersin? Beni hiç mi beğenmiyorsun?" diyerek yedek oturtur diye endişe duymadım değil. (Gülüyor) Ama ben bugüne dek oynadığım bütün takımlarda, bırakın yedek kulübesinde oturmayı, kadroya giremediğim takımlarda bile hocalarım hakkında düşündüğüm negatif şeyleri hiçbir zaman kimseyle paylaşmadım. Bu düşüncelerimi hep içimde sakladım. Çünkü ben antrenörüm ya da bir başkası hakkında kötü konuşacak bir insan değilim. Aramızda bir problem varsa, bu sadece ikimizin arasındadır. Başkalarının bunu duymaya ihtiyacı yok. Başkalarının benim düşündüklerimden hareketle hocamı yargılamaya hakkı yok. Dolayısıyla düşündüğüm olumlu şeyleri söyleyebilirim ama olumsuz şeyler varsa onlar bende kalır. Golü neden Ertuğrul Sağlam ve Sinan Engin'e hediye ettiğime gelecek olursak, benim transferimi onlar sağlamıştı. Onlar olmasaydı muhtemelen Beşiktaş'ta oynuyor olmayacaktım. Oysa burada olmaktan çok mutluyum. Gerek taraftarlardan gerekse takımın oyun yapısından çok tatmin olduğumu söyleyebilirim. Dolayısıyla bana bu hissi yaşattıkları için attığım ilk golü onlara hediye etmek istedim. Ama şunu da söylemeliyim ki, sadece onlardan değil, Beşiktaş'taki her şeyden, şampiyonluğa giden bir takımın parçası olmaktan çok mutluyum.
Söz davranışlardan açılmışken, Selçuk Dereli tarafından oyundan atıldığın maça dönelim. Neler yaşanmıştı orada? Bu arada elinde de Selçuk Dereli'nin hakem formasını görüyorum.
Bu olayı hatırlayınca tüylerim diken diken oldu şimdi. O maçta kırmızı kartı nasıl gördüğümü herkes biliyor. Futbol duygusal bir oyundur. Zaten kırmızı kartı görür görmez, yaptığımdan çok pişman oldum. Ne yaptığımın farkında olmadığımı anladım ve maç biter bitmez soyunma odasına gidip kendisinden özür diledim. Ankaraspor maçının hakeminin de Selçuk Dereli olduğunu görünce devre arasında yanına gidip forma değiştirmek istediğimi söyledim. Bunun da sebebi, benim gibi bir oyuncunun böyle bir olayı çok sık yaşamamasıydı. Kendisinden bir kez daha özür diledim ve bu olayın bende bir hatırasının kalmasını istedim.
Sizler "sıcak kafa"sınız
Daha önceki maçlardan Türk oyuncular hakkında bir kanaatin mutlaka vardır. Buraya geldikten sonra daha yakından tanıma fırsatı da buldun. Onları nasıl yorumluyorsun?
Bir kere sadece Türk oyuncuların değil, genel olarak Türk insanının mantalitesi biz Çeklere çok ilginç geliyor. Öncelikle çok duygusalsınız ve bizim deyimimizle "sıcak kafalarsınız." Çok ani tepkiler verebiliyorsunuz. Türk oyuncularda dehşet bir potansiyel var. Tek tek baktığınızda bütün takımlar çok kaliteli. Bunlara ligin son sıralarındaki Kocaelispor ve Hacettepe de dâhil. Böyle bir ligde oynuyor olmaktan çok mutluyum. Bir yandan da baktığınız zaman hem kaliteli futbol hem de dünyada bile çok nadir bulunan bir mücadele var. Bu açıdan baktığınızda Avrupa Şampiyonası'nda Çek Cumhuriyeti'nin Türkiye'ye 3-2 yenilmesi hiç de sürpriz değil.
Çek Ligi ile Türkiye Ligi'ni karşılaştırdın ama İtalya Ligi ile de bir kıyaslama yapabilir misin?
Elbette arada bir fark var. Ama bu fark Türkiye ile Çek Cumhuriyeti Ligi arasındaki fark kadar büyük değil. En önemli farkın taktik olduğunu söyleyebilirim. Hem taktik çalışmalar hem de taktik disiplin. İtalya'da bütün takımlar her zaman, sürekli taktik çalışır. Hatta bazen insanı aptallaştırana kadar hiç durmadan taktik çalışır. Bu konuda birçok oyuncunun hiç de mutlu olduğunu söyleyemem. Udinese'de bazen 2 saat boyunca hiç durmadan taktik çalıştığımız oluyordu. Benim ve Sivok'un Beşiktaş'a transfer edilmemizin sebeplerinden biri de buydu. Beşiktaş'ın defansif ve taktik dengesinin biraz daha iyi olmasını sağlamaktı. İtalya Ligi'nde oynayan bir oyuncu bu konuda çok daha tecrübeli oluyor. Türkiye Ligi dünya sıralamasında ilk 10'un içinde ama Çek Ligi 25. sıraya kadar düştü. Çek futbol dünyası da bu durumdan oldukça rahatsız. Elimizdeki iyi oyuncuları sürekli kaçırıyoruz ve lig içinde ciddi bir rekabeti, çok canlı bir oyunu sürdüremiyoruz.
Ligde hemen hemen bütün takımlara karşı oynadın ve tüm forvetleri tanıdın. En çok zorlandığın veya beğendiğin oyuncular hangileri diye sorsam?
Oynadığım rakipler içinde en fazla zorlandığımın Trabzonspor olduğunu söyleyebilirim. Trabzonspor'da Gökhan Ünal ve Umut Bulut gibi çok iyi forvetler var. Onların, karşılarında oynamak için çok tatsız rakipler olduğunu söyleyebilirim. Güçlüler, hızlılar ve toplara da zaman zaman çok iyi vurabiliyorlar. Galatasaray ve Fenerbahçe derbilerinde de zorlandık ama onlarla karşılaştırdığımızda bence Trabzonspor ve Sivasspor daha iyi takımlar. Bir yandan da hiç kolay maçımız olmadı. Beşiktaş'a transfer olmadan önce Galatasaray ve Fenerbahçe dışındaki takımlara karşı çok rahat oynarız diye düşünüyordum ama Türkiye Ligi'nde kolay maç olduğu söylenemez.
Bundan sonrası için kariyer planlamanda neler var?
Bir kere Beşiktaş'ta olabildiğince uzun süre oynamak istiyorum. Hatta Beşiktaş'ta kaptan olmayı bile isterim. Çünkü Liberec'ten önce oynadığım bütün takımlarda da kaptanlık yapmıştım. Bunun gerçekten gönlümden geçen bir istek olduğunu söylemek isterim. Hatta bunu için Türkçe dersleri almaya başladım.
Türkiye'de kaptanlıkla ilgili bir tartışma var. Birçok insan, yabancıların veya takıma yeni katılmış oyuncuların hemen kaptan yapılmasının yanlış olduğunu vurguluyor. Sence bir kaptanın özellikleri neler olmalı?
İdeal kaptana Türkiye'den bir örnek vermem gerekirse Fenerbahçeli Alex'i gösterebilirim. Bir kere çok başarılı bir oyuncu, çok teknik ve oyunu çok iyi okuyor. İyi oyuncu olduğu için saha içinde hem takım arkadaşlarının hem de rakiplerinin çok saygı duyduğu bir isim. Bence Türkiye Ligi'nde oynayan en iyi oyuncu da o. Tabii ideal kaptanlık için sadece iyi oyuncu olmak da yetmez. İdeal kaptan hem düzgün karakterli hem dürüst hem de yenilgiyi kabullenmeyen, her zaman kazanmak isteyen bir oyuncu olmalı ki takım arkadaşlarına da bu duyguyu aşılayabilsin ve liderlik yapabilsin.
Gelecekle ilgili hedeflerinden söz ederken şunu da sormalıyım; Karel Brückner gitti, artık 1.81'lik oyuncular da Çek Cumhuriyeti Milli Takımı'nda oynayabilir mi?
Benim için Çek Milli Takımı'nda oynamak hedef olmaktan çıktı. Önceliğim sadece Beşiktaş. Beşiktaş'ta şampiyonluk yaşamak, kupalar kaldırmak, oynayabildiğim kadar iyi oynamak ve taraftarlar tarafından sevilmek istiyorum. Bunlar olduktan sonra gerisi hiç önemli değil. Elbette seçilirsem benim açımdan olumlu olur ama seçilmezsem de çok fazla üzüleceğimi söyleyemem.
Futbol dışındaki hayatında neler var? Hobilerin neler?
Şu anda boş vakitlerimi tamamen aileme ayırdığımı söyleyebilirim. Başka herhangi bir şey benim için önemli değil. Boş vakitlerimde onlarla iyi vakit geçirmeye, onların yanında olmaya ve mümkün olduğunca iyi babalık yapmaya çalışıyorum. Çünkü hayat kısa ve çocuklar bir anda büyüyüveriyor. Çocuklarım şu anda küçücük ama bir anda 18 yaşına varıp evden uçacaklar. Bunun bilincindeyim ve onlarla mümkün olduğunca fazla vakit geçirmeye çalışıyorum. Tek önceliğim var, ailem, ailem, ailem. Bu arada evde çok fazla film izliyorum. Son olarak "Benjamin Button'ın Tuhaf Hikâyesi" ile "Milyoner"i izledim. Kötü yanlarımdan bir tanesi ise az okumak.